English    Türkçe    فارسی   

4
2992-3041

  • Hasedinden düşmanı kahretmek, yahut üstün olmayı dilemek, kendini göstermek içindir.
  • بل برای قهر خصم اندر حسد ** یا فزونی جستن و اظهار خود
  • O üstünlük isteği de başka bir tamahladır... hâsılı mânalar olmadıkça suretlerin bir lezzeti olamaz!
  • وآن فزونی هم پی طمع دگر ** بی‌معانی چاشنی ندهد صور
  • İşte onun için “Neden bunu yapıyorsun?” diye sorarsın... çünkü suretler zeytin yağıdır mâna ışık.
  • زان همی‌پرسی چرا این می‌کنی ** که صور زیتست و معنی روشنی
  • Değilse bu “Neden” sözü neden? Çünkü suret, ancak o suret için olsaydı “Neden bunu yapıyorsun?” diye sormazdın ki! 2995
  • ورنه این گفتن چرا از بهر چیست ** چونک صورت بهر عین صورتیست
  • Bu “Neden” diye sormak, bir şey öğrenmek içindir... bundan başka bir suretle neden diye sormak kötüdür.
  • این چرا گفتن سال از فایده‌ست ** جز برای این چرا گفتن بدست
  • Ey emin adam, bunun faydası, sırrı bundan ibaretse neden hikmetini arıyorsun ya!
  • از چه رو فایده‌ی جویی ای امین ** چون بود فایده این خود همین
  • Göğün ve yer ehlinin suretleri, ancak bu suretler için yaratılmışsa bunda bir hikmet yoktur ki!
  • پس نقوش آسمان و اهل زمین ** نیست حکمت کان بود بهر همین
  • Bir hikmet sahibi yoksa bu tertip nedir... bir hikmet sahibi varsa işi nasıl boş ve abes olabilir?
  • گر حکیمی نیست این ترتیب چیست ** ور حکیمی هست چون فعلش تهیست
  • Doğru, yanlış, bir şey düşünmeksizin ne kimse hamama bir resim yapar, ne bir yeri boyar! 3000
  • کس نسازد نقش گرمابه و خضاب ** جز پی قصد صواب و ناصواب
  • Musa aleyhisselâm’ın Tanrı’ya “Neden halkı yarattın,sonrada onları helak adiyorsun?” diye sorması ve Tanrı’nın cevabı
  • مطالبه کردن موسی علیه‌السلام حضرت را کی خلقت خلقا اهلکتهم و جواب آمدن
  • Musa dedi ki: Ey soru hesap gününün sahibi Tanrı, yapıp düzdün, neden yine bozar yıkarsın?
  • گفت موسی ای خداوند حساب ** نقش کردی باز چون کردی خراب
  • Cana, canlar katan erler, dişiler yaratırsın... sonra bunları yıkar, mahvedersin; neden?
  • نر و ماده نقش کردی جان‌فزا ** وانگهان ویران کنی این را چرا
  • Tanrı dedi ki: Bu suali inkâr yüzünden, yahut gafletle ve nefsine uyarak sormuyorsun, biliyorum.
  • گفت حق دانم که این پرسش ترا ** نیست از انکار و غفلت وز هوا
  • Yoksa hoş görmez, gazap eder, bu soru yüzünden seni incitirdim.
  • ورنه تادیب و عتابت کردمی ** بهر این پرسش ترا آزردمی
  • Fakat bizim işlerimizdeki hikmetleri, varlık sırlarını araştırıyorsun... 3005
  • لیک می‌خواهی که در افعال ما ** باز جویی حکمت و سر بقا
  • Bunu bilip sonra da halka bildirmek ve her ham kişiyi bu suretle olgunlaştırmak istiyorsun.
  • تا از آن واقف کنی مر عام را ** پخته گردانی بدین هر خام را
  • Sen bunu biliyorsun ama halka da bildirmek için sormaktasın.
  • قاصدا سایل شدی در کاشفی ** بر عوام ار چه که تو زان واقفی
  • Çünkü bu sual yarı bilgidir. Hiç bilmeyen, bu bilgiden dışarıda kalan bu soruyu soramaz.
  • زآنک نیم علم آمد این سال ** هر برونی را نباشد آن مجال
  • Sual de bilgiden doğar, cevap da... nitekim diken de toprakla sudan biter, gül de!
  • هم سال از علم خیزد هم جواب ** هم‌چنانک خار و گل از خاک و آب
  • Hem sapıklık bilgiden olur, hem doğru yolu buluş... nitekim acı da rutubetten hâsıl olur, tatlı da! 3010
  • هم ضلال از علم خیزد هم هدی ** هم‌چنانک تلخ و شیرین از ندا
  • Bu nefret ve sevgi, aşinalıktan gelir... hastalık da iyi gıdadan olur, kuvvet de!
  • ز آشنایی خیزد این بغض و ولا ** وز غذای خویش بود سقم و قوی
  • Tanrı Kelim’i de, acemilere bu sırrı bildirmek, onları faydalandırmak için kendini acemi yaptı.
  • مستفید اعجمی شد آن کلیم ** تا عجمیان را کند زین سر علیم
  • Bizde kendimizi ondan daha acemi yapalım da bilmez gibi cevabını dinleyelim.
  • ما هم از وی اعجمی سازیم خویش ** پاسخش آریم چون بیگانه پیش
  • Eşek satanlar, o satışın anahtarını elde etmek için birbirlerine âdeta düşman olurlar, çekişir dururlar.
  • خرفروشان خصم یکدیگر شدند ** تا کلید قفل آن عقد آمدند
  • Tanrı buyurdu ki: Ey akıl sahibi Musa, madem ki sordun gel de cevabını duy. 3015
  • پس بفرمودش خدا ای ذولباب ** چون بپرسیدی بیا بشنو جواب
  • Ey Musa, yere bir tohum ek de bunun sırrını anla, insafa gel!
  • موسیا تخمی بکار اندر زمین ** تا تو خود هم وا دهی انصاف این
  • Musa tohum ekti, ekin bitti, kemale gelip başaklandı, güzelce, düzgünce yetişti...
  • چونک موسی کشت و شد کشتش تمام ** خوشه‌هااش یافت خوبی و نظام
  • Orağı alıp biçmeye başladı. Gaybtan kulağına bir ses geldi:
  • داس بگرفت و مر آن را می‌برید ** پس ندا از غیب در گوشش رسید
  • Neden ekiyor, besliyorsun da kemale gelince kesiyor, biçiyorsun?
  • که چرا کشتی کنی و پروری ** چون کمالی یافت آن را می‌بری
  • Musa dedi ki: Yarabbi, burada tane de var saman da... onun için kesiyorum. 3020
  • گفت یا رب زان کنم ویران و پست ** که درینجا دانه هست و کاه هست
  • Çünkü tanenin saman ambarına konması lâyık değil... saman da buğday ambarına konursa yazık olur!
  • دانه لایق نیست درانبار کاه ** کاه در انبار گندم هم تباه
  • Bu ikisini karıştırmak hikmete uygun olamaz. Mutlaka elerken ayırt etmek lâzım.
  • نیست حکمت این دو را آمیختن ** فرق واجب می‌کند در بیختن
  • Tanrı dedi ki: Bu bilgiyi sen kimden aldın da bir harman meydana getiriyorsun?
  • گفت این دانش تو از کی یافتی ** که به دانش بیدری بر ساختی
  • Musa,Tanrım bana bu temyizi sen verdin dedi... Tanrı dedi ki: Öyleyse bende nasıl olur da temyiz olmaz?
  • گفت تمییزم تو دادی ای خدا ** گفت پس تمییز چون نبود مرا
  • Halk arasında temiz ruhlar da var, topraklara bulanmış kara ruhlar da. 3025
  • در خلایق روحهای پاک هست ** روحهای تیره‌ی گلناک هست
  • Bu sedeflerin hepsi bir değil... birisinde inci var, öbüründe boncuk!
  • این صدفها نیست در یک مرتبه ** در یکی درست و در دیگر شبه
  • Buğdayları samandan ayırmak nasıl lâzımsa bu iyiyi de kötüyü de ayırmak vâcip.
  • واجبست اظهار این نیک و تباه ** هم‌چنانک اظهار گندمها ز کاه
  • Bu âlem halkı, hikmet hazineleri gizli kalmasın, meydana çıksın diye yaratılmıştır.
  • بهر اظهارست این خلق جهان ** تا نماند گنج حکمتها نهان
  • Ben bir hazineydim dedi Tanrı, hem de gizli... bunu duy da cevherini kaybetme, meydana çıkar!
  • کنت کنزا کنت مخفیا شنو ** جوهر خود گم مکن اظهار شو
  • Hayvani ruhla cüz’i akıl,vehim ve hayal ayrana benzer..bakî olan ruhsa bu ayranda gizli olan yağa
  • بیان آنک روح حیوانی و عقل جز وی و وهم و خیال بر مثال دوغند و روح کی باقیست درین دوغ هم‌چون روغن پنهانست
  • Ayran içinde yağ nasıl gizliyse, doğruluk cevherinde yalan da gizlidir. 3030
  • جوهر صدقت خفی شد در دروغ ** هم‌چو طعم روغن اندر طعم دوغ
  • O yalanın, şu fâni tendir... doğrun da Tanrıya mensup olan can!
  • آن دروغت این تن فانی بود ** راستت آن جان ربانی بود
  • Yıllardır şu ten ayranı meydandadır da can yağı onda fâni ve değersiz bir hale gelmiştir.
  • سالها این دوغ تن پیدا و فاش ** روغن جان اندرو فانی و لاش
  • Nihayet Tanrı, bir elçi kulunu, ayranı yayığa koyup döven birisini gönderir de,
  • تا فرستد حق رسولی بنده‌ای ** دوغ را در خمره جنباننده‌ای
  • Bende bir ben gizli olduğunu bileyim diye sıfatla hünerle o yayığı döver.
  • تا بجنباند به هنجار و به فن ** تا بدانم من که پنهان بود من
  • Yahut da zatından âdeta bir cüz olan bir kulunun sözünü izhar eder de o söz, vahiy arayan kişinin kulağına girer. 3035
  • یا کلام بنده‌ای کان جزو اوست ** در رود در گوش او کو وحی جوست
  • Müminin kulağı, vahyimizi kavrar, beller... öyle kulak, insanı Hakk’a davet edenin eşidir, arkadaşıdır.
  • اذن مومن وحی ما را واعیست ** آنچنان گوشی قرین داعیست
  • Âdeta çocuğun kulağına benzer; anasının sözleriyle dolar da söze başlar, konuşur.
  • هم‌چنانک گوش طفل از گفت مام ** پر شود ناطق شود او درکلام
  • Çocukta anlayan bir kulak olmazsa anasının sözünü duymaz, dilsiz olur.
  • ور نباشد طفل را گوش رشد ** گفت مادر نشنود گنگی شود
  • Anadan doğma sağır, daima dilsizdir de... söyleyen kişi, sözü önce anasından duymuştur.
  • دایما هر کر اصلی گنگ بود ** ناطق آنکس شد که از مادر شنود
  • Bil ki sağır ve dilsizin kulağı, âfetlerden bir âfettir... ne söz dinlemeye kabiliyeti vardır, ne de bellemeye. 3040
  • دانک گوش کر و گنگ از آفتیست ** که پذیرای دم و تعلیم نیست
  • Belletilmeden söyleyen Tanrıdır, çünkü onun sıfatları, sebeplerden ayrıdır.
  • آنک بی‌تعلیم بد ناطق خداست ** که صفات او ز علتها جداست