English    Türkçe    فارسی   

4
3031-3080

  • O yalanın, şu fâni tendir... doğrun da Tanrıya mensup olan can!
  • آن دروغت این تن فانی بود ** راستت آن جان ربانی بود
  • Yıllardır şu ten ayranı meydandadır da can yağı onda fâni ve değersiz bir hale gelmiştir.
  • سالها این دوغ تن پیدا و فاش ** روغن جان اندرو فانی و لاش
  • Nihayet Tanrı, bir elçi kulunu, ayranı yayığa koyup döven birisini gönderir de,
  • تا فرستد حق رسولی بنده‌ای ** دوغ را در خمره جنباننده‌ای
  • Bende bir ben gizli olduğunu bileyim diye sıfatla hünerle o yayığı döver.
  • تا بجنباند به هنجار و به فن ** تا بدانم من که پنهان بود من
  • Yahut da zatından âdeta bir cüz olan bir kulunun sözünü izhar eder de o söz, vahiy arayan kişinin kulağına girer. 3035
  • یا کلام بنده‌ای کان جزو اوست ** در رود در گوش او کو وحی جوست
  • Müminin kulağı, vahyimizi kavrar, beller... öyle kulak, insanı Hakk’a davet edenin eşidir, arkadaşıdır.
  • اذن مومن وحی ما را واعیست ** آنچنان گوشی قرین داعیست
  • Âdeta çocuğun kulağına benzer; anasının sözleriyle dolar da söze başlar, konuşur.
  • هم‌چنانک گوش طفل از گفت مام ** پر شود ناطق شود او درکلام
  • Çocukta anlayan bir kulak olmazsa anasının sözünü duymaz, dilsiz olur.
  • ور نباشد طفل را گوش رشد ** گفت مادر نشنود گنگی شود
  • Anadan doğma sağır, daima dilsizdir de... söyleyen kişi, sözü önce anasından duymuştur.
  • دایما هر کر اصلی گنگ بود ** ناطق آنکس شد که از مادر شنود
  • Bil ki sağır ve dilsizin kulağı, âfetlerden bir âfettir... ne söz dinlemeye kabiliyeti vardır, ne de bellemeye. 3040
  • دانک گوش کر و گنگ از آفتیست ** که پذیرای دم و تعلیم نیست
  • Belletilmeden söyleyen Tanrıdır, çünkü onun sıfatları, sebeplerden ayrıdır.
  • آنک بی‌تعلیم بد ناطق خداست ** که صفات او ز علتها جداست
  • Yahut Âdem gibi ana ve dadı hicabı olmaksızın Tanrı telkini ile söyler.
  • یا چو آدم کرده تلقینش خدا ** بی‌حجاب مادر و دایه و ازا
  • Yahut da Tanrı belletmesiyle Mesih gibi doğar doğmaz konuşur.
  • یا مسیحی که به تعلیم ودود ** در ولادت ناطق آمد در وجود
  • Doğuşundaki zina ve fesat töhmetlerini reddetmek, zinadan doğmadığını anlatmak için dile gelir.
  • از برای دفع تهمت در ولاد ** که نزادست از زنا و از فساد
  • Çalışmada bir hareket gerek ki ayran, gönüldeki yağdan ayrılsın! 3045
  • جنبشی بایست اندر اجتهاد ** تا که دوغ آن روغن از دل باز داد
  • Yağ, ayran içinde âdeta yok gibidir de ayran, varlık alemine bayrak dikmiştir.
  • روغن اندر دوغ باشد چون عدم ** دوغ در هستی برآورده علم
  • Sen de var olarak görünen deriden ibarettir... fâni görünen yok mu?Asıl var olan odur işte!
  • آنک هستت می‌نماید هست پوست ** وآنک فانی می‌نماید اصل اوست
  • Yağlanmamış, eskimemiş ayranın varsa dövüp yağını çıkarmadıkça sakın harcama!
  • دوغ روغن ناگرفتست و کهن ** تا بنگزینی بنه خرجش مکن
  • Hemen onu bilgiyle elden ele alarak döndüre dur da gizlendiğini meydana çıkarsın.
  • هین بگردانش به دانش دست دست ** تا نماید آنچ پنهان کرده است
  • Çünkü bu fâni olan şey, bakînin delilidir... nitekim sarhoşların yalvarmaları da sâkiye delildir! 3050
  • زآنک این فانی دلیل باقیست ** لابه‌ی مستان دلیل ساقیست
  • Buna dair başka bir misâl
  • مثال دیگر هم درین معنی
  • Bayraklardaki aslanların hareketi, gizli bir yelin varlığından haber verir.
  • هست بازیهای آن شیر علم ** مخبری از بادهای مکتتم
  • Yeller esmeseydi ölü aslan havada nasıl olur da hareket ederdi?
  • گر نبودی جنبش آن بادها ** شیر مرده کی بجستی در هوا
  • Aslanın hareketlerinden rüzgârın sabah yeli, yahut cenup rüzgârı olduğunu anlarsın... bu hareket, o gizli rüzgârı anlatır.
  • زان شناسی باد را گر آن صباست ** یا دبورست این بیان آن خفاست
  • Şu beden de bayraktaki aslana benzer... düşünce onu her an oynatır durur!
  • این بدن مانند آن شیر علم ** فکر می‌جنباند او را دم به دم
  • Doğudan gelen düşünce sabah yelidir... batıdan gelen ufunetli cenup yeli! 3055
  • فکر کان از مشرق آید آن صباست ** وآنک از مغرب دبور با وباست
  • Bu düşünce yelinin doğuşu, başka doğudur... bu düşünce yelinin batısı, o yandadır!
  • مشرق این باد فکرت دیگرست ** مغرب این باد فکرت زان سرست
  • Ay cansızdır, doğusu da cansız... fakat gönlün doğusu canlar canının canıdır!
  • مه جمادست و بود شرقش جماد ** جان جان جان بود شرق فاد
  • Gündüzün doğan şu güneş yok mu... iç âlemini aydınlatan güneşin doğuşundan bir kabuktur, onun bir aksidir ancak!
  • شرق خورشیدی که شد باطن‌فروز ** قشر و عکس آن بود خورشید روز
  • Çünkü ten, can yalımı olmadı mı ölür gider... artık onca ne gündüz vardır, ne gece!
  • زآنک چون مرده بود تن بی‌لهب ** پیش او نه روز بنماید نه شب
  • Beden olmaz, fakat ruh olursa gece ve gündüz bakîdir, düzenlidir. 3060
  • ور نباشد آن چو این باشد تمام ** بی‌شب و بی روز دارد انتظام
  • Nitekim göz, rüyada ay ve güneş olmadığı halde ayı da görür, güneşi de!
  • هم‌چنانک چشم می‌بیند به خواب ** بی‌مه و خورشید ماه و آفتاب
  • Arkadaş uykumuz ölümün kardeşidir... bu kardeşe bak o kardeşi anla!
  • نوم ما چون شد اخ الموت ای فلان ** زین برادر آن برادر را بدان
  • Sana, rüya ölümün fer’idir derlerse sakın ha, hakikatine erişmedikçe bu sözü dinleme!
  • ور بگویندت که هست آن فرع این ** مشنو آن را ای مقلد بی‌یقین
  • Ruhun uykuda öyle şeyler görür ki yirmi yıl uyanık kalsan onları göremezsin!
  • می‌بیند خواب جانت وصف حال ** که به بیداری نبینی بیست سال
  • Rüyanı tâbir ettirmek için bir hayli zaman bilgiç padişahlara koşar, 3065
  • در پی تعبیر آن تو عمرها ** می‌دوی سوی شهان با دها
  • Şu rüyanın tâbiri nedir diye sorarsın... böyle bir sırra fer’i demek köpekliktir!
  • که بگو آن خواب را تعبیر چیست ** فرع گفتن این چنین سر را سگیست
  • Bu söylediğimiz rüya, alelâde halkın gördüğü rüyadır... Tanrıya yaklaşmış erlerin rüyası ile Tanrı seçmesinin, Tanrı yakınlığının ta kendisidir.
  • خواب عامست این و خود خواب خواص ** باشد اصل اجتبا و اختصاص
  • Fil gerektir ki uyuyunca rüyasında Hindistan’ı görsün!
  • پیل باید تا چو خسپد او ستان ** خواب بیند خطه‌ی هندوستان
  • Eşek, hiç Hindistan’ı rüyada görmez... çünkü Hindistan’dan ayrılmamış, gurbete düşmemiştir ki!
  • خر نبیند هیچ هندستان به خواب ** خر ز هندستان نکردست اغتراب
  • Fil gibi adam akıllı bir can gerek ki uykusunda iştiyakla Hindistan’a gitsin! 3070
  • جان هم‌چون پیل باید نیک زفت ** تا به خواب او هند داند رفت تفت
  • Fil Hindistan’ı arar, ister... o yüzden bu istek bu anış geceleyin bir surete bürünüp ona görünür.
  • ذکر هندستان کند پیل از طلب ** پس مصور گردد آن ذکرش به شب
  • “Tanrıyı anın” emrine uymak, bir herzevekilin işi değil... “Tanrına dön “emrine uymak, her kalleşin ayağının harcı değil.
  • اذکروا الله کار هر اوباش نیست ** ارجعی بر پای هر قلاش نیست
  • Fakat sen meyus olma; file benze! Fil değilsen bile fil olmaya çalış.
  • لیک تو آیس مشو هم پیل باش ** ور نه پیلی در پی تبدیل باش
  • Âlemdeki kimyagerlere bak... her an sırça üzerine resim yapanların seslerini duy!
  • کیمیاسازان گردون را ببین ** بشنو از میناگران هر دم طنین
  • Onlar gök boşluğuna suretler düzerler... benim için senin için işler yaparlar! 3075
  • نقش‌بندانند در جو فلک ** کارسازانند بهر لی و لک
  • Ey tavuk karasına uğramış adam! Yeni yakası misler kokan erleri görmüyorsan şu sana dokunan şeyleri gör bari!
  • گر نبینی خلق مشکین جیب را ** بنگر ای شب‌کور این آسیب را
  • Toprağından her an yeniden yeniye otlar biter; onları gör... her an anlayışına yeni bir şey dokunur; onlara bak!
  • هر دم آسیبست بر ادراک تو ** نبت نو نو رسته بین از خاک تو
  • İbrahim Ethem de rüyada hicapsız olarak bütün gönül Hindistan’ını gördü de,
  • زین بد ابراهیم ادهم دیده خواب ** بسط هندستان دل را بی‌حجاب
  • Zincirlerini kırdı; memleketi birbirine geçirdi, gözlerden kayboldu!
  • لاجرم زنجیرها را بر درید ** مملکت بر هم زد و شد ناپدید
  • Şu iş Hindistan’ı görmenin nişanesidir... insan, uykusundan sıçrayıp uyanır, deli divane olur. 3080
  • آن نشان دید هندستان بود ** که جهد از خواب و دیوانه شود