English    Türkçe    فارسی   

4
3110-3159

  • Ârifler gibi hani... ârif de bu noksan beden kendiliğinden kurtulmak için gönül kandilini yakar da 3110
  • Günün birinde ansızın bu kandil sönerse onun yerine can kandilini koyayım der.
  • Padişah bu işi anlamadı da aldandı... fâni kandilin yerine başka bir fani kandile kapıldı!
  • Padişahın,soyunun kesilmesinden korkarak oğluna bir kız alması
  • Padişah bunun üzerine, evlensin de soyu sopu üresin diye şehzadeye bir kız almak istedi.
  • Bu doğan, tekrar yokluk âlemine yüz tutarsa o doğanın yerini yine bir doğan tutsun...
  • Bu doğanın sureti, eğer şu âlemden giderse mânası, oğlunda baki kalsın dedi. 3115
  • Onun için o uyanık padişah, Mustafa “Çocuk, babanın sırrıdır” buyurdu.
  • İşte bu yüzden bütün halk, sevgilerden çocuklarına sanat öğretirler de,
  • Onların kalıpları gözden gizlenince o mânalar âlemde bâki kalsın derler.
  • Tanrı, hikmetiyle istidat sahibi olan her küçük çocuğun doğru yolu bulması için onların hırsına bir ciddiyet vermiştir.
  • Ben de kendi soyumun devamı için oğluma mezhebi meşrebi iyi bir kız alacağım. 3120
  • Fakat alacağım kızın kötü bir padişahın soyundan değil, temiz bir kişinin soyundan bir kız olmasını isterim.
  • Padişah, zaten bu temiz kişidir... hür olan da odur... ne şehvetin esiridir, ne boğazının.
  • Fakat halk, aksine olarak esirlere padişah adını taktılar... Zenciye Kâfur adı takıldığı gibi hani!
  • Kanlar içen çöle kurtuluş yeri, bayağı, nekes ve kutsuz kişiye kutlu adını verirler ya!
  • Şehvet, kızgınlık ve istek esirine bey, yahut “Sadr ecel – en ulu vezir” dediler. 3125
  • O ecel esirlerine halk, şehirlerde beyler ve “Emîrani ecel – Ulu beyler” adını taktılar.
  • Canı, pabuççuların safında alçalmış, yani mevkiye mala kapılıp kalmış olma “Sadr – Ulu ve baş köşeye geçen vezir” derler.
  • Padişah bir zâhidi seçince bu haber, kadınların kulağına vardı!
  • Padişahın,oğlu için bir yoksul zâhidin kızını seçip almasına harem ehlinin itirazı ve onların bu akrabalıktan utanmaları
  • Şehzadenin anası, aklının noksan oluşundan itiraz ederek dedi ki: Evlenmede gerek akıl, gerek nakil, eşit olmayı şart koşmuştur.
  • Halbuki sen nekesliğinden, cimriliğinden kurnazlık ederek oğlumuzu bir yoksulla akraba yapıyorsun? 3130
  • Padişah dedi ki: Temiz bir kişiye yoksul demek hatadır... çünkü onun kalbi ganidir ve bu da Tanrı vergisidir.
  • Böyle adam, takvasında kanaat bucağına kaçar, yoksul gibi nekesliğinden, tembelliğinden değil!
  • Kanaattan meydana gelen darlık, takvadandır... bu, aşağılık kişilerin yokluğundan, darlığından apayrı bir şeydir.
  • Nekes, bir habbe bulsa başını bile verir... halbuki temiz kişi, himmetiyle altın hazinesine bile bakmaz, terk edip gider!
  • Hırsından, her çeşit harama kasten padişaha ulu kişiler, yoksul derler. 3135
  • Kadın dedi ki: Nerede onda çeyiz olarak verecek şehir ve kaleler... yahut saçı olarak saçacak inciler, paralar pullar?
  • Padişah, yürü yahu dedi... kim, din gamına düşerse Tanrı, öbür dertleri artık ondan alır.
  • Nihayet padişah üstün geldi, ona yaradılışı güzel ve bir temiz kişinin soyundan bir kız aldı.
  • Kızın güzellikte eşi yoktu... yüzü, kuşluk güneşinden daha parlaktı!
  • Kızın güzelliği buydu, huyu da güzelliği gibiydi... hasılı ahlâkı o kadar iyiydi ki anlatmaya imkân yok! 3140
  • Dini avlamaya bak ki onunla beraber güzellik, mal, mevki ve sana fayda veren baht da senin olsun!
  • Ahiret, bil ki deve katarıdır; dünya malı devenin yükü ve tüyü.Katara sahip oldun mu yünü, tüyü de onunla beraber gelir.
  • Fakat yünü alırsan deve senin olmaz ki... deve senin olursa yünün ne değeri kalır?
  • Padişah temiz ve riyasız soydan gelen o kızı nikâhla oğluna aldı.
  • Fakat kaza ve kader bu ya... o güzelim şehzadeye bir ihtiyar büyücü de âşık olmuştu. 3145
  • O Kâbil’li kocakarı, şehzadeye öyle bir büyü yaptı ki Babil büyücüleri bile bu büyüye haset ederler.
  • Şehzade, o çirkin kocakarıya âşık oldu... gelinden de geçti güveylikten de!
  • İşte böyle bir kara ifrit, böyle bir Kâbil’li karı ansızın şehzadenin yolunu vuruverdi!
  • O ferci kokmuş doksanlık kocakarı, şehzadenin ne aklını bıraktı, ne ağzını, zavallıda konuşacak iktidar bile kalmadı.
  • Şehzade tam bir yıl o karıya esir oldu... o kokmuş karının ayakkabısının tasmasını öpüp durdu. 3150
  • Kocakarının sohbeti, şehzadeyi kesip biçmekte, eritip mahvetmekteydi... âdeta yarı canlı bir hale gelmişti.
  • Başkaları onun zayıflığından derde düşerken o büyünün tesiri ile kendisinden bile bihaberdi.
  • Dünya padişaha zindan kesildi... şehzade ise babası ve akrabası ağlarken gülmekteydi!
  • Padişah pek çaresiz kaldı... gece gündüz kurbanlar kestirmede, sadakalar vermekteydi!
  • Ne çare varsa hepsine başvurdu... fakat oğlan, kocakarıya gittikçe daha fazla âşık oluyordu. 3155
  • Padişah, bunda mutlaka bir sır, bir hikmet olduğunu, bundan böyle ancak yalvarıp yakarmakla bir çare bulunabileceğini iyice anladı.
  • Secdeye kapanıp “Yarabbi, fermanın yürür... Tanrı mülkünde Tanrıdan başka kimin hükmü geçer ki?
  • Fakat bu yosul çocuk öd ağacı gibi yanıp duruyor... ey merhametli Tanrı, elini tut” demeye başladı.
  • Nihayet onun Yarab, Yarab demesi, feryad-ü figan etmesi makbule geçti... yoldan usta bir büyücü çıkageldi.
  • Padişahın oğlunun Kâbil’li büyücüden kurtulması için ettiği duanın kabul edilmesi