İşte böyle bir kara ifrit, böyle bir Kâbil’li karı ansızın şehzadenin yolunu vuruverdi!
یک سیه دیوی و کابولی زنی ** گشت به شهزاده ناگه رهزنی
O ferci kokmuş doksanlık kocakarı, şehzadenin ne aklını bıraktı, ne ağzını, zavallıda konuşacak iktidar bile kalmadı.
آن نودساله عجوزی گنده کس ** نه خرد هشت آن ملک را و نه نس
Şehzade tam bir yıl o karıya esir oldu... o kokmuş karının ayakkabısının tasmasını öpüp durdu. 3150
تا به سالی بود شهزاده اسیر ** بوسهجایش نعل کفش گنده پیر
Kocakarının sohbeti, şehzadeyi kesip biçmekte, eritip mahvetmekteydi... âdeta yarı canlı bir hale gelmişti.
صحبت کمپیر او را میدرود ** تا ز کاهش نیمجانی مانده بود
Başkaları onun zayıflığından derde düşerken o büyünün tesiri ile kendisinden bile bihaberdi.
دیگران از ضعف وی با درد سر ** او ز سکر سحر از خود بیخبر
Dünya padişaha zindan kesildi... şehzade ise babası ve akrabası ağlarken gülmekteydi!
این جهان بر شاه چون زندان شده ** وین پسر بر گریهشان خندان شده
Padişah pek çaresiz kaldı... gece gündüz kurbanlar kestirmede, sadakalar vermekteydi!
شاه بس بیچاره شد در برد و مات ** روز و شب میکرد قربان و زکات
Ne çare varsa hepsine başvurdu... fakat oğlan, kocakarıya gittikçe daha fazla âşık oluyordu. 3155
زانک هر چاره که میکرد آن پدر ** عشق کمپیرک همیشد بیشتر
Padişah, bunda mutlaka bir sır, bir hikmet olduğunu, bundan böyle ancak yalvarıp yakarmakla bir çare bulunabileceğini iyice anladı.
پس یقین گشتش که مطلق آن سریست ** چاره او را بعد از این لابه گریست
Secdeye kapanıp “Yarabbi, fermanın yürür... Tanrı mülkünde Tanrıdan başka kimin hükmü geçer ki?
سجده میکرد او که هم فرمان تراست ** غیر حق بر ملک حق فرمان کراست
Fakat bu yosul çocuk öd ağacı gibi yanıp duruyor... ey merhametli Tanrı, elini tut” demeye başladı.
لیک این مسکین همیسوزد چو عود ** دست گیرش ای رحیم و ای ودود
Nihayet onun Yarab, Yarab demesi, feryad-ü figan etmesi makbule geçti... yoldan usta bir büyücü çıkageldi.
تا ز یا رب یا رب و افغان شاه ** ساحری استاد پیش آمد ز راه
Padişahın oğlunun Kâbil’li büyücüden kurtulması için ettiği duanın kabul edilmesi
مستجاب شدن دعای پادشاه در خلاص پسرش از جادوی کابلی
O büyücü uzaktan o çocuğun bir ihtiyar karıya esir olduğunu duymuştu. 3160
او شنیده بود از دور این خبر ** که اسیر پیرزن گشت آن پسر
Bu karının büyüde eşsiz örneksiz olduğunu ve bir ikincisinin bulunmadığını işitmişti.
کان عجوزه بود اندر جادوی ** بینظیر و آمن از مثل و دوی
Yiğidim, el elin üstündedir... hünerde de, kuvvette de el elin üstündedir arşa varınca!
دست بر بالای دستست ای فتی ** در فن و در زور تا ذات خدا
Ellerin sonu Tanrı elidir... deniz, şüphe yok ki sellerin varıp döküldüğü son yerdir.
منتهای دستها دست خداست ** بحر بیشک منتهای سیلهاست
Bulutlar da suyu denizden alır... seller akıp gider nihayet ona varır.
هم ازو گیرند مایه ابرها ** هم بدو باشد نهایت سیل را
Padişah bu oğlan elden gitti dedi. Adam dedi ki: İşte ulu bir derman olarak geldim ya! 3165
گفت شاهش کین پسر از دست رفت ** گفت اینک آمدم درمان زفت
Bu büyücülerden hiç kimse o kocakarıya eşit olamaz... ancak ben, o yandan geldim, büyüde bilgim çoktur... onunla ben başa çıkarım!
نیست همتا زال را زین ساحران ** جز من داهی رسیده زان کران
Musa’nın eli gibi Tanrı izniyle onun büyüsünü kökünden yıkar, mahvederim.
چون کف موسی به امر کردگار ** نک برآرم من ز سحر او دمار
Çünkü bana bu bilgi Tanrı tarafından verildi... hor hakîr büyücülere şakirtlik ederek öğrenmedim.
که مرا این علم آمد زان طرف ** نه ز شاگردی سحر مستخف
Onun büyüsünü bozmak şehzadenin benzinin sarılığını gidermek için geldim ben!
آمدم تا بر گشایم سحر او ** تا نماند شاهزاده زردرو
Seher çağında mezarlığa git de orada duvarın yanında kireçle boyanmış bir ak mezar var. 3170
سوی گورستان برو وقت سحور ** پهلوی دیوار هست اسپید گور
Orasını kıbleye doğru kaz; Tanrının kudretine, kuvvetine bak!
سوی قبله باز کاو آنجای را ** تا ببینی قدرت و صنع خدا
Bu hikâye pek uzundur, sen de usandın... bari fazlasını bırakayım da hulâsasını söyleyeyim.
بس درازست این حکایت تو ملول ** زبده را گویم رها کردم فضول
O sıkı düğümleri çözdü şehzadeyi mihnetten kurtardı.
آن گرههای گران را بر گشاد ** پس ز محنت پور شه را راه داد
Çocuk kendisine gelince koşa, koşa babasının tahtına vardı, yüzlerce mihnetle,
آن پسر با خویش آمد شد دوان ** سوی تخت شاه با صد امتحان
Secdeye kapandı, yüzünü yerlere sürdü... koltuğunda da bir kılıç ve bir kefen vardı. 3175
سجده کرد و بر زمین میزد ذقن ** در بغل کرده پسر تیغ و کفن
Padişah şenlikler yaptırdı şehir halkı sevindi, o ümidini kesmiş gelinde muradına erdi.
شاه آیین بست و اهل شهر شاد ** وآن عروس ناامید بیمراد
Âlem yeni baştan dirildi, parladı! Şaşarım doğrusu o günde bir gündü bugün de bir gün!
عالم از سر زنده گشت و پر فروز ** ای عجب آن روز روز امروز روز
Padişah ona öyle bir düğün yaptı ki köpeklerin önüne bile gülsuyu şerbeti kondu.
یک عروسی کرد شاه او را چنان ** که جلاب قند بد پیش سگان
Büyücü kocakarı kederinden geberdi... çirkin yüzünü de cehennem Malikine tapşırdı çirkin huyunu da!
جادوی کمپیر از غصه بمرد ** روی و خوی زشت فا مالک سپرد
Şehzade o kocakarı benim aklımı nasıl oldu da çeldi diye hayretlere düşmüştü! 3180
شاهزاده در تعجب مانده بود ** کز من او عقل و نظر چون در ربود
Güzellikte aya benzeyen ve güzellerin güzellik yolunu kesip vuran gelini görünce,
نو عروسی دید همچون ماه حسن ** که همی زد بر ملیحان راه حسن
Aklı başından gitti düşüp bayıldı... tam üç gün aklı başına gelmedi!
گشت بیهوش و برو اندر فتاد ** تا سه روز از جسم وی گم شد فاد
Üç gün üç gece kendisini kaybetti. Halk onun baygınlığından meraka düştü.
سه شبان روز او ز خود بیهوش گشت ** تا که خلق از غشی او پر جوش گشت
Gül suları ile, ilâçlarla nihayet kendisine geldi... yavaş yavaş açıldı, iyiyi, kötüyü anlamaya başladı.
از گلاب و از علاج آمد به خود ** اندک اندک فهم گشتش نیک و بد
Bir yıl sonra padişah söz arasında ona dedi ki: Oğlum hele o eski sevgiliyi hatırla bakalım! 3185
بعد سالی گفت شاهش در سخن ** کای پسر یاد آر از آن یار کهن
O seninle beraber yatanı, o yatağı bir hatırla da bu derece vefasız ve acı sözlü olma.
یاد آور زان ضجیع و زان فراش ** تا بدین حد بیوفا و مر مباش
Şehzade bırak baba dedi... ben, neşe yurdunu buldum, gurur yurdunun aldanma diyarının kuyusundan kurtuldum.
گفت رو من یافتم دار السرور ** وا رهیدم از چه دار الغرور
Mümin yol buldu da karanlıktan Hak nurunun bulunduğu tarafa yüz çevirdi mi öyle olur işte!
همچنان باشد چو مومن راه یافت ** سوی نور حق ز ظلمت روی تافت
Şehzade,insanoğludur,Tanrı halifesidir,babasıda meleklerin secde ettikleri,Tanrı halifesi Âdem Safî’dir Kâbil’li kocakarı dünyadır;insanoğlunu babasından büyü yaparak ayırdı;peygamberle veliler de buna çare bulan o hekimdir.
در بیان آنک شهزاده آدمی بچه است خلیفهی خداست پدرش آدم صفی خلیفهی حق مسجود ملایک و آن کمپیر کابلی دنیاست کی آدمیبچه را از پدر ببرید به سحر و انبیا و اولیا آن طبیب تدارک کننده
Kardeş bil ki şehzade sensin bu eski dünyada yeniden doğmuşsun!
ای برادر دانک شهزاده توی ** در جهان کهنه زاده از نوی
Kabil’li büyücü bu dünyadır... erleri bile rengine kokusuna esir etmiştir. 3190
کابلی جادو این دنیاست کو ** کرد مردان را اسیر رنگ و بو
Bu bulanık ırmağa düştün mü her an “Kul eüzü” leri oku kendine üfür de,
چون در افکندت دریغ آلوده روذ ** دم به دم میخوان و میدم قل اعوذ
Bu büyüden bu ıstıraptan kurtul, sabah, Tanrısına sığın ondan yardım iste!
تا رهی زین جادوی و زین قلق ** استعاذت خواه از رب الفلق
Dünya, halkı büyü yaparak kuyuya atmıştır da Peygamber onun için dünyaya büyücü demiştir.
زان نبی دنیات را سحاره خواند ** کو به افسون خلق را در چه نشاند
Kendine gel bu kokmuş kocakarının kuvvetli büyüleri vardır... sıcak nefesi padişahları bile esir eder.
هین فسون گرم دارد گنده پیر ** کرده شاهان را دم گرمش اسیر
Gönülde onun tükürüklü üfürükler salan büyücüleri var... büyü düğümlerini düğümleyen odur! 3195
در درون سینه نفاثات اوست ** عقدههای سحر را اثبات اوست
Dünya büyücüsü pek ilginç bir karıdır... onun büyü ipini çözmek herkesin ayağının harcı değil!
ساحرهی دنیا قوی دانا زنیست ** حل سحر او به پای عامه نیست
Eğer akıllar onun bağladığı düğümleri çözseydi Tanrı peygamberleri yollar mıydı?
ور گشادی عقد او را عقلها ** انبیا را کی فرستادی خدا