English    Türkçe    فارسی   

4
322-371

  • Gönlündeki hilelerin, düzenlerin hepsi bizim önümüzde rüsvay olmada, hepsini de gün gibi görüp duruyoruz.
  • هر چه در دل داری از مکر و رموز ** پیش ما رسواست و پیدا هم‌چو روز
  • O suçu, kulumuza acır da örtersek sen neden yüzsüzlük eder, haddini aşarsın?
  • گر بپوشیمش ز بنده‌پروری ** تو چرا بی‌رویی از حد می‌بری
  • Babandan öğrensene... Âdem, suç işleyince hemencecik ayak çıkarılan yere geldi;
  • از پدر آموز که آدم در گناه ** خوش فرود آمد به سوی پایگاه
  • O gizli sırları bilen Allah’ı hazır nazır gördü de iki ayaküstüne durup suçunun affedilmesini dilemeye koyuldu. 325
  • چون بدید آن عالم الاسرار را ** بر دو پا استاد استغفار را
  • Keder külünün ortasına geçip oturdu; hileye, bahaneye sapıp bir daldan bir dala sıçramadı.
  • بر سر خاکستر انده نشست ** از بهانه شاخ تا شاخی نجست
  • “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” dedi... Çünkü önünde, ardında azap meleklerini gördü.
  • ربنا انا ظلمنا گفت و بس ** چونک جانداران بدید از پیش و پس
  • Can gibi gizli olan azap meleklerini gördü; her birinin elindeki sopa, ta gökyüzüne kadar uzanıyordu.
  • دید جانداران پنهان هم‌چو جان ** دورباش هر یکی تا آسمان
  • Kendine gel... Süleyman’ın huzurunda karınca ol da bu sopa, seni paramparça etmesin!
  • که هلا پیش سلیمان مور باش ** تا بنشکافد ترا این دورباش
  • Doğruluk durağında başka bir yerde bir an bile durma... İnsana kimse, gözü gibi lalalık edemez. 330
  • جز مقام راستی یک دم مه‌ایست ** هیچ لالا مرد را چون چشم نیست
  • Kör, öğütle arınıp temizlense bile yine her an sürçer, pislenir.
  • کور اگر از پند پالوده شود ** هر دمی او باز آلوده شود
  • Ey Âdem, senin gözün var, kör değilsin... Fakat kaza geldi mi göz kör olur!
  • آدما تو نیستی کور از نظر ** لیک اذا جاء القضا عمی البصر
  • Gözlü adamın, bir tesadüf neticesi kuyuya düşmesi için ömürler lazım. Fakat bu kaza, körün yoldaşıdır. Çünkü düşmek, onun tabiatıdır, huyudur.
  • عمرها باید به نادر گاه‌گاه ** تا که بینا از قضا افتد به چاه
  • Kör, pisliğe düşer de bu koku nedir, kendisinden midir, yoksa bir pisliğe bulaşmış da ondan mı? Bilemez ki.
  • کور را خود این قضا همراه اوست ** که مرورا اوفتادن طبع و خوست
  • Ona birisi miskler saçsa onu da kendisinden bilir, sevgilinin lütfundan değil! 335
  • در حدث افتد نداند بوی چیست ** از منست این بوی یا ز آلودگیست
  • (eksik)
  • ور کسی بر وی کند مشکی نثار ** هم ز خود داند نه از احسان یار
  • Hâsılı ey gözü açık kişi, bu iki göz, sana yüzlerce anadır, yüzlerce baba!
  • پس دو چشم روشن ای صاحب‌نظر ** مر ترا صد مادرست و صد پدر
  • Hele gönül gözü yok mu? O, bu göze nispetle yetmiş kat azizdir, yetmiş derece kuvvetlidir... Bu iki duygu gözü, onun nimetiyle geçinmededir.
  • خاصه چشم دل آن هفتاد توست ** وین دو چشم حس خوشه‌چین اوست
  • Yazıklar olsun ki yol kesiciler oturmuşlar, dilime yüzlerce düğüm vurmuşlardır!
  • ای دریغا ره‌زنان بنشسته‌اند ** صد گره زیر زبانم بسته‌اند
  • Ayağı bağlı olan, nasıl rahvan gidebilir! Ağır bir bağdır bu... Mazur gör! 340
  • پای‌بسته چون رود خوش راهوار ** بس گران بندیست این معذور دار
  • Ey gönül, bu söz, kırık dökük geliyor. Bu söz incidir, Allah gayreti de değirmen.
  • این سخن اشکسته می‌آید دلا ** کین سخن درست غیرت آسیا
  • İnci küçük ve kırık bile olsa hasta göze tutya olur.
  • در اگر چه خرد و اشکسته شود ** توتیای دیده‌ی خسته شود
  • Ey inci, kırıldığına acınma... Kırılmakla parlayacak apaydın olacaksın!
  • ای در از اشکست خود بر سر مزن ** کز شکستن روشنی خواهی شدن
  • Böyle o kırık dökük söylenecek... Fakat Allah ganidir, sonunda onu düzgün bir hale getirir.
  • همچنین اشکسته بسته گفتنیست ** حق کند آخر درستش کو غنیست
  • Buğday, kırıldı, ufalandıysa zayi olmadı ya... Un haline geldi de dükkâna girdi, ekmek oldu. 345
  • گندم ار بشکست و از هم در سکست ** بر دکان آمد که نک نان درست
  • Ey âşık, senin de suçun belli oldu... Artık suyu yağı bırak da kırık dökük bir hale gel!
  • تو هم ای عاشق چو جرمت گشت فاش ** آب و روغن ترک کن اشکسته باش
  • Âdem’in has çocuklarına mahsustur bu... Onlar, “Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” derler.
  • آنک فرزندان خاص آدم‌اند ** نفحه‌ی انا ظلمنا می‌دمند
  • Sen de hacetini arz et, lânetlenmiş yüzsüz iblis gibi delil getirmeye kalkışma!
  • حاجت خود عرضه کن حجت مگو ** هم‌چو ابلیس لعین سخت‌رو
  • Yok, eğer yüzsüzlük, İblis’in ayıbını örttüyse sen de inada giriş, yüzsüzlükte bulun, bu yolda çalış, didin!
  • سخت‌رویی گر ورا شد عیب‌پوش ** در ستیز و سخت‌رویی رو بکوش
  • Ebucehil, Peygamber’den, kindar Oğuz Türk’ü gibi bir mucize istedi. 350
  • آن ابوجهل از پیمبر معجزی ** خواست هم‌چون کینه‌ور ترکی غزی
  • Fakat Allah Sıddık’ı mucize istemedi, bu yüzün sahibi zaten doğrudan başka bir şey söyleyemez ki dedi.
  • لیک آن صدیق حق معجز نخواست ** گفت این رو خود نگوید جز که راست
  • Sen nerede, senin gibi birisinin benliğe düşerek benim gibi bir sevgiliyi sınaması nerede?
  • کی رسد هم‌چون توی را کز منی ** امتحان هم‌چو من یاری کنی
  • Bir Yahudi’nin, Allah yüzünü ulu etsin Ali’ye “Eğer Allah’ın korumasına güveniyorsan kendini bu yapının üstünden at” demesi, Müminler emîri’nin ona cevabı
  • گفتن آن جهود علی را کرم الله وجهه کی اگر اعتماد داری بر حافظی حق از سر این کوشک خود را در انداز و جواب گفتن امیرالمومنین او را
  • Allah’ı ululamayı bilmeyen bir inatçı, bir gün Murtaza’ya dedi ki:
  • مرتضی را گفت روزی یک عنود ** کو ز تعظیم خدا آگه نبود
  • “Peki yüksek bir yapının damındasın... Ey aklı başında olan, Allah’ın koruyacağını biliyorsun değil mi?”
  • بر سر بامی و قصری بس بلند ** حفظ حق را واقفی ای هوشمند
  • Murtaza, evet dedi... O koruyucudur, ganidir... Bizim varlığımızı, bizi ta çocukluğumuzdan adamlığımıza kadar hep o korur, o görüp gözetir! 355
  • گفت آری او حفیظست و غنی ** هستی ما را ز طفلی و منی
  • Yahudi, peki dedi... Mademki öyledir, kendini bu damdan aşağıya at... Allah’ın koruyuculuğuna tamamı ile güven!
  • گفت خود را اندر افکن هین ز بام ** اعتمادی کن بحفظ حق تمام
  • Kendini aşağıya at da ben de adamakıllı inandığını anlayayım, güzelim inanışını, deliliyle göreyim!
  • تا یقین گرددمرا ایقان تو ** و اعتقاد خوب با برهان تو
  • Müminler emiri ona dedi ki: sus, defol git de bu cüret yüzünden canın belaya sataşmasın!
  • پس امیرش گفت خامش کن برو ** تا نگردد جانت زین جرات گرو
  • Kulun, iptilalara düşerek Allah’ı sınaması hiç yaraşır mı?
  • کی رسد مر بنده را که با خدا ** آزمایش پیش آرد ز ابتلا
  • A nadan, a budala, kulun ne haddi vardır ki edepsizliğe kalkışıp Allah’ı sınamaya girişsin? 360
  • بنده را کی زهره باشد کز فضول ** امتحان حق کند ای گیج گول
  • Sınama Allah’a yaraşır... O, kullarını her an sınar durur.
  • آن خدا را می‌رسد کو امتحان ** پیش آرد هر دمی با بندگان
  • Bu sınamayla da içimizde gizlediğimiz inanışlarımızı bize apaçık gösterir.
  • تا به ما ما را نماید آشکار ** که چه داریم از عقیده در سرار
  • Âdem, bu suçla, bu hata ile Hakk’ı sınadım dedi mi hiç?
  • هیچ آدم گفت حق را که ترا ** امتحان کردم درین جرم و خطا
  • “Padişahım, senin hilmin nereye kadardır? Onu görmek istedim” gibi bir söz söyledi mi hiç? Ah, bu mecal kimde var, kimde?
  • تا ببینم غایت حلمت شها ** اه کرا باشد مجال این کرا
  • Senin aklın şaşmış, pek sersemlemişsin... özrün günahından beter! 365
  • عقل تو از بس که آمد خیره‌سر ** هست عذرت از گناه تو بتر
  • Gök kubbeyi yücelteni sınamak ha! Sen, bunu ne bilirsin ki?
  • آنک او افراشت سقف آسمان ** تو چه دانی کردن او را امتحان
  • A hayrı, şerri bilmeyen, sen kendini sına, başkasını değil!
  • ای ندانسته تو شر و خیر را ** امتحان خود را کن آنگه غیر را
  • Kendini sınadın mı başkalarını sınamadanvazgeçersin.
  • امتحان خود چو کردی ای فلان ** فارغ آیی ز امتحان دیگران
  • Şeker parçası olduğunu bildin mi, şeker yapılan ve satılan yere layık olduğunu da bilirsin.
  • چون بدانستی که شکردانه‌ای ** پس بدانی کاهل شکرخانه‌ای
  • Sınamaksızın şunu bil ki Allah, yersiz, zamansız şeker göndermez sana. 370
  • پس بدان بی‌امتحانی که اله ** شکری نفرستدت ناجایگاه
  • Sınamaksızın şunu bil ki eğer başsan Allah, seni ayakkabı konan yere göndermez!
  • این بدان بی‌امتحان از علم شاه ** چون سری نفرستدت در پایگاه