English    Türkçe    فارسی   

4
3453-3502

  • Fakat bu hileyle onu nasıl içebilirsin ki Tanrı, onu kafirlere hâram etmiştir.
  • تو بدین تزویر چون نوشی از آن ** چون حرامش کرد حق بر کافران
  • A iftiralara uğramış iftiracı, hileyi düzeni yaratan Tanrı, nasıl olur da senin hilene, düzenine kapılır?
  • خالق تزویر تزویر ترا ** کی خرد ای مفتری مفترا
  • Musa kavminden ol... hilenin faydası yok... senin hilen yel ölçmekten ibaret! 3455
  • آل موسی شو که حیلت سود نیست ** حیله‌ات باد تهی پیمودنیست
  • Suyun haddimi var, Tanrı emrini terk etsin de kafirlere su olsun!
  • زهره دارد آب کز امر صمد ** گردد او با کافران آبی کند
  • Sen sanıyor musun ki ekmek yemektesin? Yılan zehri, ömür törpüsü yiyorsun sen!
  • یا تو پنداری که تو نان می‌خوری ** زهر مار و کاهش جان می‌خوری
  • Fakat sevgilinin buyruğunu terk eden kişiye nasıl yarar?
  • نان کجا اصلاح آن جانی کند ** کو دل از فرمان جانان بر کند
  • Sanır mısın ki Mesnevi sözlerini okuyasın da ucuzca, bedavaca duyasın, anlayasın!
  • یا تو پنداری که حرف مثنوی ** چون بخوانی رایگانش بشنوی
  • Yahut hikmet sözleri ve gizli sırlar, kolayca kulağına girsin ağzına gelsin! 3460
  • یا کلام حکمت و سر نهان ** اندر آید زغبه در گوش و دهان
  • Duyarsın, duyarsın ama sana masal gibi gelir... dışyüzünü duyarsın, iç yüzünü değil!
  • اندر آید لیک چون افسانه‌ها ** پوست بنماید نه مغز دانه‌ها
  • Bir güzel, başına, yüzüne çarşafını örtmüş, senden yüzünü gizlemiş!
  • در سر و رو در کشیده چادری ** رو نهان کرده ز چشمت دلبری
  • İnadından Kuran, sana nasıl gelirse Şehname yahut Kilile ve Demine de öyle gelir!
  • شاه‌نامه یا کلیله پیش تو ** هم‌چنان باشد که قرآن از عتو
  • İnayet sürmesi gözünü aydınlatır, açarsa doğrucuyla mecazı o vakit ayırt eder, anlarsın!
  • فرق آنگه باشد از حق و مجاز ** که کند کحل عنایت چشم باز
  • Yoksa koku almayan adama mis de bir, fışkı da... değil mi ki koku almıyor! 3465
  • ورنه پشک و مشک پیش اخشمی ** هر دو یکسانست چون نبود شمی
  • Ululuk ıssı Tanrının sözünü okumaktan maksat kendini usançtan, elemden kurtarmaktır.
  • خویشتن مشغول کردن از ملال ** باشدش قصد از کلام ذوالجلال
  • Çünkü vesvese ve gussa ateşi, bu sözle yatışır... bu söz, insanın derdine deva olur.
  • کاتش وسواس را و غصه را ** زان سخن بنشاند و سازد دوا
  • Bu kadar bir ateşi söndürmede akılca duru ve temiz su da birdir, sidik de!
  • بهر این مقدار آتش شاندن ** آب پاک و بول یکسان شدن به فن
  • Vesvese ateşini, su da sidik de... her ikisi de uykunun, dert ve gussa ateşini söndürmesi gibi söndürür.
  • آتش وسواس را این بول و آب ** هر دو بنشانند هم‌چون وقت خواب
  • Fakat Tanrının ruhlu sözü olan bu temiz suyun, 3470
  • لیک گر واقف شوی زین آب پاک ** که کلام ایزدست و روحناک
  • Candan bütün vesveseleri tamamı ile giderdiğini bilsen gönül, gül bahçesinin yolunu bulur, o bahçeye varır.
  • نیست گردد وسوسه کلی ز جان ** دل بیابد ره به سوی گلستان
  • Çünkü Tanrı kitaplarının sırrından bir koku alan, bağlarda, dere kıyılarında uçar durur.
  • زانک در باغی و در جویی پرد ** هر که از سر صحف بویی برد
  • Sen yoksa velilerin yüzünü de bizim gördüğümüz gibi midir sanırsın?
  • یا تو پنداری که روی اولیا ** آنچنان که هست می‌بینیم ما
  • Peygamber bile müminler nasıl oluyor da benim yüzümü göremiyorlar diye hayrette kaldı.
  • در تعجب مانده پیغامبر از آن ** چون نمی‌بینند رویم مومنان
  • Halk, nasıl oluyor da yüzümün nurunu görmüyorlar? Halbuki o nur, doğu güneşinin nurunu bile aştı... 3475
  • چون نمی‌بینند نور روم خلق ** که سبق بردست بر خورشید شرق
  • Yok, görüp duruyorlarsa bu şaşırma nedir? diyordu. Nihayet o yüz, gizlilikler âlemindedir diye vahiy geldi.
  • ور همی‌بینند این حیرت چراست ** تا که وحی آمد که آن رو در خفاست
  • Yüzünü kâfirler görmesin diye sence ay ama halka göre bulut.
  • سوی تو ماهست و سوی خلق ابر ** تا نبیند رایگان روی تو گبر
  • Bu şaraptan halk ve ileri gelenler içmesin diye sence tane ama halka göre tuzak!
  • سوی تو دانه‌ست و سوی خلق دام ** تا ننوشد زین شراب خاص عام
  • Tanrı, “Onlar sana bakarlar” fakat hamam duvarındaki resimlere benzerler... “Bakarlar da görmezler” dedi.
  • گفت یزدان که تراهم ینظرون ** نقش حمامند هم لا یبصرون
  • Ey resme tapan, resim de o iki sönük gözle sana bakar,öyle görünür. 3480
  • می‌نماید صورت ای صورت‌پرست ** که آن دو چشم مرده‌ی او ناظرست
  • Onun huzurunda terbiyeni takınırsın... fakat onun hiç aldırış etmediğini görünce neden bana riayet etmiyor ki diye hayretlere düşersin.
  • پیش چشم نقش می‌آری ادب ** کو چرا پاسم نمی‌دارد عجب
  • Neden bu güzel resim, sorularına cevap vermiyor... neden verdiğim selâmı almıyor?
  • از چه پس بی‌پاسخست این نقش نیک ** که نمی‌گوید سلامم را علیک
  • Ben, ona yüzlerce secde ettiğim halde neden o, bir lûtfedip başını, sakalını oynatmıyor dersin?
  • می‌نجنباند سر و سبلت ز جود ** پاس آنک کردمش من صد سجود
  • Tanrı da dış âlemde görünmez, baş oynatmaz ama buna karşılık içine öyle bir zevk verir ki,
  • حق اگر چه سر نجنباند برون ** پاس آن ذوقی دهد در اندرون
  • O zevk, iki yüz baş sallamaya değer... işte akıl ve can böyle baş sallar! 3485
  • که دو صد جنبیدن سر ارزد آن ** سر چنین جنباند آخر عقل و جان
  • Çalışıp çabalar akla hizmet edersen aklın sana yapacağı şey şudur: Seni doğru yola ulaştırır; bu yola ulaşma vesilelerini arttırır.
  • عقل را خدمت کنی در اجتهاد ** پاس عقل آنست که افزاید رشاد
  • Tanrı sana açıkça baş sallamaz ama seni başlara başbuğ yapar!
  • حق نجنباند به ظاهر سر ترا ** لیک سازد بر سران سرور ترا
  • Tanrı, sana gizlice öyle bir şey verir ki bütün dünyadakiler sana secde ederler.
  • مر ترا چیزی دهد یزدان نهان ** که سجود تو کنند اهل جهان
  • Nitekim bir taşa da değer verdi mi o taş, yani altın, halka göre yüce olur.
  • آنچنان که داد سنگی را هنر ** تا عزیز خلق شد یعنی که زر
  • Bir katra su, tanrı lûtfuna nail olur da inci kesilir, altını bile geçer. 3490
  • قطره‌ی آبی بیابد لطف حق ** گوهری گردد برد از زر سبق
  • Beden topraktır, fakat Tanrı ona bir ışık verdi mi âlemi kaplamada, dünyayı zapt etmede ay gibi üstat olur.
  • جسم خاکست و چو حق تابیش داد ** در جهان‌گیری چو مه شد اوستاد
  • Kendine gel... bu hükümdarlar, bir tılsımdan, ölü bir resimden ibarettirler. Fakat bakar gibi görünürler de ahmakların yollarını keserler.
  • هین طلسمست این و نقش مرده است ** احمقان را چشمش از ره برده است
  • Bakar, göz kırpar gibi görünürler de aptallar, onlara bir varlık verir, onları delil edinirler!
  • می‌نماید او که چشمی می‌زند ** ابلهان سازیده‌اند او را سند
  • Kıpti’nin,İsrailoğlundan hayır dua dilemesi,İsrailoğlunun da Kıpti’ye hayır duada bulunması,duasının kerem sahiplerinin kerem sahibi,merhametlilerin merhametlisi Tanrı tarafından kabul edilmesi
  • در خواستن قبطی دعای خیر و هدایت از سبطی و دعا کردن سبطی قبطی را به خیر و مستجاب شدن از اکرم الاکرمین وارحم الراحمین
  • Kıpti dedi ki: Sen bana bir duada bulun... çünkü benim gönlüm kapkara, bu yüzden de o ağız yok!
  • گفت قبطی تو دعایی کن که من ** از سیاهی دل ندارم آن دهن
  • Dua et de belki bu gönlün kilidi açılır... çirkin, güzeller meclisinde yer alır. 3495
  • که بود که قفل این دل وا شود ** زشت را در بزم خوبان جا شود
  • Çarpılmış kişi dua bereketiyle güzelleşir... yahut da bir şeytan, yeniden melek olur!
  • مسخی از تو صاحب خوبی شود ** یا بلیسی باز کروبی شود
  • Yahut da kuru dal, Meryem’in elindeki kuvvetle misler kokar, yaş bir hale gelir, meyve verir!
  • یا بفر دست مریم بوی مشک ** یابد و تری و میوه شاخ خشک
  • İsrailoğlu o anda secdeye kapandı da dedi ki: Ey Tanrı, ey aşikâr ve gizli işleri bilen!
  • سبطی آن دم در سجود افتاد و گفت ** کای خدای عالم جهر و نهفت
  • Kul, senden başka kimin huzurunda el kavuşturur? Dua da senden, duayı kabul etmede senden!
  • جز تو پیش کی بر آرد بنده دست ** هم دعا و هم اجابت از توست
  • Önce duaya meyil veren de sensin... sonradan duayı kabul eden de sen! 3500
  • هم ز اول تو دهی میل دعا ** تو دهی آخر دعاها را جزا
  • Evvel de sensin, âhır da sen... bizse arada söze bile gelmeyecek hiçin hiçi!   
  • اول و آخر توی ما در میان ** هیچ هیچی که نیاید در بیان
  • Böyle söylenip dururken nihayet leğeni damdan düştü... gönlü kendinden geçti.
  • این چنین می‌گفت تا افتاد طشت ** از سر بام و دلش بیهوش گشت