English    Türkçe    فارسی   

4
3496-3545

  • Çarpılmış kişi dua bereketiyle güzelleşir... yahut da bir şeytan, yeniden melek olur!
  • مسخی از تو صاحب خوبی شود ** یا بلیسی باز کروبی شود
  • Yahut da kuru dal, Meryem’in elindeki kuvvetle misler kokar, yaş bir hale gelir, meyve verir!
  • یا بفر دست مریم بوی مشک ** یابد و تری و میوه شاخ خشک
  • İsrailoğlu o anda secdeye kapandı da dedi ki: Ey Tanrı, ey aşikâr ve gizli işleri bilen!
  • سبطی آن دم در سجود افتاد و گفت ** کای خدای عالم جهر و نهفت
  • Kul, senden başka kimin huzurunda el kavuşturur? Dua da senden, duayı kabul etmede senden!
  • جز تو پیش کی بر آرد بنده دست ** هم دعا و هم اجابت از توست
  • Önce duaya meyil veren de sensin... sonradan duayı kabul eden de sen! 3500
  • هم ز اول تو دهی میل دعا ** تو دهی آخر دعاها را جزا
  • Evvel de sensin, âhır da sen... bizse arada söze bile gelmeyecek hiçin hiçi!   
  • اول و آخر توی ما در میان ** هیچ هیچی که نیاید در بیان
  • Böyle söylenip dururken nihayet leğeni damdan düştü... gönlü kendinden geçti.
  • این چنین می‌گفت تا افتاد طشت ** از سر بام و دلش بیهوش گشت
  • Dua ederken tekrar kendisine geldi... "İnsan, ancak çalıştığını elde eder!"
  • باز آمد او به هوش اندر دعا ** لیس للانسان الا ما سعی
  • O dua ile meşgulken Kıpti'nin yüreği coştu. Ansızın bir nara attı, bir kükredi.
  • در دعا بود او که ناگه نعره‌ای ** از دل قبطی بجست و غره‌ای
  • Dedi ki: "Durma, hemen bana iman ederken ne diyeceğini öğret de derhal eski zünnarımı keseyim! 3505
  • که هلا بشتاب و ایمان عرضه کن ** تا ببرم زود زنار کهن
  • Canıma bir ateştir saldılar... bir şeytana , candan bir iltifattır ettiler.
  • آتشی در جان من انداختند ** مر بلیسی را به جان بنواختند
  • Senin dostunum seni görmeden duramam... Allahya hamt olsun bu dostluk, nihayet elimi tuttu.
  • دوستی تو و از تو ناشکفت ** حمدلله عاقبت دستم گرفت
  • Sohbetlerin bir kimya idi herhalde... gönül evinden ayağın eksik olmasın!
  • کیمیایی بود صحبتهای تو ** کم مباد از خانه‌ی دل پای تو
  • Sen cennet fidanından bir daldın... ona yapıştım da beni cennete dek götürdü.
  • تو یکی شاخی بدی از نخل خلد ** چون گرفتم او مرا تا خلد برد
  • Bedenimi kapıp götüren bir seldi... bu sel, beni de lûtuf ve ihsan denizinin kıyısına dek iletti. 3510
  • سیل بود آنک تنم را در ربود ** برد سیلم تا لب دریای جود
  • Su ümidiyle sele doğru gittim; fakat denizi gördüm, kile kile inciler elde ettim."
  • من به بوی آب رفتم سوی سیل ** بحر دیدم در گرفتم کیل کیل
  • İsrailoğlu ona hadi, şimdi su al diye tas getirdi. Kıpti dedi ki: Yürü git sular gözümde hor hakîr oldu.
  • طاس آوردش که اکنون آب‌گیر ** گفت رو شد آبها پیشم حقیر
  • Allah müminleri satın aldı sırrından bir şerbet içtim ki artık kıyamete kadar susamam ben!
  • شربتی خوردم ز الله اشتری ** تا به محشر تشنگی ناید مرا
  • Irmaklara kaynaklara su ihsan eden, içimde bir kaynaktır coşturdu!
  • آنک جوی و چشمه‌ها را آب داد ** چشمه‌ای در اندرون من گشاد
  • Ciğerim susuzluktan yanıp kavrulmakta, su istemekteydi... şimdi öyle bir himmete nail oldu ki suyu hakir görmede! 3515
  • این جگر که بود گرم و آب‌خوار ** گشت پیش همت او آب خوار
  • Kaf hâ yâ ayn sâd vadindeki doğruluğa delil olarak Allah, Kâfi adının "Kef"i oldu.
  • کاف کافی آمد او بهر عباد ** صدق وعده‌ی کهیعص
  • Kâfiyim, sana bütün hayırları, sebepsiz, başkasının yardımını vasıta etmeden veririm.
  • کافیم بدهم ترا من جمله خیر ** بی‌سبب بی‌واسطه‌ی یاری غیر
  • Kâfiyim, seni ekmeksiz tutuyorum... ordusuz, askersiz sana beylik, padişahlık ihsan ederim...
  • کافیم بی‌نان ترا سیری دهم ** بی‌سپاه و لشکرت میری دهم
  • Bahar olmadığı halde sana nergis ve ağustos gülü verir; kitapsız ustasız sana bilgiler belletirim...
  • بی‌بهارت نرگس و نسرین دهم ** بی‌کتاب و اوستا تلقین دهم
  • Kâfiyim, ilaçsız sıhhat verir; mezarı, kuyuyu meydan haline getiririm... 3520
  • کافیم بی داروت درمان کنم ** گور را و چاه را میدان کنم
  • Musa'ya bütün âlemin başına indirsin diye bir sopa verir; kuvvet kudret bağlarım...
  • موسیی را دل دهم با یک عصا ** تا زند بر عالمی شمشیرها
  • Musa'nın eline bir nur, bir parlaklık veririm ki güneşe bile tokat atar!
  • دست موسی را دهم یک نور و تاب ** که طپانچه می‌زند بر آفتاب
  • Sopayı yedi başlı yılan haline getiririm... hem öyle bir yılan ki erkek bir yılanın belinden gelmemiş, dişi bir yılandan doğmamış.
  • چوب را ماری کنم من هفت سر ** که نزاید ماده مار او را ز نر
  • Nil suyuna kan karıştırmam; kudretimle suyunu kan haline getiririm.
  • خون نیامیزم در آب نیل من ** خود کنم خون عین آبش را به فن
  • Nil suyu gibi neşeni gam haline getiririm de bir daha neşeye yol bulamazsın. 3525
  • شادیت را غم کنم چون آب نیل ** که نیابی سوی شادیها سبیل
  • Sonra tekrar imanını yeniledim mi yine Firavundan bezersin.
  • باز چون تجدید ایمان بر تنی ** باز از فرعون بیزاری کنی
  • Görürsün ki rahmet Musa'sı gelmiş... kan gibi görünen Nil, onun yüzünden su olmuş!
  • موسی رحمت ببینی آمده ** نیل خون بینی ازو آبی شده
  • İçten ipin ucunu bırakmazsan zevk Nil'in hiç kan kesilmez.
  • چون سر رشته نگه داری درون ** نیل ذوق تو نگردد هیچ خون
  • Ben, iman edeyim de bu kan tufanından bir su içeyim diyordum.
  • من گمان بردم که ایمان آورم ** تا ازین طوفان خون آبی خورم
  • Ben ne bilirdim ki Allah beni değiştirecek, gönlümü başka bir hale koyacak da beni Nil yapacak! 3530
  • من چه دانستم که تبدیلی کند ** در نهاد من مرا نیلی کند
  • Başkalarının gözünde eskisi gibiyim ama benim gözüme akıp duran bir Nil görünmede!
  • سوی چشم خود یکی نیلم روان ** برقرارم پیش چشم دیگران
  • Nitekim bu âlem de Peygamberin gözüne tespihe gark olmuş görünmede... bize göreyse aptalca durup duruyor.
  • هم‌چنانک این جهان پیش نبی ** غرق تسبیحست و پیش ما غبی
  • Onun gözüne bu âlem aşk ve ihsanla dolmuş görünüyor; başkasının gözüne ise ölü ve cansız.
  • پیش چشمش این جهان پر عشق و داد ** پیش چشم دیگران مرده و جماد
  • Yukarı olsun, aşağı olsun onca her yer, hızlı hızlı yürümede... o, taştan topraktan nükteler duymada!
  • پست و بالا پیش چشمش تیزرو ** از کلوخ و خشت او نکته شنو
  • Halbuki halka bunların hepsi kapalı... her şey ölü görünmede... ben, bundan daha ziyade şaşılacak bir perde görmedim. 3535
  • با عوام این جمله بسته و مرده‌ای ** زین عجب‌تر من ندیدم پرده‌ای
  • Bütün mezarlar bizce bir. Fakat velilerin gözünde kimisi cennet bahçesi, kimisi cehennem çukuru!
  • گورها یکسان به پیش چشم ما ** روضه و حفره به چشم اولیا
  • Halk, Peygamber ekşi suratlı; neden böyle niye zevki yok ki derlerdi.
  • عامه گفتندی که پیغامبر ترش ** از چه گشتست و شدست او ذوق‌کش
  • İleri gelenlerse derlerdi ki: Sizin gözünüze öyle görünüyor o.
  • خاص گفتندی که سوی چشمتان ** می‌نماید او ترش ای امتان
  • Bir zamancağız bizim gözümüzle bakın da "Heletâ" daki gülüşleri görün hele!
  • یک زمان درچشم ما آیید تا ** خنده‌ها بینید اندر هل اتی
  • O ters şey, armut ağacının üstünde öyle görünür... a genç ağaçtan in de bak! 3540
  • از سر امرود بن بنماید آن ** منعکس صورت بزیر آ ای جوان
  • O armut ağacı, varlık ağacıdır... sen orada oldukça sana yeni şey eski görünür.
  • آن درخت هستی است امرودبن ** تا بر آنجایی نماید نو کهن
  • O ağacın üstünde oldukça âlem pis bir dikenlik, kızgın akreplerle, yılanlarla dopdolu bir yer görünür.
  • تا بر آنجایی ببینی خارزار ** پر ز کزدمهای خشم و پر ز مار
  • Fakat ağaçtan inersen derhal âlemi gül yüzlü dilberlerle, dadılarla, tayalarla dolu görürsün!
  • چون فرود آیی ببینی رایگان ** یک جهان پر گل‌رخان و دایگان
  • Kötü karının, kocasına o görünen kötü hayaller, armut ağacının üstünden adamın gözüne öyle görünür.. aşağıya in de hayaller gitsin demesi. Birisi, o adamın gördüğü hayal değildi ki derse şu cevabı veririz: Bu misaldir, mesel değil. Misalin bu kadar oluşu da kâfi. Eğer armut ağacına çıkmasaydı ister hayal olsun, ister hakikat gördüklerini görmeyecekti ya!
  • حکایت آن زن پلیدکار کی شوهر را گفت کی آن خیالات از سر امرودبن می‌نماید ترا کی چنینها نماید چشم آدمی را سر آن امرودبن از سر امرودبن فرود آی تا آن خیالها برود و اگر کسی گوید کی آنچ آن مرد می‌دید خیال نبود و جواب این مثالیست نه مثل در مثال همین قدر بس بود کی اگر بر سر امرودبن نرفتی هرگز آنها ندیدی خواه خیال خواه حقیقت
  • Bir kadın oynaşı ile aptal kocasının gözü önünde sevişip buluşmak istiyordu.
  • آن زنی می‌خواست تا با مول خود ** بر زند در پیش شوی گول خود
  • Kocasına a iyi talihli kişi, ağaca çıkıp meyve toplamak istiyorum dedi. 3545
  • پس به شوهر گفت زن کای نیکبخت ** من برآیم میوه چیدن بر درخت