English    Türkçe    فارسی   

4
353-402

  • Allah’ı ululamayı bilmeyen bir inatçı, bir gün Murtaza’ya dedi ki:
  • “Peki yüksek bir yapının damındasın... Ey aklı başında olan, Allah’ın koruyacağını biliyorsun değil mi?”
  • Murtaza, evet dedi... O koruyucudur, ganidir... Bizim varlığımızı, bizi ta çocukluğumuzdan adamlığımıza kadar hep o korur, o görüp gözetir! 355
  • Yahudi, peki dedi... Mademki öyledir, kendini bu damdan aşağıya at... Allah’ın koruyuculuğuna tamamı ile güven!
  • Kendini aşağıya at da ben de adamakıllı inandığını anlayayım, güzelim inanışını, deliliyle göreyim!
  • Müminler emiri ona dedi ki: sus, defol git de bu cüret yüzünden canın belaya sataşmasın!
  • Kulun, iptilalara düşerek Allah’ı sınaması hiç yaraşır mı?
  • A nadan, a budala, kulun ne haddi vardır ki edepsizliğe kalkışıp Allah’ı sınamaya girişsin? 360
  • Sınama Allah’a yaraşır... O, kullarını her an sınar durur.
  • Bu sınamayla da içimizde gizlediğimiz inanışlarımızı bize apaçık gösterir.
  • Âdem, bu suçla, bu hata ile Hakk’ı sınadım dedi mi hiç?
  • “Padişahım, senin hilmin nereye kadardır? Onu görmek istedim” gibi bir söz söyledi mi hiç? Ah, bu mecal kimde var, kimde?
  • Senin aklın şaşmış, pek sersemlemişsin... özrün günahından beter! 365
  • Gök kubbeyi yücelteni sınamak ha! Sen, bunu ne bilirsin ki?
  • A hayrı, şerri bilmeyen, sen kendini sına, başkasını değil!
  • Kendini sınadın mı başkalarını sınamadanvazgeçersin.
  • Şeker parçası olduğunu bildin mi, şeker yapılan ve satılan yere layık olduğunu da bilirsin.
  • Sınamaksızın şunu bil ki Allah, yersiz, zamansız şeker göndermez sana. 370
  • Sınamaksızın şunu bil ki eğer başsan Allah, seni ayakkabı konan yere göndermez!
  • Akıllı kişi, hiç değerli bir inciyi abdes hane de sidik gölcüğüne atar mı?
  • Anlayışlı hâkim bile buğdayı saman ambarına göndermez.
  • Mürit, önden giden, kılavuz olan şeyhi sınamaya kalkışırsa eşektir.
  • Din yolunda onu sınamaya kalkıştın mı a hakikatten haberi olmayan, sen sınanmış olursun... 375
  • Senin cüretin, senin bilgisizliğin çırçıplak olur, âleme yayılır... Yoksa o, bu araştırmayla nereden anlaşılır; nasıl meydana çıkar?
  • A yiğidim, bir zerre, kalkar da dağı tartmağa girişirse terazisi parçalanır gider!
  • Onlarda kendi akıllarınca bir terazi düzenler de Allah erini o teraziyle tartmağa kalkarlar!
  • Hâlbuki o, akıl terazisine bile sığmaz... Akıl terazisini bile kırar, parçalar!
  • Onu sınamak, ona emrine göre hükmetmek gibidir... Öyle bir padişaha buyruk buyurtmaya kalkışma sakın! 380
  • Hiç ressamlar, öyle bir ressamı sınayabilir, öyle bir ressama hüküm yürütebilir mi?
  • Eğer ressama bir sınama belirdiyse, ressam bir sınama bilgisine sahip olsaydı onu da çizen yine o ressam değil midir?
  • Artık o ressamın bilgisindeki suretlere nazaran bu ressamın çizdiği suret nedir ki?
  • Sana bir sınama vesvesesi geldi mi onu kötü talih bil... Gelip çatmış, boynunu vurmuştur!
  • Böyle bir vesveseye uğradın mı çabucacık Allah’a dön secdeye var... 385
  • Secde yerini gözyaşlarınla ısla... Ey Allah, beni bu şüpheden kurtar de!
  • Sınamayı diledin mi işte o zaman din mescidin keçiboynuzuyla dolu demektir!
  • Mescid-i Aksa ve keçiboynuzu, Davut aleyhisselâm’ın, Süleyman aleyhisselâm’dan önce o mescidi yapmaya niyetlenmesi
  • Davut iyiden iyi taşla Mescid-i Aksâ’yı yapmaya niyetlendi, bu niyetle daraldı, bu işe girişmeyi iyice kurdu.
  • Allah, “Bu işten vazgeç... Bu mescidi sen yapamazsın.
  • Ey seçilmiş kişi, Mescid-i Aksâ’yı senin yapmanı biz takdir etmedik” diye kendisine vahiy etti. 390
  • Davut “Ey sırları bilen Allah, suçum nedir? Neden mescidi yapma diyorsun bana?” dedi.
  • Allah dedi ki: “Suçsuzsun, suçun yok ama kanlara girmişsin... Mazlumların kanlarını boynuna almışsın!
  • Senin sesinden sayısız halk can verdi; sayısız halk, ona av oldu!
  • Sesin bir hayli kana girmiş, canlar yakan güzel nağmelerin bir hayli adamı canından etmiştir!”
  • Davut dedi ki: “Senin mağlûbundum, senin sarhoşundum... Elim, senin kuvvet ve kudretinle bağlıydı. 395
  • Padişah mağlûp olana acınmaz mı? Mağlûp, âdeta yok demek değil midir?
  • Allah buyurdu ki: Bu mağlûp, öyle bir yoktur ki vara nispetle zahiren yok olmuş değildir, iyice anlayın bunu!
  • Bu çeşit yok olan, kendinden geçmiş, var olanların en iyisi, en ulusu olmuştur.
  • O, Allah sıfatlarına nispetle yoktur... Fakat hakikatte ona yoklukta bir varlık vardır.
  • Bütün ruhlar onun tedbirindedir... Bütün cesetler onun hükmündedir. 400
  • Bizim lütfumuza mağlup olan iradesiz, ihtiyarsız ve âciz kalmış değildir; o, bizim sevgimizde ihtiyar sahibi olmuştur.
  • Zaten ihtiyar ve iradenin sonu da budur, yani insanın mevhum irade ve ihtiyarının bu makamda yok oluşudur.