English    Türkçe    فارسی   

4
3546-3595

  • Ağaca çıkınca kocasına baktı ağlamaya başladı.
  • چون برآمد بر درخت آن زن گریست ** چون ز بالا سوی شوهر بنگریست
  • Dedi ki: A merdut ahlâksız... üstündeki lûti kim?
  • گفت شوهر را کای مابون رد ** کیست آن لوطی که بر تو می‌فتد
  • Karı gibi onun altına yatmışsın... meğerse sen ne ibneymişsin!
  • تو به زیر او چو زن بغنوده‌ای ** ای فلان تو خود مخنث بوده‌ای
  • Kocası senin başın döndü galiba... çünkü burada benden başka kimse yok dedi.
  • گفت شوهر نه سرت گویی بگشت ** ورنه اینجا نیست غیر من به دشت
  • Kadın o üstüne binen kalpaklı herif kim, söyle hele diye birkaç kere daha sordu, söylendi. 3550
  • زن مکرر کرد که آن با برطله ** کیست بر پشتت فرو خفته هله
  • Adam,a kadın ağaçtan in; başın döndü; adam akıllı bunadın sen dedi.
  • گفت ای زن هین فرود آ از درخت ** که سرت گشت و خرف گشتی تو سخت
  • Kadın, ağaçtan indi; kocası ağaca çıktı. Kadın da oynaşını göğsüne çekti.
  • چون فرود آمد بر آمد شوهرش ** زن کشید آن مول را اندر برش
  • Kocası bağırdı: A orospu maymun gibi üstüne çıkan o adam kim?
  • گفت شوهر کیست آن ای روسپی ** که به بالای تو آمد چون کپی
  • Kadın burada benden başka kimse yok ki dedi... kendine gel, senin başın döndü galiba, saçmalama.
  • گفت زن نه نیست اینجا غیر من ** هین سرت برگشته شد هرزه متن
  • Adam, bu sözü birkaç kere söylediyse de kadın, "Bu armut ağacından olacak! 3555
  • او مکرر کرد بر زن آن سخن ** گفت زن این هست از امرودبن
  • Ben de armut ağacının üstündeyken öyle şeyler gördüm be hey kaltaban!
  • از سر امرودبن من هم‌چنان ** کژ همی دیدم که تو ای قلتبان
  • Aşağıya inde bak... benden başka kimse yok, bütün bu hayaller armut ağacından!
  • هین فرود آ تا ببینی هیچ نیست ** این همه تخییل از امروبنیست
  • Şaka ve lâtife bir şey belletmeye yarar... onu ciddi gibi dinle; görünüşte lâtife oluşuna kapılma!
  • هزل تعلیمست آن را جد شنو ** تو مشو بر ظاهر هزلش گرو
  • Her ciddi şey, maskaralara göre maskaralık, şakadır... fakat akıllara göre de lâtifeler, ciddidir.
  • هر جدی هزلست پیش هازلان ** هزلها جدست پیش عاقلان
  • Aklı kıt olanlar armut ağacı ararlar... fakat bu armut ağacından o armut ağacına uzun bir yol var! 3560
  • کاهلان امرودبن جویند لیک ** تا بدان امرودبن راهیست نیک
  • Armut ağacından inde yürümeye koyul... senin gözün de kamaşmış yüzün de!
  • نقل کن ز امرودبن که اکنون برو ** گشته‌ای تو خیره‌چشم و خیره‌رو
  • Bu ağaç, benliktir... evvelki varlıktır. İnsan, bu varlıkla kaldıkça gözü şaşı olur, olmayacak şeyler görür.
  • این منی و هستی اول بود ** که برو دیده کژ و احول بود
  • Fakat armut ağacından indin mi düşüncede de bir eğrilik, sapıklık kalmaz, gözde de sözde de!
  • چون فرود آیی ازین امرودبن ** کژ نماند فکرت و چشم و سخن
  • O vakit bu ağacı,dalları yedinci kat göğe kadar yücelmiş büyük bir devlet ağacı olmuş görürsün.
  • یک درخت بخت بینی گشته این ** شاخ او بر آسمان هفتمین
  • Aşağı indin de ondan ayrıldın mı Allah, rahmetiyle o ağacı değiştirir. 3565
  • چون فرود آیی ازو گردی جدا ** مبدلش گرداند از رحمت خدا
  • Bu aşağıya inme, bu tevazu yüzünden Allah gözüne doğru bir görüş kabiliyeti verir.
  • زین تواضع که فرود آیی خدا ** راست بینی بخشد آن چشم ترا
  • Doğru görüş kolay ve bedava olsaydı Mustafa Allahdan bu görüşü diler miydi?
  • راست بینی گر بدی آسان و زب ** مصطفی کی خواستی آن را ز رب
  • Dedi ki: "Yarabbi, yukarıda olsun, aşağıda olsun, her cüzü bana olduğu gibi göster!"
  • گفت بنما جزو جزو از فوق و پست ** آنچنان که پیش تو آن جزو هست
  • Aşağıya indikten sonra yine o ağaca çık... çünkü artık o ağaç, "OL" emriyle değişmiş yeşermiştir.
  • بعد از آن بر رو بر آن امرودبن ** که مبدل گشت و سبز از امر کن
  • Musa'nın ağacına dönmüştür bu ağaç! Pılını pırtını Musa'nın bulunduğu yere çekersen görürüsün ki, 3570
  • چون درخت موسوی شد این درخت ** چون سوی موسی کشانیدی تو رخت
  • Bu ağacı ateş yeşertir, neşeli bir hale kor... dalı, "Şüphe yok ben Allahyım der durur!"
  • آتش او را سبز و خرم می‌کند ** شاخ او انی انا الله می‌زند
  • Gölgesinde bütün hacetler reva olur... işte ilâhî kimya böyledir.
  • زیر ظلش جمله حاجاتت روا ** این چنین باشد الهی کیمیا
  • Artık o benlik, o varlık helâl olur sana... çünkü onda ululuk ıssı Allahnın sıfatlarını görürüsün!
  • آن منی و هستیت باشد حلال ** که درو بینی صفات ذوالجلال
  • Eğri ağaç doğrulur, Allah'ı gösterir... "Kökü yerdedir dalları budakları gökte!"
  • شد درخت کژ مقوم حق‌نما ** اصله ثابت و فرعه فی‌السما
  • باقی قصه‌ی موسی علیه‌السلام
  • O ağaca, yani Hz. Musa’ya: “Eğriliği bırak, doğru ol!” diye, mühim bir vahiy gelmiştir. (T.M.) 3575
  • که آمدش پیغام از وحی مهم ** که کژی بگذار اکنون فاستقم
  • Bu beden ağacı, Musa’nın asası gibidir. Musa’ya, “Onu elinden at” diye, emir gelmiştir. (T.M.)
  • این درخت تن عصای موسیست ** که امرش آمد که بیندازش ز دست
  • تا ببینی خیر او و شر او ** بعد از آن بر گیر او را ز امر هو
  • Hz. Musa, onu yere atmadan evvel asa, değnekten başka bir şey değildi. Fakat Hz. Musa, onu emr-i ilahî ile tekrar eline alınca, iyileşti. (T.M.)
  • پیش از افکندن نبود او غیر چوب ** چون به امرش بر گرفتی گشت خوب
  • O asa, evvelce, koyunlara ağaçlardan yaprak çırpmak için kullanılırdı. Musa’nın elinde, Firavun’u ve tebaasını acze düşüren bir mucize oldu. (T.M.)
  • اول او بد برگ‌افشان بره را ** گشت معجز آن گروه غره را
  • Firavun’a uyanların başına hakim kesildi, sularını kana tebdil etti. Ellerini başlarına vurmaya mecbur etti. (T.M.) 3580
  • گشت حاکم بر سر فرعونیان ** آبشان خون کرد و کف بر سر زنان
  • Ekinlerini çekirgeler yedikleri için, tarlalarının mahsulü, kıtlık ile ölüm oldu. (T.M.)
  • از مزارعشان برآمد قحط و مرگ ** از ملخهایی که می‌خوردند برگ
  • Nihayet, onların akıbetine nazar eden ve imana gelmeyeceklerini anlayan Hz. Musa’dan, bila ihtiyar bir dua sadır oldu. (T.M.)
  • تا بر آمد بی‌خود از موسی دعا ** چون نظر افتادش اندر منتها
  • Bu cemaat doğrulmayacak olduktan sonra, bu kadar çalışmak ve mucizeler göstermek ne içindir? (T.M.)
  • کین همه اعجاز و کوشیدن چراست ** چون نخواهند این جماعت گشت راست
  • Allah’tan emir geldi ki: “Nuh Peygambere tabiî ol da, işin sonunu görmeyi bırak!” (T.M.)
  • امر آمد که اتباع نوح کن ** ترک پایان‌بینی مشروح کن
  • İşin sonunu, görmezlikten ve bilmezlikten gel! “Allah’ın emirlerini tebliğ eyle!” emri vardır. O emir, boşuna değildir. (T.M.) 3585
  • زان تغافل کن چو داعی رهی ** امر بلغ هست نبود آن تهی
  • Israrının bir hikmeti, onların inatlarının aşikâr olmasıdır. (T.M.)
  • کمترین حکمت کزین الحاح تو ** جلوه گردد آن لجاج و آن عتو
  • Böylece, hidayet ve dalaletin Hakk’tan olduğu, açıkça fark edilip herkesçe bilinir. (T.M.)
  • تا که ره بنمودن و اضلال حق ** فاش گردد بر همه اهل و فرق
  • Çünkü varlıktan maksat, Allah’ın isimlerinin ve sıfatlarının zuhura gelmesidir. İnsanları, nasihatle ve azdırmakla imtihan gerek! (T.M.)
  • چونک مقصود از وجود اظهار بود ** بایدش از پند و اغوا آزمود
  • Şeytan azdırmaya uğraşır, şeyh ise, doğru yola getirmeye çalışır. (T.M.)
  • دیو الحاح غوایت می‌کند ** شیخ‌الحاح هدایت می‌کند
  • Musibetler üst üste gelip, hüzün ve keder verdi. Nil nehri de, Kıptiler için tamamıyla kandan ibaret oldu. (T.M.) 3590
  • چون پیاپی گشت آن امر شجون ** نیل می‌آمد سراسر جمله خون
  • Nihayet, Firavun, bizzat Musa Aleyhisselamın huzurunda eğilip yalvardı. (T.M.)
  • تا بنفس خویش فرعون آمدش ** لابه می‌کردش دو تا گشته قدش
  • Ey Sultan! Söz söyleyecek yüzümüz yoksa da, bizim yaptıklarımızı, sen bize yapma! (T.M.)
  • کانچ ما کردیم ای سلطان مکن ** نیست ما را روی ایراد سخن
  • Parça parça olmuşum, niyazımız kabul et. Ben, izzet ve azamete alışmışım, bana sert muamele etme! (T.M.)
  • پاره پاره گردمت فرمان‌پذیر ** من بعزت خوگرم سختم مگیر
  • Ey emin Musa! Haydi, dudağını merhametle kımıldat da, belanın bu ateşli ağzı kapansın. (T.M.)
  • هین بجنبان لب به رحمت ای امین ** تا ببندد این دهانه‌ی آتشین
  • Musa Aleyhisselam, dedi ki: “Ya Rabbi! Firavun, beni aldatıyor; ama seni aldatamaz!” (T.M.) 3595
  • گفت یا رب می‌فریبد او مرا ** می‌فریبد او فریبنده‌ی ترا