- Peygamber "Görün bakayım da bu beden, duygunun ne derece zayıf ve kuvvetsiz olduğunu anlasın" dedi.
- گفت بنما تا ببیند این جسد ** تا چد حد حس نازکست و بیمدد
- İnsanın bedenine Ait duygusu noksandır. Fakat içinde pek ulu, güzel bir huy vardır.
- آدمی را هست حس تن سقیم ** لیک در باطن یکی خلقی عظیم
- İnsanın bedeni ile ruhu taşla demire benzer. Fakat bu taşla demir, sıfat ve eser bakımından bir çakmaktır. 3760
- بر مثال سنگ و آهن این تنه ** لیک هست او در صفت آتشزنه
- Ateş, taşla demirden doğar... doğar da bu iki babaya kahırlar yağdırır!
- سنگ وآهن مولد ایجاد نار ** زاد آتش بر دو والد قهربار
- Ateş, bedene ait bir sıfattır... fakat bedeni kahreder, alevler çıkarır!
- باز آتش دستکار وصف تن ** هست قاهر بر تن او و شعلهزن
- Öyle olduğu halde yine bedende öyle bir ışık vardır ki ışık, İbrahim gibi ateş burcunu kahreder!
- باز در تن شعله ابراهیموار ** که ازو مقهور گردد برج نار
- Hâsılı o bilgili peygamber "Biz, ileri gidenlerin artta gelenleriyiz" remzini söyledi.
- لاجرم گفت آن رسول ذو فنون ** رمز نحن الاخرون السابقون
- Görünüşte bu ikisi de bir örse zebundur ama sıfat ve tesir bakımından demir madenlerinden bile üstündür. 3765
- ظاهر این دو بسندانی زبون ** در صفت از کان آهنها فزون
- İşte insan da görünüşte cihanın fer'i dir... fakat sıfat bakımından insanı, cihanın, aslı bil!
- پس به صورت آدمی فرع جهان ** وز صفت اصل جهان این را بدان
- İnsan zâhiren bir sivri sineğin tesiriyle mustarip olur; fakat içyüzü, yedi kat göğü bile kaplamıştır.
- ظاهرش را پشهای آرد به چرخ ** باطنش باشد محیط هفت چرخ
- Peygamber, Cebrail'in asli suretiyle görünmesine ısrar edince Cebrail, birazcık göründü... fakat öyle heybetliydi ki dağ bile görse paramparça olurdu.
- چونک کرد الحاح بنمود اندکی ** هیبتی که که شود زومند کی
- Bir kanadı doğuydu, batıyı kaplayıverdi... Mustafa, görünce heybetinden kendinden geçti.
- شهپری بگرفته شرق و غرب را ** از مهابت گشت بیهش مصطفی
- Cebrail Mustafa'yı korkusundan baygın bir halde görünce kucakladı, bağrına bastı. 3770
- چون ز بیم و ترس بیهوشش بدید ** جبرئیل آمد در آغوشش کشید
- O heybet, yabancıların nasibi... bu lûtufsa dostların kısmeti!
- آن مهابت قسمت بیگانگان ** وین تجمش دوستان را رایگان
- Padişahlar, tahtlarına, oturdular mı çevrelerinde ellerinde kılıçları bulunan heybetli çavuşlar bulunur.
- هست شاهان را زمان بر نشست ** هول سرهنگان و صارمها به دست
- Bu çavuşlarda sopalar, mızraklar, kılıçlar vardır... aslanlar bile onları görse heybetlerinden titrerler.
- دور باش و نیزه و شمشیرها ** که بلرزند از مهابت شیرها
- Çavuşların seslerinden, çevgânlarından canlar ürker, heybetlerinden herkes korkar!
- بانگ چاوشان و آن چوگانها ** که شود سست از نهیبش جانها
- Fakat bu yoldaki alelâde, yahut ileri gelen halka, padişahlar padişahından haber vermek içindir. 3775
- این برای خاص وعام رهگذر ** که کندشان از شهنشاهی خبر
- Bu heybet, halk ululanmasın, kimse başına ululuk külâhını giymesin diyedir, halka bir gösteriştir.
- از برای عام باشد این شکوه ** تا کلاه کبر ننهند آن گروه
- Bu suretle onların benliğinin kırılması, kendini görüp beğenen nefsin, az fesatta bulunması, az kötülük etmesi istenir.
- تا من و ماهای ایشان بشکند ** نفس خودبین فتنه و شر کم کند
- Padişahın kahır zamanı kudreti ve gazabı bulunduğu bu suretle halka bildirilmiş olur da şehir emniyette kalır.
- شهر از آن آمن شود کان شهریار ** دارد اندر قهر زخم و گیر و دار
- Böyle nefislerdeki kötülük hevesleri ölür... padişahın heybeti, o kötülüklere mâni olur.
- پس بمیرد آن هوسها در نفوس ** هیبت شه مانع آید زان نحوس
- Fakat padişah hususi meclislere geldi mi orada heybet mi kalır, kısas mı? 3780
- باز چون آید به سوی بزم خاص ** کی بود آنجا مهابت یا قصاص
- Padişah orada pek halimdir; merhametleri coşar... âlemde ancak çenkle neyin coşkunluğunu işitirsin.
- حلم در حلمست و رحمتها به جوش ** نشنوی از غیر چنگ و ناخروش
- Savaş zamanında heybetli davullar, kösler çalınır... işret zamanında da ileri gelenlerle konuşulur, çenk sesi duyulur.
- طبل و کوس هول باشد وقت جنگ ** وقت عشرت با خواص آواز چنگ
- Halka soru, hesap divanı... peri yüzlü güzellere de şarap kadehi!
- هست دیوان محاسب عام را ** وان پری رویان حریف جام را
- O zırh, o tulga savaşta giyilir... bu ipekli kumaşlarla çalgı padişahın sayvanında giyilip çalınır.
- آن زره وآن خود مر چالیشراست ** وین حریر و رود مر تعریشراست
- Ey cömert er, bu sözün sonu yoktur... Allah, doğruyu daha iyi bilir ya, bitir artık bu sözü! 3785
- این سخن پایان ندارد ای جواد ** ختم کن والله اعلم بالرشاد
- Hazreti Ahmet'teki o batmış olan duygu, şimdi Medine topraklarında uyumakta...
- اندر احمد آن حسی کو غاربست ** خفته این دم زیر خاک یثربست
- Saflar yaran o ulu huysa hiç değişmemiş... doğruluk makamında!
- وآن عظیم الخلق او کان صفدرست ** بیتغیر مقعد صدق اندرست
- Değişenler bedene ait sıfatlar... baki olan ruhsa apaydın bir güneş.
- جای تغییرات اوصاف تنست ** روح باقی آفتابی روشنست
- O hiç değişmez, hiç başka bir hale gelmez... çünkü ne doğudandır ne batıdan!
- بی ز تغییری که لا شرقیة ** بی ز تبدیلی که لا غربیة
- Hiç güneş zerreden kendini kaybeder mi? Hiç ışık pervaneye bakıp da kendinden geçer mi? 3790
- آفتاب از ذره کی مدهوش شد ** شمع از پروانه کی بیهوش شد
- Hazreti Ahmet'in bedeninin o yüce ruhla alâkası vardı... bu değişme, bil ki bedene ait bir haldir.
- جسم احمد را تعلق بد بدآن ** این تغیر آن تن باشد بدان
- Hastalık gibi, uyku ve ağrı gibi... can bu sıfatlardan arıdır.
- همچو رنجوری و همچون خواب و درد ** جان ازین اوصاف باشد پاک و فرد
- Anlatamam... yoksa canın vasfına bir girişsem bu dünyaya da deprenti düşer, oluş âlemine de!
- خود نتانم ور بگويم وصف جان ** زلزله افتد در اين كون و مكان
- Onun tilkisi bir an perişan olduysa can aslanı o anda uykuda olmalı herhalde.
- روبهش گر یک دمی آشفته بود ** شیر جان مانا که آن دم خفته بود
- Uykudan münezzeh olan o aslan uykudaydı. İşte sana hem yumuşak ve hilm, hem de korkunç ve heybetli bir aslan! 3795
- خفته بود آن شیر کز خوابست پاک ** اینت شیر نرمسار سهمناک
- Aslan kendini öylece uyur gösterir... bütün bu köpekler de sahiden uyuyor, hatta ölmüş sanırlar!
- خفته سازد شیر خود را آنچنان ** که تمامش مرده دانند این سگان
- Yoksa âlemde kimin ne kudreti olurdu ki bir zayıftan en ehemmiyetsiz şeyi bile çalıp çırpsın!
- ورنه در عالم کرا زهره بدی ** که ربودی از ضعیفی تربدی
- Cebrail'e baktı da Hazreti Ahmet'in ancak köpüğü yaralandı... denizi köpük sevgisiyle coştu, köpürdü.
- کف احمد زان نظر مخدوش گشت ** بحر او از مهر کف پرجوش گشت
- Ay, baştan başa eldir, avuçtur, vericidir, nurlar saçar. Ayın eli, avucu yoksa ne zararı var ki? Varsın olmasın!
- مه همه کفست معطی نورپاش ** ماه را گر کف نباشد گو مباش
- Hazreti Ahmet eğer o ulu ve yüce kanadını açarsa Cebrail, ebedi olarak kendisinden geçip gider. 3800
- احمد ار بگشاید آن پر جلیل ** تا ابد بیهوش ماند جبرئیل
- Ahmet, sidreden ve Cebrail'in gözetme yerinden, makamından sınırından geçince,
- چون گذشت احمد ز سدره و مرصدش ** وز مقام جبرئیل و از حدش
- Cebrail'e "Hadi ardımca uç" dedi. Cebrail dedi ki: "Yürü, yürü ben senin eşin, eşitin değilim!"
- گفت او را هین بپر اندر پیم ** گفت رو رو من حریف تو نیم
- Hazreti Ahmet tekrar "Ey perdeleri yakan, gel... ben daha kendi yüce makamıma gitmedim ki" dedi.
- باز گفت او را بیا ای پردهسوز ** من باوج خود نرفتستم هنوز
- Cebrail dedi ki: "A benim güzel nurlu arkadaşım, bir kanat çırpıp buradan ileriye geçsem kolum kanadım yanar!"
- گفت بیرون زین حد ای خوشفر من ** گر زنم پری بسوزد پر من
- Bu hikayeler hayret içinde hayrettir... Allah hasları, daha has olanların ahvalini görünce kendilerinden geçerler. 3805
- حیرت اندر حیرت آمد این قصص ** بیهشی خاصگان اندر اخص
- Bütün kendinden geçişler, burada oyundan ibarettir... ne kadar canın var ki senin? Burası can verme makamıdır!
- بیهشیها جمله اینجا بازیست ** چند جان داری که جان پردازیست
- Ey Cebrail, ister yüce ol, ister büyük... sen ne pervanesin ne de mum!
- جبرئیلا گر شریفی و عزیز ** تو نهای پروانه و نه شمع نیز