- Bu suretle onların benliğinin kırılması, kendini görüp beğenen nefsin, az fesatta bulunması, az kötülük etmesi istenir.
- تا من و ماهای ایشان بشکند ** نفس خودبین فتنه و شر کم کند
- Padişahın kahır zamanı kudreti ve gazabı bulunduğu bu suretle halka bildirilmiş olur da şehir emniyette kalır.
- شهر از آن آمن شود کان شهریار ** دارد اندر قهر زخم و گیر و دار
- Böyle nefislerdeki kötülük hevesleri ölür... padişahın heybeti, o kötülüklere mâni olur.
- پس بمیرد آن هوسها در نفوس ** هیبت شه مانع آید زان نحوس
- Fakat padişah hususi meclislere geldi mi orada heybet mi kalır, kısas mı? 3780
- باز چون آید به سوی بزم خاص ** کی بود آنجا مهابت یا قصاص
- Padişah orada pek halimdir; merhametleri coşar... âlemde ancak çenkle neyin coşkunluğunu işitirsin.
- حلم در حلمست و رحمتها به جوش ** نشنوی از غیر چنگ و ناخروش
- Savaş zamanında heybetli davullar, kösler çalınır... işret zamanında da ileri gelenlerle konuşulur, çenk sesi duyulur.
- طبل و کوس هول باشد وقت جنگ ** وقت عشرت با خواص آواز چنگ
- Halka soru, hesap divanı... peri yüzlü güzellere de şarap kadehi!
- هست دیوان محاسب عام را ** وان پری رویان حریف جام را
- O zırh, o tulga savaşta giyilir... bu ipekli kumaşlarla çalgı padişahın sayvanında giyilip çalınır.
- آن زره وآن خود مر چالیشراست ** وین حریر و رود مر تعریشراست
- Ey cömert er, bu sözün sonu yoktur... Allah, doğruyu daha iyi bilir ya, bitir artık bu sözü! 3785
- این سخن پایان ندارد ای جواد ** ختم کن والله اعلم بالرشاد
- Hazreti Ahmet'teki o batmış olan duygu, şimdi Medine topraklarında uyumakta...
- اندر احمد آن حسی کو غاربست ** خفته این دم زیر خاک یثربست
- Saflar yaran o ulu huysa hiç değişmemiş... doğruluk makamında!
- وآن عظیم الخلق او کان صفدرست ** بیتغیر مقعد صدق اندرست
- Değişenler bedene ait sıfatlar... baki olan ruhsa apaydın bir güneş.
- جای تغییرات اوصاف تنست ** روح باقی آفتابی روشنست
- O hiç değişmez, hiç başka bir hale gelmez... çünkü ne doğudandır ne batıdan!
- بی ز تغییری که لا شرقیة ** بی ز تبدیلی که لا غربیة
- Hiç güneş zerreden kendini kaybeder mi? Hiç ışık pervaneye bakıp da kendinden geçer mi? 3790
- آفتاب از ذره کی مدهوش شد ** شمع از پروانه کی بیهوش شد
- Hazreti Ahmet'in bedeninin o yüce ruhla alâkası vardı... bu değişme, bil ki bedene ait bir haldir.
- جسم احمد را تعلق بد بدآن ** این تغیر آن تن باشد بدان
- Hastalık gibi, uyku ve ağrı gibi... can bu sıfatlardan arıdır.
- همچو رنجوری و همچون خواب و درد ** جان ازین اوصاف باشد پاک و فرد
- Anlatamam... yoksa canın vasfına bir girişsem bu dünyaya da deprenti düşer, oluş âlemine de!
- خود نتانم ور بگويم وصف جان ** زلزله افتد در اين كون و مكان
- Onun tilkisi bir an perişan olduysa can aslanı o anda uykuda olmalı herhalde.
- روبهش گر یک دمی آشفته بود ** شیر جان مانا که آن دم خفته بود
- Uykudan münezzeh olan o aslan uykudaydı. İşte sana hem yumuşak ve hilm, hem de korkunç ve heybetli bir aslan! 3795
- خفته بود آن شیر کز خوابست پاک ** اینت شیر نرمسار سهمناک
- Aslan kendini öylece uyur gösterir... bütün bu köpekler de sahiden uyuyor, hatta ölmüş sanırlar!
- خفته سازد شیر خود را آنچنان ** که تمامش مرده دانند این سگان
- Yoksa âlemde kimin ne kudreti olurdu ki bir zayıftan en ehemmiyetsiz şeyi bile çalıp çırpsın!
- ورنه در عالم کرا زهره بدی ** که ربودی از ضعیفی تربدی
- Cebrail'e baktı da Hazreti Ahmet'in ancak köpüğü yaralandı... denizi köpük sevgisiyle coştu, köpürdü.
- کف احمد زان نظر مخدوش گشت ** بحر او از مهر کف پرجوش گشت
- Ay, baştan başa eldir, avuçtur, vericidir, nurlar saçar. Ayın eli, avucu yoksa ne zararı var ki? Varsın olmasın!
- مه همه کفست معطی نورپاش ** ماه را گر کف نباشد گو مباش
- Hazreti Ahmet eğer o ulu ve yüce kanadını açarsa Cebrail, ebedi olarak kendisinden geçip gider. 3800
- احمد ار بگشاید آن پر جلیل ** تا ابد بیهوش ماند جبرئیل
- Ahmet, sidreden ve Cebrail'in gözetme yerinden, makamından sınırından geçince,
- چون گذشت احمد ز سدره و مرصدش ** وز مقام جبرئیل و از حدش
- Cebrail'e "Hadi ardımca uç" dedi. Cebrail dedi ki: "Yürü, yürü ben senin eşin, eşitin değilim!"
- گفت او را هین بپر اندر پیم ** گفت رو رو من حریف تو نیم
- Hazreti Ahmet tekrar "Ey perdeleri yakan, gel... ben daha kendi yüce makamıma gitmedim ki" dedi.
- باز گفت او را بیا ای پردهسوز ** من باوج خود نرفتستم هنوز
- Cebrail dedi ki: "A benim güzel nurlu arkadaşım, bir kanat çırpıp buradan ileriye geçsem kolum kanadım yanar!"
- گفت بیرون زین حد ای خوشفر من ** گر زنم پری بسوزد پر من
- Bu hikayeler hayret içinde hayrettir... Allah hasları, daha has olanların ahvalini görünce kendilerinden geçerler. 3805
- حیرت اندر حیرت آمد این قصص ** بیهشی خاصگان اندر اخص
- Bütün kendinden geçişler, burada oyundan ibarettir... ne kadar canın var ki senin? Burası can verme makamıdır!
- بیهشیها جمله اینجا بازیست ** چند جان داری که جان پردازیست
- Ey Cebrail, ister yüce ol, ister büyük... sen ne pervanesin ne de mum!
- جبرئیلا گر شریفی و عزیز ** تو نهای پروانه و نه شمع نیز
- Mum yanınca pervaneyi çağırdı mı pervanenin canı yanmadan çekinmez!
- شمع چون دعوت کند وقت فروز ** جان پروانه نپرهیزد ز سوز
- Bu ters sözü göm de aksine olarak aslanı, yaban eşeğine av yap.
- این حدیث منقلب را گور کن ** شیر را برعکس صید گور کن
- İçinden sözler alıp âleme saçtığın tulumun ağzını kapa... saçma sapan sözler dağarcığını açma! 3810
- بند کن مشک سخنشاشیت را ** وا مکن انبان قلماشیت را
- Gözleri yeryüzünden geçememiş, yükselmemiş olan kişiye bu sözler ters ve saçma gelir.
- آنک بر نگذشت اجزاش از زمین ** پیش او معکوس و قلماشیست این
- Onlara aykırı harekette bulunma; onlarla hoş geçinmeye bak ey garip olarak onların evlerine konmuş olan sevgili.
- لا تخالفهم حبیبی دارهم ** یا غریبا نازلا فی دارهم
- Diledikleri, istedikleri şeyi ver, onları razı et, ey onların yurtlarına konmuş, orayı yurt edinmiş olan dost!
- اعط ما شائوا وراموا وارضهم ** یا ظعینا ساکنا فیارضهم
- Padişaha ulaşıncaya dek, onun güzelim naz ve edalarını görünceye kadar ey Rey'li, Maragal'lıyla hoş geçin!
- تا رسیدن در شه و در ناز خوش ** رازیا با مرغزی میساز خویش
- Ey Musa zamane Firavun'unun tapısında yumuşak söz söylemek gerek! 3815
- موسیا در پیش فرعون زمن ** نرم باید گفت قولا لینا
- Kaynayan yağın üstüne su dökersen ocağı da yakarsın tencereyi de!
- آب اگر در روغن جوشان کنی ** دیگدان و دیگ را ویران کنی
- Yumuşak söyle ama sakın doğrudan gayrı bir şey söyleme... yumuşak sözlerle vesveseler satmaya kalkışma!
- نرم گو لیکن مگو غیر صواب ** وسوسه مفروش در لین الخطاب
- İkindi oldu, sözü kısa kes ey ikindisi, asrı uyandıran er!
- وقت عصر آمد سخن کوتاه کن ** ای که عصرت عصر را آگاه کن
- Toprak yemeyi âdet edinmiş adama bozuk düzen bir yumuşaklık göstererek toprak verme... şeker daha iyidir de!
- گو تو مر گلخواره را که قند به ** نرمی فاسد مکن طینش مده
- Harfle sesle alıverişin yok ama yine de can sözlerine can bahçesisin sen! 3820
- نطق جان را روضهی جانیستی ** گر ز حرف و صوت مستغنیستی
- Şeker kamışlığına asılakonan şu eşek başı, nice kişileri hor hakîr bir hale koydu!
- این سر خر در میان قندزار ** ای بسا کس را که بنهادست خار
- Onu uzaktan gören, orada ancak o var sandı... hani mağlup olan koç kıçın kıçın geri gider ya; o da öyle geri gitti.
- ظن ببرد از دور کان آنست و بس ** چون قج مغلوب وا میرفت پس
- Harf suretini mâna bağına, yüce ve güzelim bahçeye konan eşek başı bil!
- صورت حرف آن سر خر دان یقین ** در رز معنی و فردوس برین
- Ey Hak Ziyası Hüsameddin, bu eşek başını kavun karpuz bostanına getir.
- ای ضیاء الحق حسام الدین در آر ** این سر خر را در آن بطیخزار
- Getir de eşek başı, salhanede nasıl öldüyse bu çiğ erin piştiği yer de ona başka bir hayat versin! 3825
- تا سر خر چون بمرد از مسلخه ** نشو دیگر بخشدش آن مطبخه
- İşte bizden suret düzmek, senden can vermek... hayır, yanlış söyledim... bu da senden, o da!
- هین ز ما صورتگری و جان ز تو ** نه غلط هم این خود و هم آن ز تو