- Hazreti Ahmet eğer o ulu ve yüce kanadını açarsa Cebrail, ebedi olarak kendisinden geçip gider. 3800
- احمد ار بگشاید آن پر جلیل ** تا ابد بیهوش ماند جبرئیل
- Ahmet, sidreden ve Cebrail'in gözetme yerinden, makamından sınırından geçince,
- چون گذشت احمد ز سدره و مرصدش ** وز مقام جبرئیل و از حدش
- Cebrail'e "Hadi ardımca uç" dedi. Cebrail dedi ki: "Yürü, yürü ben senin eşin, eşitin değilim!"
- گفت او را هین بپر اندر پیم ** گفت رو رو من حریف تو نیم
- Hazreti Ahmet tekrar "Ey perdeleri yakan, gel... ben daha kendi yüce makamıma gitmedim ki" dedi.
- باز گفت او را بیا ای پردهسوز ** من باوج خود نرفتستم هنوز
- Cebrail dedi ki: "A benim güzel nurlu arkadaşım, bir kanat çırpıp buradan ileriye geçsem kolum kanadım yanar!"
- گفت بیرون زین حد ای خوشفر من ** گر زنم پری بسوزد پر من
- Bu hikayeler hayret içinde hayrettir... Allah hasları, daha has olanların ahvalini görünce kendilerinden geçerler. 3805
- حیرت اندر حیرت آمد این قصص ** بیهشی خاصگان اندر اخص
- Bütün kendinden geçişler, burada oyundan ibarettir... ne kadar canın var ki senin? Burası can verme makamıdır!
- بیهشیها جمله اینجا بازیست ** چند جان داری که جان پردازیست
- Ey Cebrail, ister yüce ol, ister büyük... sen ne pervanesin ne de mum!
- جبرئیلا گر شریفی و عزیز ** تو نهای پروانه و نه شمع نیز
- Mum yanınca pervaneyi çağırdı mı pervanenin canı yanmadan çekinmez!
- شمع چون دعوت کند وقت فروز ** جان پروانه نپرهیزد ز سوز
- Bu ters sözü göm de aksine olarak aslanı, yaban eşeğine av yap.
- این حدیث منقلب را گور کن ** شیر را برعکس صید گور کن
- İçinden sözler alıp âleme saçtığın tulumun ağzını kapa... saçma sapan sözler dağarcığını açma! 3810
- بند کن مشک سخنشاشیت را ** وا مکن انبان قلماشیت را
- Gözleri yeryüzünden geçememiş, yükselmemiş olan kişiye bu sözler ters ve saçma gelir.
- آنک بر نگذشت اجزاش از زمین ** پیش او معکوس و قلماشیست این
- Onlara aykırı harekette bulunma; onlarla hoş geçinmeye bak ey garip olarak onların evlerine konmuş olan sevgili.
- لا تخالفهم حبیبی دارهم ** یا غریبا نازلا فی دارهم
- Diledikleri, istedikleri şeyi ver, onları razı et, ey onların yurtlarına konmuş, orayı yurt edinmiş olan dost!
- اعط ما شائوا وراموا وارضهم ** یا ظعینا ساکنا فیارضهم
- Padişaha ulaşıncaya dek, onun güzelim naz ve edalarını görünceye kadar ey Rey'li, Maragal'lıyla hoş geçin!
- تا رسیدن در شه و در ناز خوش ** رازیا با مرغزی میساز خویش
- Ey Musa zamane Firavun'unun tapısında yumuşak söz söylemek gerek! 3815
- موسیا در پیش فرعون زمن ** نرم باید گفت قولا لینا
- Kaynayan yağın üstüne su dökersen ocağı da yakarsın tencereyi de!
- آب اگر در روغن جوشان کنی ** دیگدان و دیگ را ویران کنی
- Yumuşak söyle ama sakın doğrudan gayrı bir şey söyleme... yumuşak sözlerle vesveseler satmaya kalkışma!
- نرم گو لیکن مگو غیر صواب ** وسوسه مفروش در لین الخطاب
- İkindi oldu, sözü kısa kes ey ikindisi, asrı uyandıran er!
- وقت عصر آمد سخن کوتاه کن ** ای که عصرت عصر را آگاه کن
- Toprak yemeyi âdet edinmiş adama bozuk düzen bir yumuşaklık göstererek toprak verme... şeker daha iyidir de!
- گو تو مر گلخواره را که قند به ** نرمی فاسد مکن طینش مده
- Harfle sesle alıverişin yok ama yine de can sözlerine can bahçesisin sen! 3820
- نطق جان را روضهی جانیستی ** گر ز حرف و صوت مستغنیستی
- Şeker kamışlığına asılakonan şu eşek başı, nice kişileri hor hakîr bir hale koydu!
- این سر خر در میان قندزار ** ای بسا کس را که بنهادست خار
- Onu uzaktan gören, orada ancak o var sandı... hani mağlup olan koç kıçın kıçın geri gider ya; o da öyle geri gitti.
- ظن ببرد از دور کان آنست و بس ** چون قج مغلوب وا میرفت پس
- Harf suretini mâna bağına, yüce ve güzelim bahçeye konan eşek başı bil!
- صورت حرف آن سر خر دان یقین ** در رز معنی و فردوس برین
- Ey Hak Ziyası Hüsameddin, bu eşek başını kavun karpuz bostanına getir.
- ای ضیاء الحق حسام الدین در آر ** این سر خر را در آن بطیخزار
- Getir de eşek başı, salhanede nasıl öldüyse bu çiğ erin piştiği yer de ona başka bir hayat versin! 3825
- تا سر خر چون بمرد از مسلخه ** نشو دیگر بخشدش آن مطبخه
- İşte bizden suret düzmek, senden can vermek... hayır, yanlış söyledim... bu da senden, o da!
- هین ز ما صورتگری و جان ز تو ** نه غلط هم این خود و هم آن ز تو
- Ey apaçık âlemi aydınlatan güneş, gökyüzünde övülmüşsün sen... yer de seni tanısın, yeryüzünde de ebediyen övül!
- بر فلک محمودی ای خورشید فاش ** بر زمین هم تا ابد محمود باش
- Övül de yere mensup olanlarda, yüce gök ehliyle gönülleri bir, kıbleleri bir, huyları bir olsunlar!
- تا زمینی با سمایی بلند ** یکدل و یکقبله و یکخو شوند
- Ayrılık kalksın, şirk ve ikilik kalmasın! Zaten manevi varlık da ancak birlik vardır.
- تفرقه برخیزد و شرک و دوی ** وحدتست اندر وجود معنوی
- Benim canım senin canını tanıdı mı görüp geçirdikleri şeylerin aynı şeyler olduğunu hatırlarlar. 3830
- چون شناسد جان من جان ترا ** یاد آرند اتحاد ماجری
- Yeryüzünde Musa ve Harun kesilirler... sütle bal gibi güzelce birbirlerine karışır, kaynaşırlar.
- موسی و هارون شوند اندر زمین ** مختلط خوش همچو شیر و انگبین
- Fakat azıcık tanır, bilir de inkâr ederse bu inkâr edişi de birliği örten bir perdeden ibarettir.
- چون شناسد اندک و منکر شود ** منکریاش پردهی ساتر شود
- Nice tanıyıp bilenler de sonra yüz çevirdiler... İşte o ay yüzlü, bu çeşit adamın şükretmeyişine kızdı ya!
- پس شناسایی بگردانید رو ** خشم کرد آن مه ز ناشکری او
- Bu yüzden kötü can, Peygamber'in canını tanımadı da tekmeledi ya!
- زین سبب جان نبی را جان بد ** ناشناسا گشت و پشت پای زد
- Bunların hepsini okudun, bildin... şimdi "Lem yekün" suresini de oku da bu eski kâfirin inadını, ısrarını bil! 3835
- این همه خواندی فرو خوان لم یکن ** تا بدانی لج این گبر کهن
- Hazreti Ahmet'in sureti, bu âleme ziya salmadan önce onun vasıfları, her kâfirin muskasıydı.
- پیش از آنک نقش احمد فر نمود ** نعت او هر گبر را تعویذ بود
- Böyle bir zat var, gelecek derlerdi... yüzünün hayaliyle yürekleri çarpardı!
- کین چنین کس هست تا آید پدید ** از خیال روش دلشان میطپید
- Secde ederler, ey insanların Rabbi, onu ne kadar mümkünse o kadar tez meydana çıkar diye yalvarırlardı.
- سجده میکردند کای رب بشر ** در عیان آریش هر چه زودتر
- Hazreti Ahmet'in adı ile fetih dilerler... düşmanları, bu yüzden baş aşağı gelirdi.
- تا به نام احمد از یستفتحون ** یاغیانشان میشدندی سرنگون
- Nerede bir korkunç savaş olsa Hazreti Ahmet'in döne döne hücumu, onlara yardım ederdi. 3840
- هر کجا حرب مهولی آمدی ** غوثشان کراری احمد بدی
- Nerede müzmin bir hastalığa uğrasalar onu anarlar da bu suretle şifa bulurlardı.
- هر کجا بیماری مزمن بدی ** یاد اوشان داروی شافی شدی
- Sureti, gönüllerinde, kulaklarında, ağızlarında ve yollarındaydı.
- نقش او میگشت اندر راهشان ** در دل و در گوش و در افواهشان
- Fakat onun hakikî suretini her çakal bulabilir mi hiç? O suret, ancak, onun fer'iydi, yani hayalden ibaretti.
- نقش او را کی بیابد هر شعال ** بلک فرع نقش او یعنی خیال
- Onun sureti duvara aksettiyse duvarın gönlünden kan damlar.
- نقش او بر روی دیوار ار فتد ** از دل دیوار خون دل چکد
- Sureti, duvara öyle bir kutlu gelir ki duvar, derhal iki yüzlülükten kurtulur. 3845
- آنچنان فرخ بود نقشش برو ** که رهد در حال دیوار از دو رو
- Temiz ve pak kişilerin temizliğine nispetle o iki yüzlülük duvara ayıptır doğrusu.
- گشته با یکرویی اهل صفا ** آن دورویی عیب مر دیوار را
- Fakat nihayet onu görünce bütün bu ululamayı, yüceltmeyi... bütün bu sevgiyi âdeta yel aldı, götürdü.
- این همه تعظیم و تفخیم و وداد ** چون بدیدندش به صورت برد باد
- Kalp akçe ateşi görünce hemen karardı... hiç kalp, kalbe yol bulabilir mi ki?
- قلب آتش دید و در دم شد سیاه ** قلب را در قلب کی بودست راه
- Kalp, mihenk taşına iştiyakını söyler durur, kendisine uyanları bu suretle şüphelere salar...
- قلب میزد لاف اشواق محک ** تا مریدان را دراندازد به شک