English    Türkçe    فارسی   

4
3819-3855

  • Toprak yemeyi âdet edinmiş adama bozuk düzen bir yumuşaklık göstererek toprak verme... şeker daha iyidir de!
  • گو تو مر گل‌خواره را که قند به ** نرمی فاسد مکن طینش مده
  • Harfle sesle alıverişin yok ama yine de can sözlerine can bahçesisin sen! 3820
  • نطق جان را روضه‌ی جانیستی ** گر ز حرف و صوت مستغنیستی
  • Şeker kamışlığına asılakonan şu eşek başı, nice kişileri hor hakîr bir hale koydu!
  • این سر خر در میان قندزار ** ای بسا کس را که بنهادست خار
  • Onu uzaktan gören, orada ancak o var sandı... hani mağlup olan koç kıçın kıçın geri gider ya; o da öyle geri gitti.
  • ظن ببرد از دور کان آنست و بس ** چون قج مغلوب وا می‌رفت پس
  • Harf suretini mâna bağına, yüce ve güzelim bahçeye konan eşek başı bil!
  • صورت حرف آن سر خر دان یقین ** در رز معنی و فردوس برین
  • Ey Hak Ziyası Hüsameddin, bu eşek başını kavun karpuz bostanına getir.
  • ای ضیاء الحق حسام الدین در آر ** این سر خر را در آن بطیخ‌زار
  • Getir de eşek başı, salhanede nasıl öldüyse bu çiğ erin piştiği yer de ona başka bir hayat versin! 3825
  • تا سر خر چون بمرد از مسلخه ** نشو دیگر بخشدش آن مطبخه
  • İşte bizden suret düzmek, senden can vermek... hayır, yanlış söyledim... bu da senden, o da!
  • هین ز ما صورت‌گری و جان ز تو ** نه غلط هم این خود و هم آن ز تو
  • Ey apaçık âlemi aydınlatan güneş, gökyüzünde övülmüşsün sen... yer de seni tanısın, yeryüzünde de ebediyen övül!
  • بر فلک محمودی ای خورشید فاش ** بر زمین هم تا ابد محمود باش
  • Övül de yere mensup olanlarda, yüce gök ehliyle gönülleri bir, kıbleleri bir, huyları bir olsunlar!
  • تا زمینی با سمایی بلند ** یک‌دل و یک‌قبله و یک‌خو شوند
  • Ayrılık kalksın, şirk ve ikilik kalmasın! Zaten manevi varlık da ancak birlik vardır.
  • تفرقه برخیزد و شرک و دوی ** وحدتست اندر وجود معنوی
  • Benim canım senin canını tanıdı mı görüp geçirdikleri şeylerin aynı şeyler olduğunu hatırlarlar. 3830
  • چون شناسد جان من جان ترا ** یاد آرند اتحاد ماجری
  • Yeryüzünde Musa ve Harun kesilirler... sütle bal gibi güzelce birbirlerine karışır, kaynaşırlar.
  • موسی و هارون شوند اندر زمین ** مختلط خوش هم‌چو شیر و انگبین
  • Fakat azıcık tanır, bilir de inkâr ederse bu inkâr edişi de birliği örten bir perdeden ibarettir.
  • چون شناسد اندک و منکر شود ** منکری‌اش پرده‌ی ساتر شود
  • Nice tanıyıp bilenler de sonra yüz çevirdiler... İşte o ay yüzlü, bu çeşit adamın şükretmeyişine kızdı ya!
  • پس شناسایی بگردانید رو ** خشم کرد آن مه ز ناشکری او
  • Bu yüzden kötü can, Peygamber'in canını tanımadı da tekmeledi ya!
  • زین سبب جان نبی را جان بد ** ناشناسا گشت و پشت پای زد
  • Bunların hepsini okudun, bildin... şimdi "Lem yekün" suresini de oku da bu eski kâfirin inadını, ısrarını bil! 3835
  • این همه خواندی فرو خوان لم یکن ** تا بدانی لج این گبر کهن
  • Hazreti Ahmet'in sureti, bu âleme ziya salmadan önce onun vasıfları, her kâfirin muskasıydı.
  • پیش از آنک نقش احمد فر نمود ** نعت او هر گبر را تعویذ بود
  • Böyle bir zat var, gelecek derlerdi... yüzünün hayaliyle yürekleri çarpardı!
  • کین چنین کس هست تا آید پدید ** از خیال روش دلشان می‌طپید
  • Secde ederler, ey insanların Rabbi, onu ne kadar mümkünse o kadar tez meydana çıkar diye yalvarırlardı.
  • سجده می‌کردند کای رب بشر ** در عیان آریش هر چه زودتر
  • Hazreti Ahmet'in adı ile fetih dilerler... düşmanları, bu yüzden baş aşağı gelirdi.
  • تا به نام احمد از یستفتحون ** یاغیانشان می‌شدندی سرنگون
  • Nerede bir korkunç savaş olsa Hazreti Ahmet'in döne döne hücumu, onlara yardım ederdi. 3840
  • هر کجا حرب مهولی آمدی ** غوثشان کراری احمد بدی
  • Nerede müzmin bir hastalığa uğrasalar onu anarlar da bu suretle şifa bulurlardı.
  • هر کجا بیماری مزمن بدی ** یاد اوشان داروی شافی شدی
  • Sureti, gönüllerinde, kulaklarında, ağızlarında ve yollarındaydı.
  • نقش او می‌گشت اندر راهشان ** در دل و در گوش و در افواهشان
  • Fakat onun hakikî suretini her çakal bulabilir mi hiç? O suret, ancak, onun fer'iydi, yani hayalden ibaretti.
  • نقش او را کی بیابد هر شعال ** بلک فرع نقش او یعنی خیال
  • Onun sureti duvara aksettiyse duvarın gönlünden kan damlar.
  • نقش او بر روی دیوار ار فتد ** از دل دیوار خون دل چکد
  • Sureti, duvara öyle bir kutlu gelir ki duvar, derhal iki yüzlülükten kurtulur. 3845
  • آنچنان فرخ بود نقشش برو ** که رهد در حال دیوار از دو رو
  • Temiz ve pak kişilerin temizliğine nispetle o iki yüzlülük duvara ayıptır doğrusu.
  • گشته با یک‌رویی اهل صفا ** آن دورویی عیب مر دیوار را
  • Fakat nihayet onu görünce bütün bu ululamayı, yüceltmeyi... bütün bu sevgiyi âdeta yel aldı, götürdü.
  • این همه تعظیم و تفخیم و وداد ** چون بدیدندش به صورت برد باد
  • Kalp akçe ateşi görünce hemen karardı... hiç kalp, kalbe yol bulabilir mi ki?
  • قلب آتش دید و در دم شد سیاه ** قلب را در قلب کی بودست راه
  • Kalp, mihenk taşına iştiyakını söyler durur, kendisine uyanları bu suretle şüphelere salar...
  • قلب می‌زد لاف اشواق محک ** تا مریدان را دراندازد به شک
  • Adam olmayan, onun hilesine kapılır gider. Zaten bu şüphe her bayağı kişide baş gösterir! 3850
  • افتد اندر دام مکرش ناکسی ** این گمان سر بر زند از هر خسی
  • Der ki: Eğer bu ayarı bütün akçe olmasa, sınama taşını ister mi?
  • کین اگر نه نقد پاکیزه بدی ** کی به سنگ امتحان راغب شدی
  • O mihenk ister ama kalplığını meydana çıkaracak mihenk değil!
  • او محک می‌خواهد اما آنچنان ** که نگردد قلبی او زان عیان
  • Kalpın vasfını gizleyen, açığa vurmayan mihenk, ne mihenktir, ne bilgi nuru!
  • آن محک که او نهان دارد صفت ** نی محک باشد نه نور معرفت
  • Yüzün ayıbını, her kaltabanın hatırı için gizleyip göstermeyen ayna.
  • آینه کو عیب رو دارد نهان ** از برای خاطر هر قلتبان
  • Ayna değildir münâfıktır...  kudretin yeterse böyle ayna arama sen! 3855
  • آینه نبود منافق باشد او ** این چنین آیینه تا توانی مجو