- Âşık o sevgilinin gölgesini bile görmeye imkân bulamıyordu. Ancak Zümrüdüanka’yı duyar gibi onun da vasfını işitmekteydi.
- سایهی او را نبود امکان دید ** همچو عنقا وصف او را میشنید
- Kazara nasılsa onu, bir kerecik görmüştü, o ilk görüşte ona vurulmuş, ona gönül vermiş gitmişti.
- جز یکی لقیه که اول از قضا ** بر وی افتاد و شد او را دلربا
- Ondan sonra ne kadar çalıştı çabaladıysa o sert huylu dilber, bir türlü mecâl vermemiş, bir türlü kendisini göstermemişti.
- بعد از آن چندان که میکوشید او ** خود مجالش مینداد آن تندخو
- Ne yalvarmanın bir çaresi olmuştu, ne mal, mülk vermenin... O fidan sevgilinin gözü toktu, tamahı yoktu! 45
- نه بلا به چاره بودش نه به مال ** چشم پر و بیطمع بود آن نهال
- Allah, her hüner ve sanata, her dilenen ve istenen şeye âşık olan kişinin dudağını, ilk önce o şeye dokundurur, ona lezzeti tattırır...
- عاشق هر پیشهای و مطلبی ** حق بیالود اول کارش لبی
- Ondan sonra âşıklar, o lezzetle, dileklerini aramaya koyuldular mı her gün önlerine bir tuzak çıkarır, ayaklarına bir bağ vurur!
- چون بدان آسیب در جست آمدند ** پیش پاشان مینهد هر روز بند
- Aramayıp taramaya giriştiler mi “hele nikâh parasını getir bakalım” diye kapıyı kapar.
- چون در افکندش بجست و جوی کار ** بعد از آن در بست که کابین بیار
- Âşıklar da, o ümitle döner dolaşır, koşarlar... Her an ricaya düşerler, her an ümitsizliğe kapılırlar.
- هم بر آن بو میتنند و میروند ** هر دمی راجی و آیس میشوند
- Herkesin, bir şey elde edeceğim diye bir ümidi vardır... Nihayet bir gün olur, ona bir kapı da açarlar. 50
- هر کسی را هست اومید بری ** که گشادندش در آن روزی دری
- Açarlar ama hemencecik yine o kapıyı örterler. O kapıya tapan, oraya ümit bağlayan kişi de ümitlenir, o ümitle ateş kesilir, işe girişir!
- باز در بستندش و آن درپرست ** بر همان اومید آتش پا شدست
- O genç de hoş bir halde o bağa girince ansızın ayağı defineye batıverdi!
- چون درآمد خوش در آن باغ آن جوان ** خود فرو شد پا به گنجش ناگهان
- Allah bekçiyi sebep etti... Bekçi korkusundan geceleyin koşa koşa bağa girdi, sığındı da,
- مر عسس را ساخته یزدان سبب ** تا ز بیم او دود در باغ شب
- Bağdan geçen ırmağa yüzüğünü düşürmüş olan sevgilisinin elinde bir fener, yüzüğünü aramakta olduğunu gördü.
- بیند آن معشوقه را او با چراغ ** طالب انگشتری در جوی باغ
- O anda neşesinden Allah’a şükürler ederek bekçiye hayır dualarda bulunmaya başladı: 55
- پس قرین میکرد از ذوق آن نفس ** با ثنای حق دعای آن عسس
- “Bekçiden huylanıp kaçtım, ziyanlara girdim, ama yarabbi, sen onun yirmi misli altın ve gümüşü onun başına saç!
- که زیان کردم عسس را از گریز ** بیست چندان سیم و زر بر وی بریز
- Onu, kötü kişilerin şerrinden kurtar... Ben nasıl neşelendiysem onu da sen neşelendir!
- از عوانی مر ورا آزاد کن ** آنچنان که شادم او را شاد کن
- Onu bu âlemde de mesut et, o âlemde de... Onu kötülükten, köpeklikten kurtar!
- سعد دارش این جهان و آن جهان ** از عوانی و سگیاش وا رهان
- Allah’ım, gerçi o kötü kişinin huyu daima halkın belasını istemektir. ( ama yine sen onu koru).
- گرچه خوی آن عوان هست ای خدا ** که هماره خلق را خواهد بلا
- Kötü kişi, padişah, Müslümanları suçlu buldu diye bir haber duydu mu semirir, neşelenir... 60
- گر خبر آید که شه جرمی نهاد ** بر مسلمانان شود او زفت و شاد
- Yok... Eğer padişah, merhamet etti, o cezayı cömertliğiyle Müslümanlardan bağışladı diye bir söz duysa,
- ور خبر آید که شه رحمت نمود ** از مسلمانان فکند آن را به جود
- Bu söz yüzünden canı sıkılır, yaslara düşer... Kötü kişide daha buna benzer yüzlerce yomsuzluklar vardır.
- ماتمی در جان او افتد از آن ** صد چنین ادبارها دارد عوان
- Fakat o âşık, kötü bekçiye hayır dualar edip duruyordu. Çünkü rahata onun yüzünden kavuşmuştu.
- او عوان را در دعا در میکشید ** کز عوان او را چنان راحت رسید
- Bekçi herkese zehirdi, fakat ona panzehir! Bekçi, onun sevgilisine kavuşmasına sebep olmuştu.
- بر همه زهر و برو تریاق بود ** آن عوان پیوند آن مشتاق بود
- Görüyorsun ya, dünyada mutlak olarak kötü bir şey yoktur. Kötü, buna nispetle kötüdür. Sonra şunu da bil ki, 65
- پس بد مطلق نباشد در جهان ** بد به نسبت باشد این را هم بدان
- Âlemde hiçbir zehir yahut şeker yoktur ki birine ayak, öbürüne ayakkabı olmasın!
- در زمانه هیچ زهر و قند نیست ** که یکی را پا دگر را بند نیست
- Evet... Birine ayak olur, öbürüne bukağı. Birisine zehirdir, öbürüne şeker gibi tatlı!
- مر یکی را پا دگر را پایبند ** مر یکی را زهر و بر دیگر چو قند
- Yılanın zehiri, yılana hayattır, insanaysa ölüm!
- زهر مار آن مار را باشد حیات ** نسبتش با آدمی باشد ممات
- Deniz mahlûklarına deniz, bağ, bahçe gibidir... Fakat karada yaşayanlara ölümdür, dağdır!
- خلق آبی را بود دریا چو باغ ** خلق خاکی را بود آن مرگ و داغ
- Ey iş eri, bu nispeti birden tuttur da böylece bine kadar saya dur! 70
- همچنین بر میشمر ای مرد کار ** نسبت این از یکی کس تا هزار
- Zeyd, birisine göre şeytandır, öbürüneyse sultan!
- زید اندر حق آن شیطان بود ** در حق شخصی دگر سلطان بود
- O, zeyd pek yüce bir kişidir der... Bu zeyd gebertilecek bir kâfirdir der!
- آن بگوید زید صدیق سنیست ** وین بگوید زید گبر کشتنیست
- Zeyd, bir adamdır ama ona öyledir, bunaysa baştanbaşa zahmettir, ziyandır!
- زيد يك ذات است بر آن يك جنان ** او بر اين ديگر همه رنج و زيان
- Eğer onun, sana göre de şeker hâline gelmesini istiyorsan var, onu âşıklarının gözüyle gör!
- گر تو خواهی کو ترا باشد شکر ** پس ورا از چشم عشاقش نگر
- O güzele kendi gözünle bakma... İsteneni isteyenlerin gözüyle gör! 75
- منگر از چشم خودت آن خوب را ** بین به چشم طالبان مطلوب را
- Kendi gözünü yum. Gözünün yerine, ona âşık olanlardan ariyet bir göz edin...
- چشم خود بر بند زان خوشچشم تو ** عاریت کن چشم از عشاق او
- Hatta âriyet olarak ondan bir göz, bir görüş, al da onun yüzüne, onun gözüyle bak!
- بلک ازو کن عاریت چشم و نظر ** پس ز چشم او بروی او نگر
- Bak da bıkmadan, usanmadan emin ol. İşte ululuk ıssı peygamber, bunun için “Kim kendini Allah’a verirse Allah, kendisini ona verir” dedi...
- تا شوی آمن ز سیری و ملال ** گفت کان الله له زین ذوالجلال
- “Onun gözü de ben olurum, eli de, gönlü de... Bu suretle devleti, bahtsızlıktan kurtulur” buyurdu.
- چشم او من باشم و دست و دلش ** تا رهد از مدبریها مقبلش
- Ne olursa olsun, kötü ve istenmeyen bir şey bile olsa değil mi ki sana kılavuzluk etti, sevgiline ulaştırdı, sevimlidir, dosttur! 80
- هر چه مکرو هست چون شد او دلیل ** سوی محبوبت حبیبست و خلیل
- Vaaza başladı mı zalimlere, taş yüreklilere ve itikatsızlara dua eden vaiz
- حکایت آن واعظ کی هر آغاز تذکیر دعای ظالمان و سختدلان و بیاعتقادان کردی
- Bir vaiz vardı... Minbere çıktı mı yol kesenlere duaya başlar,
- آن یکی واعظ چو بر تخت آمدی ** قاطعان راه را داعی شدی
- Ellerini kaldırıp “Yarabbi, kötülere, fesatçılara, isyancılara merhamet et!
- دست برمیداشت یا رب رحم ران ** بر بدان و مفسدان و طاغیان
- Hayır sahipleriyle alay edenlerin hepsine, bütün kâfir gönüllülere, kiliselerde bulunanlara merhamette bulun” derdi.
- بر همه تسخرکنان اهل خیر ** برهمه کافردلان و اهل دیر
- Temiz kişilere hiç dua etmez, kötülerden başkasına duada bulunmazdı.
- مینکردی او دعا بر اصفیا ** مینکردی جز خبیثان را دعا
- Ona “Hiç böyle bir âdet görmedik... Sapıklara dua etmek mürüvvet değildir” dediler. 85
- مر ورا گفتند کین معهود نیست ** دعوت اهل ضلالت جود نیست
- Dedi ki: “Ben onlardan iyilik gördüm... Bu yüzden onlara dua etmeyi âdet edindim.
- گفت نیکویی ازینها دیدهام ** من دعاشان زین سبب بگزیدهام
- O kadar kötülükte bulundular, o derece zulüm ve cevir ettiler ki nihayet beni şerden kurtardılar, hayra ulaştırdılar.
- خبث و ظلم و جور چندان ساختند ** که مرا از شر به خیر انداختند
- Ne vakit dünyaya yöneldimse onlardan eziyetler gördüm, meşakkatler çektim, dayaklar yedim.
- هر گهی که رو به دنیا کردمی ** من ازیشان زخم و ضربت خوردمی
- Bu yüzden de iyilik tarafına kaçardım... Beni o kurtlar yola getirirlerdi.
- کردمی از زخم آن جانب پناه ** باز آوردندمی گرگان به راه
- Benim iyiliğime sebep oldular... Ey aklı başında adam, bu yüzden onlara dua etmek, boynumun borcudur benim!” 90
- چون سببساز صلاح من شدند ** پس دعاشان بر منست ای هوشمند
- Kul dertten, elemden Allah’a sızlanır, uğradığı zahmetten yüzlerce şikâyette bulunur.
- بنده مینالد به حق از درد و نیش ** صد شکایت میکند از رنج خویش