English    Türkçe    فارسی   

4
453-502

  • Hayvani can gıda ile dirilir... Her iyi kötü şeyle de ölüverir!
  • Fakat bu kandil söndü, ortadan kalktı mı komşunun evi neden karanlık kalsın?
  • Mademki o evin ışığı, bunun ışığı olmaksızın da duruyor... Şu halde her evin duygu ışığı ayrı ayrıdır. 455
  • Bu hayvani canın misalidir... Rabbani canın değil!
  • Gece Hindusundan ay doğdu mu ışığı, her pencereden vurur, her tarafı aydınlatır!
  • O yüzlerce evin ışığını sen, bir say... Çünkü ay battı mı bu evin sönüp öbürününki kalmaz.
  • Parlak güneş tan yerinde durdukça ışığı her eve konuk olur.
  • Fakat can güneşi battı mı bütün evlerin nuru kaybolur, gidiverir! 460
  • Bu söz nurun misalidir, misli değil... Sana doğru yolu gösterir, düşmanın da yolunu vurur!
  • O münkir, o kötü huylu, örümcek gibi kokmuş ağlar kurar...
  • Tükürüğü ile nura perde gerer; fakat kendi anlayış gözünü kör eder.
  • Atın boynunu tutarsa murat alır, maksadına erişir... Fakat ayağını yakalarsa tekmeyi yer!
  • Gemsiz ve serkeş ata pek yaklaşma... Kendine aklı ve dini kılavuz et, onlara uy vesselâm! 465
  • Bu azmini sakın hor görme, ehemmiyetsiz sanma... bu yolda sabır lazım, çekilecek mihnetlere tahammül gerek!
  • Mescid-i Aksâ’nın binası
  • Süleyman, Kâbe gibi temiz, Mina gibi yüce olan o yapıya başladı.
  • Yapısında tekellüflerde bulundu... Öbür yapılar gibi rasgele ve değersiz bir yapı değildi o!
  • Yapı için dağdan kesilen her taş, apaçık “Önce beni götürün” derdi.
  • 470.Âdem’in yoğrulduğu su ve toprak gibi o yapının her kerpicinden nur parladı. 470
  • Taş, hammalsız geliyordu... o kapı, o duvarlar, âdeta canlıydı.
  • Allah daima der ki: Cennetin duvarları, bu duvarlar gibi cansız ve çirkin değildir.
  • Ten kapısı, ten duvarı gibi uyanıktır... Cennet evi de diridir; çünkü padişahlar padişahına mensuptur orası!
  • Ağaç da cennet ehliyle konuşur, söz söyler, meyve de, akan duru sular da!
  • Çünkü cenneti aletle yapmamışlardır ki... Orası amellerden, niyetlerden yapılmadır. 475
  • Bu yapı ölü sudan, ölü topraktan yapılmıştır; o yapı diri ibadetlerle kurulmuştur.
  • Bu aslına benzer, dağınıklıklarla doludur... O da aslı olan ilme, amele benzer!
  • Oradaki taht da, köşk de, taç da, elbise de cennet ehline sorular sorar, cevaplar verir!
  • Döşemesi, döşeyen olmaksızın döşenmiştir... O ev, süpürgesiz süpürülmüş, temizlenmiştir!
  • Gönül evine bak! Gamla tozlandı mı süpürgeci olmaksızın tövbeyle süpürülür, arınır. 480
  • O yurdun tahtı, kimse taşıyıp götürmeksizin gider yürür... Kapı halkası da güzel seslerle şarkılar söyler, çalgılar çalar, kapı da!
  • Gönülde de o ebediyet yurdu olan cennetin diriliği var... Fakat ne fayda, dilime gelmiyor ki, söyleyemiyorum ki!
  • Süleyman her sabah çağı halkı irşad için mescide girdi mi,
  • Gâh sözle, gâh nameyle, sazla gâh işle, yani rükû ederek yahut namaz kılarak halka öğüt verirdi.
  • İşle olan öğüt, halkı daha ziyade çeker... Çünkü bu öğüdü sağırların bile can kulakları duyar! 485
  • Sonra bu öğüt de emirlik vehmi de az olur... Bu yüzden halka adamakıllı tesir eder!
  • Allah razı olsun, Osman’ın ilk halifeliğindeki hutbesi, işe öğüt veren, sözle öğüt verenden yeğdir.
  • Osman, halife olur olmaz hemen koşup minbere çıktı.
  • Ulular ulusu peygamberin minberi üç basamaktı. Ebubekir, minbere çıkınca ikinci basamağa,
  • Ömer de zamanında İslam’a ve dine saygısı dolayısıyla üçüncü basamağa oturmuştu.
  • Osman’ın devri gelince o üst basamağa çıktı, o bahtı kutlu, oraya oturdu. 490
  • Herzevekilin biri ona sordu: “İlk iki halife, Peygamberin yerine oturmadılar.
  • Sen nasıl oldu da onlardan üstün olmaya kalkışıyorsun? Hâlbuki mertebe bakımından onlardan aşağısın sen.”
  • Osman dedi ki: “Üçüncü basamağa otursaydım beni Ömer’e benziyorum sanırlardı.
  • İkinci basamağa otursaydım diyebilirlerdi ki bu Ebubekir’e benziyor, onun misli!
  • Bu üst basamak, Mustafa’nın makamı... O padişaha benzememe zaten imkânı yok. 495
  • Ondan sonra o merhametli halife, hutbe okuyacak yerde ta ikindiye yakın bir zamana kadar sustu kaldı.
  • Kimsede, hadi okusana diyecek bir kudret de yoktu, mescitten çıkıp gidecek kudret de!
  • Halkın ileri olanlarına da bir heybet çökmüştü, bayağılarına da. Mescidin içi, damı nurla dolmuştu!
  • Can gözü açık olanlar o nuru görüyorlardı... Bırak onları, körler bile o nurla hararete gelmiş coşmuşlardı! 
  • Körün gözü, güneşin doğduğunu hararetinden anlar. 500
  • Fakat bu hararet, her duyulanın hakikati görülsün diye gözü açar...
  • Ve hararetinde bir sıkıntı bir hal vardır... Hakiki güneşin hararetiyle gönlü açar, gönle bir ferahlık, bir genişlik verir!