English    Türkçe    فارسی   

4
522-571

  • Görünüşte dal, meyvenin aslıdır; fakat hakikatte dal meyve için var olmuştur.
  • Meyve elde etmeğe bir meyli, meyve vermeğe bir ümidi olmasaydı hiç bahçıvan, ağaç diker miydi?
  • Şu halde meyve, görünüşte ağaçtan doğmuştur ama hakikatte ağaç, meyveden vücut bulmuştur.
  • Mustafa, onun için ”Âdem’le bütün peygamberler, benim ardımda ve sancağımın altındadır” dedi. 525
  • O hünerler sahibi, onun için “Biz, sonda gelen, fakat en ileri giden ve öndölü alanlarız” buyurdu.
  • Suret bakımından ben Âdem’den doğmuşum ama hakikatte onun atasının atasıyım ben!
  • Melekler, bana secde ettiler... Âdem, benim ardımdan yürüdü, yedinci kat göğün üstüne çıktı!
  • Hakikatte babam, benden doğdu... Ağaç, meyveden vücut buldu.
  • İlk düşünce, iş âleminde son olarak zuhur etti. Hele vasfa mazhar olan düşünce! 530
  • Hâsılı bir an içinde gökten nice kervanlar gelmekte, göğe nice kervanlar gitmektedir!
  • Bu yol, bu kervana uzun gelmez... Ova, üstün gelen kişiye geniş gelir mi hiç?
  • Gönül, her an Kâbe’ye gitmekte... Benden de Allah lütfuyla gönlün tabiatına bürünmekte!
  • Bu uzunluk, kısalık, bedene göredir... Allah’ın bulunduğu yerde uzunun, kısanın lâfı mı olur ?
  • Allah, cismi tebdil etti mi gayrı fersaha bile bakmadan yürür gider! 535
  • Ey yiğit lâfı bırak gayrı! Şimdi yüzlerce ümit var, hemen adım ata gör!
  • Gözünü bir yumdun mu bakarsın ki gemide oturmuşsun, uyuyorsun... Öyle olduğu halde yol almadasın!
  • ”Ümmetim, Nuh gemisine benzer... O gemiye giren kurtuldu, girmeyen boğuldu gitti” hadisinin tefsiri
  • Peygamber, bunun için “Ben; zamane tufanına gemi gibiyim;
  • Biz ve ashabım, Nuh’un gemisine benzeriz. Kim bu gemiye el atar, kim bu gemiye girerse kurtulur” buyurdu.
  • Şeyh beraber olunca kötülüklerden uzaksın... Gece gündüz gitmektesin; gemidesin. 540
  • Canlar bağışlayan cana sığınmışsın... Gemiye girmiş, uyuyorsun; öyle olduğu halde yol almaktasın!
  • Zamanın peygamberinden ayrılma... Kendi hünerine, kendi dileğine pek güvenme!
  • Aslan bile olsan değil mi ki kılavuzsuz yol almaktasın; kendini görüyorsun, sapıksın, hor hakirsin.
  • Ancak şeyhin kanatlarıyla uçta şeyhin askerlerinin yardımını gör!
  • Bir zaman olur, onun lütuf dalgaları, sana kanat kesilir; bir an gelir, kahır ateşi seni taşır, götürür! 545
  • Kahrını, lütfunun zıddı sayma pek... Tesir bakımından ikisinin de birliğini gör!
  • Bir zaman seni toprak gibi yeşertir... Bir zaman seni sevgilinin havasıyla doldurur, şişirir!
  • Ârifin bedenine cemad vasfını verir de orada neşeli güller, nesrinler bitirir!
  • Fakat bunları o görür, başkası değil... Temiz içten başka hiçbir şey cennetin kokusunu alamaz!
  • İçini, sevgiyi inkârdan arıt da orada onun gül bahçesindeki reyhanlar bitsin! 550
  • İçini arıt da Muhammed’in Yemen ülkesinde Rahman kokusunu aldığı gibi sende benim sevgilimin ebedîlik kokusunu bul!
  • Miraç edenlerin safında durursan yokluk, seni Burak gibi göklere yüceltir.
  • Yere mensup ve ancak aya kadar yüceltebilecek miraç değildir bu... Kamışı, şekere ulaştıran miraca benzer!
  • Bu miraç, buğunun göğe akması gibi bir miraç değildir... Ana karnındaki çocuğun bilgi ve irfan derecesine ulaşmasına benzer!
  • Yokluk küheylânı, ne de güzel bir buraktır... Yok olduysan seni varlık makamına götürür! 555
  • Dağlar, denizler ancak tırnağına dokunabilir; o derece süratlidir... Duygu âlemini derhâl geride bırakıverir!
  • Ayağını gemiye çekte can sevgilisine giden can gibi oturduğun yerde yürüye dur!
  • Elsiz, ayaksız evveline evvel olmayan Allah’a kadar git... Canların, yoklukta elsiz ayaksız varlık âlemine koştukları gibi!
  • Duyan, gaflet uykusunda olmasaydı, can kulağı açık bulunsaydı sözde kıyas perdesini yırtardın ya!
  • Ey felek, onun sözlerine inciler saç... Ey cihan, onun cihanından utan! 560
  • Eğer inciler saçarsan incilerin yüz kat fazlalaşır... câmid cismin görür, sevilir bir hâle gelir.
  • O saçtığın incileri kendin için saçtın demektir... Çünkü her çeşit sermaye yüz misli artar!
  • Belkis’in Sebe şehrinden Süleyman aleyhisselâm’a hediye göndermesi
  • Belkıs’ın hediyesi kırk katır yükü altın kerpiçti.
  • Hediyeleri getirenler, Süleyman’ın saray meydanına girince bir de gördüler ki yer, tamamı ile halis altınla döşenmiş!
  • Altın üstünde tam kırk konaklık yol aldılar... Artık altın gözlerine su gibi bile görünmüyordu, o kadar ehemmiyetsiz bir hale gelmişti. 565
  • Defalarca bu altınları, getirdiğimiz yere götürelim... Biz ne olmayacak iş yapıyoruz;
  • Toprağı bile halis altın olan bir yere hediye olarak altın götürmek aptallıktır dediler.
  • Ey Allah’a aklı hediye götüren, akıl, orada yoldaki topraktan da aşağıdır!
  • Hediyenin makbule geçmeyeceğini anladıklarından utangaçlıkları, âdeta onları gerisin geriye itmekteydi!
  • Sonra yine dediler ki: İster makbule geçsin, ister geçmesin... Bize ne? Biz emir kuluyuz! 570
  • Altın olsun toprak olsun... Biz, götürmeye mecburuz... Buyruk verenin buyruğunu yerine getirmek mecburiyetindeyiz.