- Gözünü bir yumdun mu bakarsın ki gemide oturmuşsun, uyuyorsun... Öyle olduğu halde yol almadasın!
- گرچه پلهی چشم بر هم میزنی ** در سفینه خفتهای ره میکنی
- ”Ümmetim, Nuh gemisine benzer... O gemiye giren kurtuldu, girmeyen boğuldu gitti” hadisinin tefsiri
- تفسیر این حدیث کی مثل امتی کمثل سفینة نوح من تمسک بها نجا و من تخلف عنها غرق
- Peygamber, bunun için “Ben; zamane tufanına gemi gibiyim;
- بهر این فرمود پیغامبر که من ** همچو کشتیام به طوفان زمن
- Biz ve ashabım, Nuh’un gemisine benzeriz. Kim bu gemiye el atar, kim bu gemiye girerse kurtulur” buyurdu.
- ما و اصحابم چو آن کشتی نوح ** هر که دست اندر زند یابد فتوح
- Şeyh beraber olunca kötülüklerden uzaksın... Gece gündüz gitmektesin; gemidesin. 540
- چونک با شیخی تو دور از زشتیی ** روز و شب سیاری و در کشتیی
- Canlar bağışlayan cana sığınmışsın... Gemiye girmiş, uyuyorsun; öyle olduğu halde yol almaktasın!
- در پناه جان جانبخشی توی ** کشتی اندر خفتهای ره میروی
- Zamanın peygamberinden ayrılma... Kendi hünerine, kendi dileğine pek güvenme!
- مسکل از پیغامبر ایام خویش ** تکیه کم کن بر فن و بر کام خویش
- Aslan bile olsan değil mi ki kılavuzsuz yol almaktasın; kendini görüyorsun, sapıksın, hor hakirsin.
- گرچه شیری چون روی ره بیدلیل ** خویشبین و در ضلالی و ذلیل
- Ancak şeyhin kanatlarıyla uçta şeyhin askerlerinin yardımını gör!
- هین مپر الا که با پرهای شیخ ** تا ببینی عون و لشکرهای شیخ
- Bir zaman olur, onun lütuf dalgaları, sana kanat kesilir; bir an gelir, kahır ateşi seni taşır, götürür! 545
- یک زمانی موج لطفش بال تست ** آتش قهرش دمی حمال تست
- Kahrını, lütfunun zıddı sayma pek... Tesir bakımından ikisinin de birliğini gör!
- قهر او را ضد لطفش کم شمر ** اتحاد هر دو بین اندر اثر
- Bir zaman seni toprak gibi yeşertir... Bir zaman seni sevgilinin havasıyla doldurur, şişirir!
- یک زمان چون خاک سبزت میکند ** یک زمان پر باد و گبزت میکند
- Ârifin bedenine cemad vasfını verir de orada neşeli güller, nesrinler bitirir!
- جسم عارف را دهد وصف جماد ** تا برو روید گل و نسرین شاد
- Fakat bunları o görür, başkası değil... Temiz içten başka hiçbir şey cennetin kokusunu alamaz!
- لیک او بیند نبیند غیر او ** جز به مغز پاک ندهد خلد بو
- İçini, sevgiyi inkârdan arıt da orada onun gül bahçesindeki reyhanlar bitsin! 550
- مغز را خالی کن از انکار یار ** تا که ریحان یابد از گلزار یار
- İçini arıt da Muhammed’in Yemen ülkesinde Rahman kokusunu aldığı gibi sende benim sevgilimin ebedîlik kokusunu bul!
- تا بیابی بوی خلد از یار من ** چون محمد بوی رحمن از یمن
- Miraç edenlerin safında durursan yokluk, seni Burak gibi göklere yüceltir.
- در صف معراجیان گر بیستی ** چون براقت بر کشاند نیستی
- Yere mensup ve ancak aya kadar yüceltebilecek miraç değildir bu... Kamışı, şekere ulaştıran miraca benzer!
- نه چو معراج زمینی تا قمر ** بلک چون معراج کلکی تا شکر
- Bu miraç, buğunun göğe akması gibi bir miraç değildir... Ana karnındaki çocuğun bilgi ve irfan derecesine ulaşmasına benzer!
- نه چو معراج بخاری تا سما ** بل چو معراج جنینی تا نهی
- Yokluk küheylânı, ne de güzel bir buraktır... Yok olduysan seni varlık makamına götürür! 555
- خوش براقی گشت خنگ نیستی ** سوی هستی آردت گر نیستی
- Dağlar, denizler ancak tırnağına dokunabilir; o derece süratlidir... Duygu âlemini derhâl geride bırakıverir!
- کوه و دریاها سمش مس میکند ** تا جهان حس را پس میکند
- Ayağını gemiye çekte can sevgilisine giden can gibi oturduğun yerde yürüye dur!
- پا بکش در کشتی و میرو روان ** چون سوی معشوق جان جان روان
- Elsiz, ayaksız evveline evvel olmayan Allah’a kadar git... Canların, yoklukta elsiz ayaksız varlık âlemine koştukları gibi!
- دست نه و پای نه رو تا قدم ** آن چنانک تاخت جانها از عدم
- Duyan, gaflet uykusunda olmasaydı, can kulağı açık bulunsaydı sözde kıyas perdesini yırtardın ya!
- بردریدی در سخن پردهی قیاس ** گر نبودی سمع سامع را نعاس
- Ey felek, onun sözlerine inciler saç... Ey cihan, onun cihanından utan! 560
- ای فلک بر گفت او گوهر ببار ** از جهان او جهانا شرم دار
- Eğer inciler saçarsan incilerin yüz kat fazlalaşır... câmid cismin görür, sevilir bir hâle gelir.
- گر بباری گوهرت صد تا شود ** جامدت بیننده و گویا شود
- O saçtığın incileri kendin için saçtın demektir... Çünkü her çeşit sermaye yüz misli artar!
- پس نثاری کرده باشی بهر خود ** چونک هر سرمایهی تو صد شود
- Belkis’in Sebe şehrinden Süleyman aleyhisselâm’a hediye göndermesi
- قصهی هدیه فرستادن بلقیس از شهر سبا سوی سلیمان علیهالسلام
- Belkıs’ın hediyesi kırk katır yükü altın kerpiçti.
- هدیهی بلقیس چل استر بدست ** بار آنها جمله خشت زر بدست
- Hediyeleri getirenler, Süleyman’ın saray meydanına girince bir de gördüler ki yer, tamamı ile halis altınla döşenmiş!
- چون به صحرای سلیمانی رسید ** فرش آن را جمله زر پخته دید
- Altın üstünde tam kırk konaklık yol aldılar... Artık altın gözlerine su gibi bile görünmüyordu, o kadar ehemmiyetsiz bir hale gelmişti. 565
- بر سر زر تا چهل منزل براند ** تا که زر را در نظر آبی نماند
- Defalarca bu altınları, getirdiğimiz yere götürelim... Biz ne olmayacak iş yapıyoruz;
- بارها گفتند زر را وا بریم ** سوی مخزن ما چه بیگار اندریم
- Toprağı bile halis altın olan bir yere hediye olarak altın götürmek aptallıktır dediler.
- عرصهای کش خاک زر ده دهیست ** زر به هدیه بردن آنجا ابلهیست
- Ey Allah’a aklı hediye götüren, akıl, orada yoldaki topraktan da aşağıdır!
- ای ببرده عقل هدیه تا اله ** عقل آنجا کمترست از خاک راه
- Hediyenin makbule geçmeyeceğini anladıklarından utangaçlıkları, âdeta onları gerisin geriye itmekteydi!
- چون کساد هدیه آنجا شد پدید ** شرمساریشان همی واپس کشید
- Sonra yine dediler ki: İster makbule geçsin, ister geçmesin... Bize ne? Biz emir kuluyuz! 570
- باز گفتند ار کساد و ار روا ** چیست بر ما بنده فرمانیم ما
- Altın olsun toprak olsun... Biz, götürmeye mecburuz... Buyruk verenin buyruğunu yerine getirmek mecburiyetindeyiz.
- گر زر و گر خاک ما را بردنیست ** امر فرمانده به جا آوردنیست
- Geri götürün derlerse yine fermana uyar, getirdiğimiz hediyeyi geri götürürüz!
- گر بفرمایند که واپس برید ** هم به فرمان تحفه را باز آورید
- Süleyman, hediye getirenleri ve getirdikleri hediyeyi görünce gülmeye başladı. “Ben, sizden tirit istedim mi ki?
- خندهش آمد چون سلیمان آن بدید ** کز شما من کی طلب کردم ثرید
- Ben, bana hediye verin demedim; hediyeye layık olun dedim.
- من نمیگویم مرا هدیه دهید ** بلک گفتم لایق هدیه شوید
- Bana gayb âleminden eşi görülmedik hediyeler gelmekte... Öyle hediyeler ki insan, onları istemeye niyetlense aklına bile getiremez! 575
- که مرا از غیب نادر هدیههاست ** که بشر آن را نیارد نیز خواست
- Siz, yer altındaki madeni altın haline getiren bir yıldıza, güneşe tapıyorsunuz... o yıldızı yaratana yüz tutun!
- میپرستید اختری کو زر کند ** رو باو آرید کو اختر کند
- Değeri yüce olan canınızı hor hakir ederek gökteki güneşe tapıyorsunuz.
- میپرستید آفتاب چرخ را ** خوار کرده جان عالینرخ را
- Güneş Allah emriyle bizim aşçımızdır, çiyleri pişirir... Artık ona Allah dersen aptallıktır bu!
- آفتاب از امر حق طباخ ماست ** ابلهی باشد که گوییم او خداست
- Güneş tutulursa ne yaparsın? Ondaki o karaltıyı nasıl giderirsin?
- آفتابت گر بگیرد چون کنی ** آن سیاهی زو تو چون بیرون کنی
- Nihayet yine Allah tapısına yüz vurup ya Rabbi. O karaltıyı gider, yine ona nurunu ver demez misin? 580
- نه به درگاه خدا آری صداع ** که سیاهی را ببر وا ده شعاع
- Gece yarısı seni öldürmeye kalkışsalar ağlayıp yalvaracağım yahut aman dileyeceğim güneş nerede?
- گر کشندت نیمشب خورشید کو ** تا بنالی یا امان خواهی ازو
- Hadiselerin çoğu da hep geceleyin olur... Hâlbuki geceleyin taptığın Allah ortada yoktur.
- حادثات اغلب به شب واقع شود ** وان زمان معبود تو غایب بود
- Allah’a gönül doğruluğu ile eğilirsen yıldızlardan kurtulur, Allah’a mahrem olursun!
- سوی حق گر راستانه خم شوی ** وا رهی از اختران محرم شوی
- Mahrem oldun mu sana ağız açar, sırları söylerim... Bu suretle gece yarısı bir güneş görürsün sen!
- چون شوی محرم گشایم با تو لب ** تا ببینی آفتابی نیمشب
- Onun, temiz ruhtan başka doğuşu... Yok doğmasında da geceyle gündüz farkı olamaz. 585
- جز روان پاک او را شرق نه ** در طلوعش روز و شب را فرق نه
- Gündüz, onun doğduğu zamana derler... Geceleyin doğdu, parladı mı ortada gece kalmaz.
- روز آن باشد که او شارق شود ** شب نماند شب چو او بارق شود