Ne topraktan eser var, ne çamurdan... Ne diken yırtmış, ne taş yaralamış!605
نه ز خاک و نه ز گل بر وی اثر ** نه از خراش خار و آسیب حجر
Allah, Mağribî’yi maşrıkî etmişti... Batıyı ona doğu gibi nurlar saçan bir hale getirmişti!
مغربی را مشرقی کرده خدای ** کرده مغرب را چو مشرق نورزای
Bu serkeş güneşin nuru, aşk meydanının öyle bir atıdır ki halkın ileri gidenlerinin gününü de o korur, geri kalanların gününü de o!
نور این شمس شموسی فارس است ** روز خاص و عام را او حارس است
O yüce nur nasıl korumaz ki binlerce güneşi izhar eden odur.
چون نباشد حارس آن نور مجید ** که هزاران آفتاب آرد پدید
Sen onun nuru ile emniyet içinde yürüye dur... Ejderhalar, akrepler arasında yol almaya bak!
تو به نور او همی رو در امان ** در میان اژدها و کزدمان
O pak nur, senin önünde gider durur... Her yol vuranı tutar, paramparça eder!610
پیش پیشت میرود آن نور پاک ** میکند هر رهزنی را چاکچاک
“Allah, kıyamet gününde Peygamberini utandırmaz” ayetini doğru bil; “Müminlerin nurları, önlerinde ve sağlarında yürür yollarını aydınlatır” ayetini oku!
یوم لا یخزی النبی راست دان ** نور یسعی بین ایدیهم بخوان
O nur kıyamette çoğalır ama Allah’tan o nuru burada da istemeli!
گرچه گردد در قیامت آن فزون ** از خدا اینجا بخواهید آزمون
Çünkü Allah istenen şeye delalet etmeyi daha iyi bilir ama buluta da can nuru bağışlar karanlığa da!
کو ببخشد هم به میغ و هم به ماغ ** نور جان والله اعلم بالبلاغ
Süleyman aleyhisselâm’ın Belkis’in elçilerini, getirdikleri hediyelerle beraber Belkis’e göndermesi ve Belkis’i güneşe tapmadan vazgeçip Allah’a inanmaya davet etmesi
بازگردانیدن سلیمان علیهالسلام رسولان بلقیس را به آن هدیهها کی آورده بودند سوی بلقیس و دعوت کردن بلقیس را به ایمان و ترک آفتابپرستی
Süleyman Peygamber, o elçilere dedi ki: “Ey utanan elçiler, geri dönün... Altın sizin olsun; bana gönül getirin, gönül!
باز گردید ای رسولان خجل ** زر شما را دل به من آرید دل
Benim bu altınlarımı da alın da o altınlara ilave edin... Körlüğünüzü anlayın da o altınları katırın fercine sokun!615
این زر من بر سر آن زر نهید ** کوری تن فرج استر را دهید
Katırın ferci, altın kilit vurulmaya layıktır... Aşığın altınıysa sapsarı yüzüdür!
O yüz, Allah’ın nazar ettiği yerdir... Hâlbuki altın madenine güneş nazar eder!
که نظرگاه خداوندست آن ** کز نظرانداز خورشیدست کان
Maden güneş ışığının nazargâhıdır; âşığın yüzü hakikatlere sahip olan Allah’ın nazargâhıdır.
کو نظرگاه شعاع آفتاب ** کو نظرگاه خداوند لباب
Şimdi de bana gelip çattınız, benim esirimsiniz ama yine benim sizi yakalamamdan korkun, canınızı siper edin!
از گرفت من ز جان اسپر کنید ** گرچه اکنون هم گرفتار منید
Taneye kapılmış kuş dam üstündedir ama kanadı açık olduğu halde tuzağa tutulmuştur o!620
مرغ فتنه دانه بر بامست او ** پر گشاده بستهی دامست او
Mademki gönlünü canla başla taneye verdi... Sen onu tutulmadan tutulmuş bil!
چون به دانه داد او دل را به جان ** ناگرفته مر ورا بگرفته دان
Taneye bakıp duruyor ya... Sen o bakışları, ayağına vurulan düğüm say!
آن نظرها که به دانه میکند ** آن گره دان کو به پا برمیزند
Tane, sen şimdi bana hırsızlama bakıyorsun ama hele sabret; asıl ben seni çalıyorum;
دانه گوید گر تو میدزدی نظر ** من همی دزدم ز تو صبر و مقر
O bakış, sonunda seni bana çekince anlarsın ki ben senden gafil değilim der!
چون کشیدت آن نظر اندر پیم ** پس بدانی کز تو من غافل نیم
Terazinin dirhemi baş yıkayacak kil olan aktarın kilini, aktar şeker tartarken kil yemeyi âdet edinmiş olan müşterinin gizlice ve hırsızlama çalması
قصهی عطاری کی سنگ ترازوی او گل سرشوی بود و دزدیدن مشتری گل خوار از آن گل هنگام سنجیدن شکر دزدیده و پنهان
Toprak yemeyi adet edinmiş olan birisi bir aktara gidip kelle şekeri almak istedi.625
پیش عطاری یکی گلخوار رفت ** تا خرد ابلوج قند خاص زفت
O hilebaz ve gönlü bozuk aktarın terazisinde dirhem ve taş yerine toprak vardı.
پس بر عطار طرار دودل ** موضع سنگ ترازو بود گل
Dedi ki: Benim terazimin dirhemi topraktır. Şeker almaya niyetin varsa sabret de dirhem bulayım.
گفت گل سنگ ترازوی منست ** گر ترا میل شکر بخریدنست
Adam “Mühim bir işim var, şeker almam lazım... Dirhemin ne olursa olsun, zararı yok” dedi.
گفت هستم در مهمی قندجو ** سنگ میزان هر چه خواهی باش گو
Kendi kendisine de “Toprak yemeyi adet edinen kişiye taş nedir ki? Toprak altından daha iyi!
گفت با خود پیش آنک گلخورست ** سنگ چه بود گل نکوتر از زرست
Hani o kılavuz kadın gibi... Oğlum, pek güzel bir kız buldum.630
همچو آن دلاله که گفت ای پسر ** نو عروسی یافتم بس خوبفر
Pek güzel ama ondan başka bir şey daha var: o namuslu kız, helvacı kızı demiş de,
سخت زیبا لیک هم یک چیز هست ** که آن ستیره دختر حلواگرست
Evlenecek adam böyle olması daha iyi ya... Helvacının kızı daha yağlı, daha tatlı olur demiş!
گفت بهتر این چنین خود گر بود ** دختر او چرب و شیرینتر بود
Onun gibi senin de taş dirhemin yok da taş yerine toprak kullanıyorsan daha iyi ya... Toprak benim gönlümün istediği meyve!” diyordu.
گر نداری سنگ و سنگت از گلست ** این به و به گل مرا میوهی دلست
Aktar, terazisinin dirhem gözüne dirhem vazifesini gören taş yerine toprak parçasını koydu.
اندر آن کفهی ترازو ز اعتداد ** او به جای سنگ آن گل را نهاد
Öbür gözüne koymak üzere de o toprağın ağırlığınca şeker kırmaya koyuldu.635
پس برای کفهی دیگر به دست ** هم به قدر آن شکر را میشکست
Şekeri kesip kıracak bir aleti olmadığı için biraz gecikti, müşteriyi de orada bıraktı.
چون نبودش تیشهای او دیر ماند ** مشتری را منتظر آنجا نشاند
Aktarın yüzü öbür yanaydı... Toprak yemeyi adet edinmiş olan müşteri, dayanamadı... Gizlice ve güya aktara göstermeden toprağı koparıp yemeye başladı.
رویش آن سو بود گلخور ناشکفت ** گل ازو پوشیده دزدیدن گرفت
Ansızın döner de beni görüverir diye de korkmaktaydı.
ترس ترسان که نباید ناگهان ** چشم او بر من فتد از امتحان
Aktar, bunu gördü... Gördü ama kendisini meşgul gösterdi. Diyordu ki: “A sararmış suratlı, hadi biraz daha fazla çal!
دید عطار آن و خود مشغول کرد ** که فزونتر دزد هین ای رویزرد
Toprağımı çalıyorsan bana bir şey olmuyor; sen, adeta kendi yanından et koparıyor, kendi etini yiyorsun!640
گر بدزدی وز گل من میبری ** رو که هم از پهلوی خود میخوری
Benden korkup duruyorsun ya eşekliğinden... Ben de az yiyeceksin diye korkmaktayım!
تو همی ترسی ز من لیک از خری ** من همیترسم که تو کمتر خوری
Meşgulüm ama kamışımdan sana fazla şeker verecek kadar da ahmak değilim ben!
گرچه مشغولم چنان احمق نیم ** که شکر افزون کشی تو از نیم
Alacağın şekeri görünce kimin ahmak ve gafil olduğunu anlarsın, hele dur”
چون ببینی مر شکر را ز آزمود ** پس بدانی احمق و غافل کی بود
Kuş, o taneye baktıkça bakar, hoşlanır ama tane de uzaktan o kuşun yolunu vurur!
مرغ زان دانه نظر خوش میکند ** دانه هم از دور راهش میزند
Göz zinasından hoşlanırsın ama nihayet kendi yanından kopardığın eti kebap edip yemiyor musun ki?645
کز زنای چشم حظی میبری ** نه کباب از پهلوی خود میخوری
Bu uzaktan bakış ok ve zehir gibidir... Gittikçe sevgin artar, sabrın eksilir!
این نظر از دور چون تیرست و سم ** عشقت افزون میشود صبر تو کم
Dünya malı zayıf kuşların tuzağıdır... ahiret mülkü, yüce kuşların tuzağı!
مال دنیا دام مرغان ضعیف ** ملک عقبی دام مرغان شریف
Hatta bu ahiret mülkü, öyle bir derin tuzaktır ki ulu ulu kuşları avlar!
تا بدین ملکی که او دامست ژرف ** در شکار آرند مرغان شگرف
Ben Süleyman’ım, sizin mülkünüzü istemem... Mülk istemek şöyle dursun, ben sizi, helâk edecek şeylerden kurtarırım!
من سلیمان مینخواهم ملکتان ** بلک من برهانم از هر هلکتان
Şimdi siz, malın, mülkün esirisiniz... Mala mülke sahip olan kişi, helâk olmaktan kurtulan, mala, mülke esir olmayan kişidir.650
کین زمان هستید خود مملوک ملک ** مالک ملک آنک بجهید او ز هلک
Hâlbuki ey âleme esir olan, aksine adını bu cihanın emiri taktın!
بازگونه ای اسیر این جهان ** نام خود کردی امیر این جهان
Hakikatte sen, bu âlemin esirisin, canın, bu cihan hapsine düşmüştür... Öyle olduğu halde niceye, bir kendine cihan sahibi deyip duracaksın?
ای تو بندهی این جهان محبوس جان ** چند گویی خویش را خواجهی جهان
Süleyman aleyhisselâm’ın elçilerin gönlünü alması, onlara iltifatta bulunması, gönüllerindeki ürkekliği gidermesi ve hediyeleri kabul etmediğinden özür dileyip, kabul etmemesinin sebeplerini anlatması
دلداری کردن و نواختن سلیمان علیهالسلام مر آن رسولان را و دفع وحشت و آزار از دل ایشان و عذر قبول ناکردن هدیه شرح کردن با ایشان
Ey, elçiler, tez sizi elçi olarak gönderiyorum... bu hediyeleri reddetmem, sizin için kabul etmemden yeğdir.
ای رسولان میفرستمتان رسول ** رد من بهتر شما را از قبول
Belkıs’ın yanına gidince gördüğünüz şaşılacak şeyleri, altın ovasını hep söyleyin.
پیش بلقیس آنچ دیدیت از عجب ** باز گویید از بیابان ذهب