- Onu görünce dedim ki: Artık benim rızıkla işim yok... Bundan sonra rızık için gam yemiyorum. 690
- پس بگفتم من ز روزی فارغم ** زین سپس از بهر رزقم نیست غم
- Kötü meyveler bana güzel ve hoş gelmekte... Hususi bir rızka nail oldum ben.
- میوهی مکروه بر من خوش شدست ** رزق خاصی جسم را آمد به دست
- Mademki boğaz derdinden kurtuldum, birkaç habbem var, onları şuna vereyim...
- چونک من فارغ شدستم از گلو ** حبهای چندست این بدهم بدو
- Şu oduncuya bağışlayayım da o da iki üç günceğiz rızık derdinden kurtulsun!
- بدهم این زر را بدین تکلیفکش ** تا دو سه روزک شود از قوت خوش
- Oduncu içinden geçeni anlıyormuş meğerse... Çünkü kulağı, Allah nuruyla nurlanmış!
- خود ضمیرم را همیدانست او ** زانک سمعش داشت نور از شمع هو
- Her düşünce, ona göre bir şişe içindeki kandil gibi. Hepsini görüyormuş! 695
- بود پیشش سر هر اندیشهای ** چون چراغی در درون شیشهای
- İçten geçen ondan saklanamıyor... O, bütün gönüllerden geçenlere emîr kesilmiş!
- هیچ پنهان مینشد از وی ضمیر ** بود بر مضمون دلها او امیر
- O sırrına şaşılacak er, benim bu düşünceme karşı ağzının içinden söylenip durmaktaydı.
- پس همی منگید با خود زیر لب ** در جواب فکرتم آن بوالعجب
- Padişahlar hakkında böyle düşünüyorsun ha... Onlar, sana rızık vermeseler nasıl rızıklanacaksın ki demekteydi.
- که چنین اندیشی از بهر ملوک ** کیف تلقی الرزق ان لم یرزقوک
- Ben sözünü anlayamıyordum ama azarlanması gönlüme iyice aksediyordu.
- من نمیکردم سخن را فهم لیک ** بر دلم میزد عتابش نیک نیک
- Derken aslan gibi heybetle önüme geldi, sırtındaki odun demetini yere bıraktı. 700
- سوی من آمد به هیبت همچو شیر ** تنگ هیزم را ز خود بنهاد زیر
- Odunları yere korken halindeki heybetten yedi azami bir titremedir aldı!
- پرتو حالی که او هیزم نهاد ** لرزه بر هر هفت عضو من فتاد
- Dedi ki: Yarabbi, senin duaları kutlu izleri yomlu has kulların varsa,
- گفت یا رب گر ترا خاصان هیاند ** که مبارکدعوت و فرخپیاند
- Onların hürmetine lütfunun bir sanat göstermesini diliyorum... şimdicek bu odun yığını altın olsun!
- لطف تو خواهم که میناگر شود ** این زمان این تنگ هیزم زر شود
- Bunu der demez bir de gördüm ki odunlar altın olmuş, yeryüzünde ateş gibi parlayıp duruyorlar!
- در زمان دیدم که زر شد هیزمش ** همچو آتش بر زمین میتافت خوش
- Ben bunu görünce kendimden geçtim... bir hayli zaman baygın kaldım. O şaşkınlığım geçip kendime gelince, 705
- من در آن بیخود شدم تا دیرگه ** چونک با خویش آمدم من از وله
- Dedi ki: Allah’ın o ulular, gayret sahibi ve şöhretten kaçar kişilerse,
- بعد از آن گفت ای خداگر آن کبار ** بس غیورند و گریزان ز اشتهار
- Onların hürmetine yine bu altını hemen odun yap, eski haline getiriver!
- باز این را بند هیزم ساز زود ** بیتوقف هم بر آن حالی که بود
- Bu söz üzerine derhal o altın dallar, yine odun oldu... o erin işini görünce akıl da sarhoş oldu, kendisinden geçti. Bakış da!
- در زمان هیزم شد آن اغصان زر ** مست شد در کار او عقل و نظر
- Ondan sonra odunlarını yükleyip yürüdü... Hızlı hızlı önümden şehre gitti!
- بعد از آن برداشت هیزم را و رفت ** سوی شهر از پیش من او تیز و تفت
- O padişahtan, ardından gidip müşküllerini sormak, sözünü duymak istedim ama, 710
- خواستم تا در پی آن شه روم ** پرسم از وی مشکلات و بشنوم
- Heybeti mâni oldu gidemedim... Bayağı kişilerin has erlere varmasına yol yok!
- بسته کرد آن هیبت او مر مرا ** پیش خاصان ره نباشد عامه را
- Eğer biri can- beş vererek yol bulursa bu da onların rahmeti ve cezbesiyle olur.
- ور کسی را ره شود گو سر فشان ** کان بود از رحمت و از جذبشان
- Şu halde o tevfike erişmeyi ganimet bil... Eğer bir doğru erin sohbetini bulduysan bunu fırsat say!
- پس غنیمت دار آن توفیق را ** چون بیابی صحبت صدیق را
- Padişaha yakın olduğu, padişahın yakınlığına erdiği halde bu kutluluğu değersiz görüp yolundan olan ahmağa benzeme!
- نه چو آن ابله که یابد قرب شاه ** سهل و آسان در فتد آن دم ز راه
- Ahmak kurbanlık koyundan bol ve iyi bir parça verdiler mi “Bu, galiba öküz budu” der. 715
- چون ز قربانی دهندش بیشتر ** پس بگوید ران گاوست این مگر
- A iftiracı, bu öküz budu değil... Fakat eşekliğinden sana öküz budu görünmede.
- نیست این از ران گاو ای مفتری ** ران گاوت مینماید از خری
- Bu rüşvetsiz verilen padişah ihsanı... Bu rahmet yüzünden verilen hususi bir ihsan!
- بذل شاهانهست این بی رشوتی ** بخشش محضست این از رحمتی
- Süleyman aleyhisselâm’ın Belkis’in imana gelmesi için elçilerin tez gitmesini emretmesi ve onları teşviki
- تحریض سلیمان علیهالسلام مر رسولان را بر تعجیل به هجرت بلقیس بهر ایمان
- Süleyman Peygamber de savaşacağı yerde Belkıs’ın adamlarını ve askerini kendisine çekti.
- همچنان که شه سلیمان در نبرد ** جذب خیل و لشکر بلقیس کرد
- Ey azizler dedi, çabucak gelin... Çünkü cömertlik denizi dalgalanmaya başladı.
- که بیایید ای عزیزان زود زود ** که برآمد موجها از بحر جود
- 720.Köpüren dalgaları, her an kıyıya zararsız, ziyansız, yüzlerce inci atar! 720
- سوی ساحل میفشاند بیخطر ** جوش موجش هر زمانی صد گهر
- Ey doğru yolu bulanlar, salâ dedim size... Rıdvan, şimdicek cennet kapısını açtı.
- الصلا گفتیم ای اهل رشاد ** کین زمان رضوان در جنت گشاد
- Süleyman dedi ki: “Ey elçiler, gidin, Belkıs’a varın, onu bu dine inandırın!
- پس سلیمان گفت ای پیکان روید ** سوی بلقیس و بدین دین بگروید
- Deyin ki: Hep buraya gelin... Çabuk şüphe yok ki Allah, sizi esenlik yurduna çağırtmada!
- پس بگوییدش بیا اینجا تمام ** زود که ان الله یدعوا بالسلام
- Ey devlet isteyen, tez buraya gel... Bu zaman, feyiz zamanı, kapıların açıldığı çağ!
- هین بیا ای طالب دولت شتاب ** که فتوحست این زمان و فتح باب
- Ey dilemeyen sen de gel... Sen de gel de bu vefalı sevgiliden dilek sahibi olasın! 725
- ای که تو طالب نهای تو هم بیا ** تا طلب یابی ازین یار وفا
- Allah sırrını kutlasın, İbrahim Edhemin ülkesinden göçmesindeki sebep ve Horasan saltanatını terk etmesi
- سبب هجرت ابراهیم ادهم قدس الله سره و ترک ملک خراسان
- Sen de Edhem gibi devlet ve saltanatı hemencecik terk et de ebedi bir saltanata eriş!
- ملک برهم زن تو ادهموار زود ** تا بیابی همچو او ملک خلود
- İbrahim Edhem, geceleyin tahtında uyumaktaydı. Gözcüler, bekçiler de damda gürültü edip duruyorlardı.
- خفته بود آن شه شبانه بر سریر ** حارسان بر بام اندر دار و گیر
- Padişah, bekçilerin hırsızları ve kötü kişileri defetmelerini istemiyordu.
- قصد شه از حارسان آن هم نبود ** که کند زان دفع دزدان و رنود
- Çünkü kendisinin adâlet sahibi olduğunu, kendisine hiçbir kötülük gelmeyeceğini biliyordu, gönlü emindi.
- او همی دانست که آن کو عادلست ** فارغست از واقعه آمن دلست
- Muratları, dilekleri koruyan adalettir... Geceleyin damlarda sopalarını kakıp gezen bekçiler değil! 730
- عدل باشد پاسبان گامها ** نه به شب چوبکزنان بر بامها
- Fakat padişahın, rebap sesini dinlemeden maksadı, iştiyaklar çekenler gibi Allah hitabını hayal etmekti.
- لیک بد مقصودش از بانگ رباب ** همچو مشتاقان خیال آن خطاب
- Zurna ve davul sesleri, bir parçacık o külli nefirin, kıyamet gününde çalınacak olan Sur’un sesine benzer.
- نالهی سرنا و تهدید دهل ** چیزکی ماند بدان ناقور کل
- Hakîmler, bu musiki nağmelerini göklerin dönüşünden aldık demişlerdir.
- پس حکیمان گفتهاند این لحنها ** از دوار چرخ بگرفتیم ما
- Halkın tamburla çaldığı, ağızla söylediği bu şarkılar, nağmeler, hep göğün hareketinden alınmadır.
- بانگ گردشهای چرخست این که خلق ** میسرایندش به طنبور و به حلق
- Müminler derler ki cennetin tesiriyle bütün kötü ve çirkin sesler de latif olur. 735
- مومنان گویند که آثار بهشت ** نغز گردانید هر آواز زشت
- Biz hepimiz Âdem’in cüz’üleriydik... Cennette o nağmeleri dinledik, duyduk!
- ما همه اجزای آدم بودهایم ** در بهشت آن لحنها بشنودهایم
- Gerçi suyla toprak, bize bir şüphe verdi ama yine o nağmeleri birazcık hatırlıyoruz.
- گرچه بر ما ریخت آب و گل شکی ** یادمان آمد از آنها چیزکی
- Fakat musibet toprağıyla karıştıktan sonra bu zir ve bem perdeleri, nereden o nağmeleri verecek?
- لیک چون آمیخت با خاک کرب ** کی دهند این زیر و آن بم آن طرب
- Su, sidik ve pislikle karışınca bozulur, mizacı acı ve sert bir hale gelir.
- آب چون آمیخت با بول و کمیز ** گشت ز آمیزش مزاجش تلخ و تیز