English    Türkçe    فارسی   

4
739-788

  • Su, sidik ve pislikle karışınca bozulur, mizacı acı ve sert bir hale gelir.
  • آب چون آمیخت با بول و کمیز ** گشت ز آمیزش مزاجش تلخ و تیز
  • İnsanın cesedinde de birazcık su vardır... Sen onu sidik bile saysan yine ateşi söndürür ya! 740
  • چیزکی از آب هستش در جسد ** بول گیرش آتشی را می‌کشد
  • Su, pis bile olsa yine tabiatı bakidir... O tabiatla gam ateşini söndürür!
  • گر نجس شد آب این طبعش بماند ** که آتش غم را به طبع خود نشاند
  • İş bu yüzden güzel sesi dinlemek âşıklara gıdadır... Çünkü güzel ses dinlemede kalp huzuru ve Allah ile birleşme zevki vardır.
  • پس غدای عاشقان آمد سماع ** که درو باشد خیال اجتماع
  • Adamın içindeki hayâller kuvvetlenir, hatta hayaller, o güzel sesten, o güzel nağmeden suretlere bürünür.
  • قوتی گیرد خیالات ضمیر ** بلک صورت گردد از بانگ و صفیر
  • Suya ceviz atanın ateşi nasıl kuvvetlendiyse aşk ateşi de güzel seslerle kuvvet bulunur!
  • آتش عشق از نواها گشت تیز ** آن چنان که آتش آن جوزریز
  • Susuz adamın ceviz ağacına binip silkelemesi ve cevizlerin çukurdaki, erişemediği suya düşmesi, bu suretle suyun sesini duyup onunla zevklenmesi, neşelenmesi
  • حکایت آن مرد تشنه کی از سر جوز بن جوز می‌ریخت در جوی آب کی در گو بود و به آب نمی‌رسید تا به افتادن جوز بانگ آب# بشنود و او را چو سماع خوش بانگ آب اندر طرب می‌آورد
  • Su, pek derin yerdeydi... Susuzun biri suyun üst tarafında bulunan ceviz ağacına binmiş, ağacı silkeliyordu. 745
  • در نغولی بود آب آن تشنه راند ** بر درخت جوز جوزی می‌فشاند
  • Ağaçtan cevizler, suya düştükçe suyun sesini dinliyor, sudan meydana gelen habbeleri seyrediyordu.
  • می‌فتاد از جوزبن جوز اندر آب ** بانگ می‌آمد همی دید او حباب
  • Bir akıllı adam, bunu görüp dedi ki: Yiğidim bu cevizler, seni susatır!
  • عاقلی گفتش که بگذار ای فتی ** جوزها خود تشنگی آرد ترا
  • Suya bir hayli ceviz düşüyor ama su derinde... Senden uzakta!
  • بیشتر در آب می‌افتد ثمر ** آب در پستیست از تو دور در
  • Sen, yukarıdan aşağıya zahmetlerle ininceye kadar su da onları daha uzağa götürecek!
  • تا تو از بالا فرو آیی به زور ** آب جویش برده باشد تا به دور
  • Adam dedi ki: Benim bu ağaç silkelemeden maksadım ceviz toplamak değil... Görünüşe bakma da maksadıma iyi dikkat et! 750
  • گفت قصدم زین فشاندن جوز نیست ** تیزتر بنگر برین ظاهر مه‌ایست
  • Benim maksadım suyun sesini işitmek ve suda hâsıl olan şu habbeleri görmektir.
  • قصد من آنست که آید بانگ آب ** هم ببینم بر سر آب این حباب
  • Âlemde susuzun, daima havuzun çevresinde dönüp dolaşmaktan başka ne işi var?
  • تشنه را خود شغل چه بود در جهان ** گرد پای حوض گشتن جاودان
  • Hacının Kâbe’nin çevresini tavaf etmesi gibi o da ırmağın, suyun çevresinde dolanır, suyun sesini dinler durur!
  • گرد جو و گرد آب و بانگ آب ** هم‌چو حاجی طایف کعبه‌ی صواب
  • İşte ey halk ziyası Hüsameddin, o susuzun maksadı gibi benim de bu Mesnevi’den maksadım sensin.
  • هم‌چنان مقصود من زین مثنوی ** ای ضیاء الحق حسام‌الدین توی
  • Mesnevi, ferileri bakımından da, asılları bakımından da tamamı ile senindir... onu sen kabul etmişsindir. 755
  • مثنوی اندر فروع و در اصول ** جمله آن تست کردستی قبول
  • Padişahlar, iyiyi de kabul ederler, kötüyü de... Bir şeyi kabul ettiler mi artık reddetmezler.
  • در قبول آرند شاهان نیک و بد ** چون قبول آرند نبود بیش رد
  • Mademki bir fidan diktin, onu sula... Mademki açtın düğümleme!
  • چون نهالی کاشتی آبش بده ** چون گشادش داده‌ای بگشا گره
  • Mesnevi’deki sözlerden maksadım senin sırrın, onu şiir halinde söylemedeki muradım senin sesindir.
  • قصدم از الفاظ او راز توست ** قصدم از انشایش آواز توست
  • Bence sesin, Allah sesidir... Âşık, haşa; sevgilisinden ayrılmaz.
  • پیش من آوازت آواز خداست ** عاشق از معشوق حاشا که جداست
  • Nâsın caniyle nâsın rabbi arasında keyfiyetsiz, kıyasa sığmaz bir ulaşma, bir birlik vardır. 760
  • اتصالی بی‌تکیف بی‌قیاس ** هست رب‌الناس را با جان ناس
  • Fakat nâs dedim, nesnas değil... nas canın canı olan Allah’a aşina olanlardır, başkaları değil!
  • لیک گفتم ناس من نسناس نی ** ناس غیر جان جان‌اشناس نی
  • Nâs dediğim adamdır, adam nerede? Sen adamların başını, görmedin, kuyruksun sen!
  • ناس مردم باشد و کو مردمی ** تو سر مردم ندیدستی دمی
  • “Görünüşte o toprağı atan sen idin, hakikatte Allah idi” ayetini okumuşsun ama cisimden ibaretsin, cüz’ülerde kala kalmışsın!
  • ما رمیت اذ رمیت خوانده‌ای ** لیک جسمی در تجزی مانده‌ای
  • A ahmak, cisim ülkeni Belkıs gibi Süleyman Peygamber için terk et!
  • ملک جسمت را چو بلقیس ای غبی ** ترک کن بهر سلیمان نبی
  • Lâhavle diyorum ama sözümden değil... O kötü düşüncelinin vesveselerinden lâhavle demekteyim! 765
  • می‌کنم لا حول نه از گفت خویش ** بلک از وسواس آن اندیشه کیش
  • Çünkü o, benim sözlerime karşı hayallere düşmekte, gönlündeki vesveseler ve şüpheden doğan inkârlar yüzünden hayaller kurmaktadır.
  • کو خیالی می‌کند در گفت من ** در دل از وسواس و انکارات ظن
  • Lâhavle diyorum; yani çaresi yok... Çünkü senin gönlünde benim sözlerimin zıddı olan düşünceler ve sözler var!
  • می‌کنم لا حول یعنی چاره نیست ** چون ترا در دل بضدم گفتنیست
  • Sözlerim, boğazına tıkıldı kaldı, artık ben sustum... Hadi sen, sana lâyık olanı söyle bakalım!
  • چونک گفت من گرفتت در گلو ** من خمش کردم تو آن خود بگو
  • Güzel sesli bir neyzen ney çalarken ansızın aşağı tarafından bir yeldir çıktı!
  • آن یکی نایی خوش نی می‌زدست ** ناگهان از مقعدش بادی بجست
  • Neyzen neyi aşağı tarafına tutarak, hadi bakalım dedi... Benden iyi üfleyeceksen üfle! 770
  • نای را بر کون نهاد او که ز من ** گر تو بهتر می‌زنی بستان بزن
  • Ey Müslüman, edep nedir diye arar sorarsan bil ki edep, ancak her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül etmektir.
  • ای مسلمان خود ادب اندر طلب ** نیست الا حمل از هر بی‌ادب
  • Kimi falan adamın huyu kötü, tabiatı fena diye şikâyet eder görürsen,
  • هر که را بینی شکایت می‌کند ** که فلان کس راست طبع و خوی بد
  • Bil ki bu şikâyetçinin huyu kötüdür; kötüdür ki o kötü huylunun kötülüğünü söylüyor!
  • این شکایت‌گر بدان که بدخو است ** که مر آن بدخوی را او بدگو است
  • Çünkü iyi huylu, kötü huylulara, fena tabiatlılara tahammül eden, onların kötülüğünü söylemeyen kişidir.
  • زانک خوش‌خو آن بود کو در خمول ** باشد از بدخو و بدطبعان حمول
  • Fakat şeyh, birisinin kötülüğünü söylerse bu, Allah emriyledir, kızgınlığa, heva ve hevese uymadan değil! 775
  • لیک در شیخ آن گله ز آمر خداست ** نه پی خشم و ممارات و هواست
  • Onun şikâyeti, şikâyet değildir, onu ıslahtır... O şikâyet, peygamberlerin şikâyetine benzer.
  • آن شکایت نیست هست اصلاح جان ** چون شکایت کردن پیغامبران
  • Peygamberlerin sabırsızlığı, bil ki Allah emriyledir... Yoksa onların hilmi, kötü şeylere tahammül eder.
  • ناحمولی انبیا از امر دان ** ورنه حمالست بد را حلمشان
  • Onlar kötülüğe tahammül ede ede tabiatlarını öldürdüler... Artık onlardan bir tahammülsüzlük zuhur ederse kendilerinden değildir, Allah’tandır.
  • طبع را کشتند در حمل بدی ** ناحمولی گر بود هست ایزدی
  • Ey Süleyman, kuzgunla doğan arasında Allah hilmine bürün de bütün kuşlarla uzlaş!
  • ای سلیمان در میان زاغ و باز ** حلم حق شو با همه مرغان بساز
  • Ey hilmi, yüzlerce Belkıs’ı zebun eden, ey “Rabbim, kavmine sen doğru yolu göster, onlar bilmiyorlar” diyen! 780
  • ای دو صد بلقیس حلمت را زبون ** که اهد قومی انهم لا یعلمون
  • Süleyman aleyhisselam’ın, Belkis’e şirkte ısrar etme, imana gelmeyi geciktirme diye tehdit ederek haber göndermesi
  • تهدید فرستادن سلیمان علیه‌السلام پیش بلقیس کی اصرار میندیش بر شرک و تاخیر مکن
  • Belkıs, kendine gel, aklını başına topla... Yoksa fena olur. Askerin, sana düşman kesilir, senden döner!
  • هین بیا بلقیس ورنه بد شود ** لشکرت خصمت شود مرتد شود
  • Perdecin, perdeni yırtar... Canın, canına düşmanlık eder!
  • پرده‌دار تو درت را بر کند ** جان تو با تو به جان خصمی کند
  • Yerdeki, gökteki zerrelerin hepsi, sınama çağında Allah askeridir.
  • جمله ذرات زمین و آسمان ** لشکر حق‌اند گاه امتحان
  • Yerli gördün ya, Âd kavmine ne yaptı! Suyu gördün ya, tufanda neler etti!
  • باد را دیدی که با عادان چه کرد ** آب را دیدی که در طوفان چه کرد
  • O kin denizi Firavuna ne işler açtı... Bu yeryüzü Karun’a ne işler gösterdi! 785
  • آنچ بر فرعون زد آن بحر کین ** وآنچ با قارون نمودست این زمین
  • Ebabil kuşları, file neler etti... Sivrisinek, Nemrud’un başını nasıl yedi!
  • وآنچ آن بابیل با آن پیل کرد ** وآنچ پشه کله‌ی نمرود خورد
  • Davud, eliyle koca taşı kaldırıp atınca taş tam altı yüz parçaya bölündü, ordu da bozguna uğradı!
  • وآنک سنگ انداخت داودی بدست ** گشت شصد پاره و لشکر شکست
  • Lût’un düşmanlarına taş yağdı da nihayet kara su içinde dalga yutup boğuldular!
  • سنگ می‌بارید بر اعدای لوط ** تا که در آب سیه خوردند غوط