English    Türkçe    فارسی   

4
802-851

  • O, başkaları için bezenmiştir... Beyhude yere ağzını, gözünü açmıştır.
  • Sen, kendi kendine savaşa girişmişsin... Başkalarını kendin olarak tanımamış, anlamamışsın!
  • Sen hangi surette rastlasan, bu, benim diye durup kalıyorsun ama vallahi o, sen değilsin!
  • Bir zamancağız halktan uzaklaşsan, yapayalnız kalsan ta boğazına kadar gama, endişeye batarsın. 805
  • Hâlbuki bu, nasıl sen olabilir? Sen o tek kişisin; Sen kendinin güzelisin, kendinin dilberisin, kendinin sarhoşusun!
  • Kendinin kuşu, kendinin avı, kendinin tuzağısın... Kendinin başköşesi, kendinin döşemesi, kendinin damısın!
  • Cevher ona derler ki varlığı, kendi kendine olsun... Onunla var olan, onun feri bulunan şey, arazdır.
  • Sen de Âdemoğluysan onun gibi ol, bütün zürriyetleri kendinde gör!
  • Testide ne vardır ki nehirde olmasın... Evde ne vardır ki şehirde bulunmasın! 810
  • Bu âlem bir testidir, gönül de ırmak suyuna benzer. Bu âlem odadır, gönülse görülmedik ve şaşılacak şeylerle dolu bir şehir!
  • Süleyman aleyhisselâm’ın, benim senin imana gelmeni istemem; ancak Allah rızası içindi; ne nefsinde, ne güzelliğinde, ne de saltanatında bir zerre garezim yok. Allah nuruyla gözüm açılsın, sen de görürsün demesi
  • Hemencecik gel... Ben, seni davet eden bir elçiyim... Ecel gibi şehveti öldürücüyüm, şehvete esir değil!
  • Hatta şehvetin olsa bile şehvette emîrim... Bir güzelin yüzünü görüp şehvet esiri olmam ben!
  • Aslımızın aslı, Halil ve bütün peygamberler gibi putları kıran kişilerdir.
  • Ey esir, biz put haneye girsek bile puta secde etmeyiz, put bize secde eder. 815
  • Ahmed de put haneye gitti, Ebu Cehil de... Fakat bunun gitmesiyle onun gitmesi arasında pek büyük bir fark var!
  • Bu put haneye girdi mi putlar baş kor, secdeye kapanır... O girdi mi ümmetler gibi putlara secde eder!
  • Şehvete mensup olan bu âlem de put hanedir... Hem peygamberlere yuvadır, hem kâfirlere!
  • Fakat şehvet, pak kişilere kuldur... Halis altını ateş yakmaz!
  • Kâfirler kalptır, temiz kişilerse altına benzerler. Her iki kısım da bu potanın içindedir. 820
  • Potaya kalp olan girdi mi hemen kararır... Altın girdi mi altınlığı belli olur.
  • Altın, elini kolunu açar da potaya atılır, ateş içinde hoş bir surette gülümser durur!
  • Âlemde cismimiz, bizim yüzümüzü örtmektedir... Biz, samanla örtülü deniz gibiyiz!
  • Din padişahına toprak diye bakma a bilgisiz! Melûn Şeytan da Âdem’e bu bakışla bakmıştı.
  • Sen söyle bana bakayım... Hiç bu güneş, balçıkla sıvanabilir mi? 825
  • Nura yüzlerce toz toprak döksen yine görünür, yine baş gösterir, parlar!
  • Saman da nedir ki suyun yüzünü örtsün! Toprak da kim oluyor ki güneşi kapatabilsin!
  • Kalk ey Belkıs, Ethem gibi padişâhcasına şu iki üç günlük saltanat dumanını dağıt!
  • Allah sırrını kutlasın, İbrahim Edhem’in arta kalan hikâyesi
  • O iyi adlı, iyi sanlı padişah, bir gece tahtında otururken damda bir tıkırtı, bir hay huy duydu.
  • Sarayın damında sert sert adımlar atılıyordu... Kendi kendine kimin ne haddine dedi. 830
  • Sarayın penceresinden “Kim o... bu, insan olamaz, peri olmalı herhalde” diye seslendi.
  • Hiç görülmemiş bir bölük halk, damdan başlarını indirdiler... Dediler ki: Kaybımız var, gece vakti onu arayıp duruyoruz.
  • İbrahim Edhem “Ne arıyorsunuz?” dedi. Dediler ki: Develerimizi! İbrahim Edhem “Damda deve arandığını kim görmüş?” deyince,
  • Dediler ki: “Peki... Öyleyse sen taht üstünde oturur, padişahlık ederken Allah’ı bulmayı nasıl arıyor, nasıl umuyorsun?”
  • İşte bu oldu, bundan sonra bir daha İbrahim Edhem’i kimse görmedi... Peri gibi insanların gözünden kayboldu! 835
  • Kendisi, halkın gözü önündeydi ama manası gizliydi... Halk, sakaldan, hırkadan başka neyi görür ki?
  • Kendi gözünden de kayboldu, halkın gözünden de... İşte ondan sonra zümrüdü anka gibi âlemde meşhur oldu.
  • Hangi kuşun canı, Kaf dağına geldiyse bütün âlem onu söyler, ondan bahseder.
  • Bu doğu nuru da Sebe’e vurunca Belkıs’a da, oradaki halka da bir velveledir düştü!
  • Ölmüş ruhların hepsi dirildiler, kanat çırptılar... Öldüler, ten mezarlarından başkaldırdılar! 840
  • Birbirlerine “Bak... Gökten bir sestir geldi” diye müjde vermeye başladılar.
  • O sesten dinler gürbüzleşti... Gönüllerin dalları, yaprakları yeşerdi!
  • Süleyman’dan gelen o nefes, Sur üfürülmüş gibi ölüleri mezarlarından kurtardı.
  • Ey dinleyen, yakini Allah daha iyi bilir ya, bu devir geçti... (Kendi zamanına ve zamanının Süleyman’ına dikkat et de) bundan böyle kutluluk senin olsun!
  • Sebe’nin ehlinin geri kalan hikâyesi, Süleyman aleyhisselâm’ın Belkıs’ı ve kavmini doğru yola getirmesi, her birinin haline göre din ve gönül müşküllerini halletmesi, her cins kuşun, kendi cinsinden olan kuşu kuşun ötüşüyle kuşun yiyeceği şeylerle avlaması
  • İştiyak çekercesine Sebe’e ait hikâyeyi söylüyorum... Çünkü seher yeli, Laleliğe esip geldi! 845
  • Bedenler, vuslat günlerini buldu... Çocuklar asılları olan analarına, babalarına kavuştular.
  • Ümmetler içinde gizli olan aşk ümmeti, çevresini kınamalar kaplamış cömertliğe benzer.
  • Ruhların aşağılanması, bedenler yüzündendir. Bedenlerin yüceliği, ruhlardandır!
  • Ey âşıklar, arı - duru şarap sizindir, size sunulur. Baki olan sizsiniz, beka sizindir!
  • Ey! Yüreklerinde âşık derdi olmayanlar, kalkın âşık olun... İşte Yusuf’un kokusu gelmekte, hemen koklayın, o kokuyu alın! 850
  • Ey Süleyman’a mensup kuşdili, gel! Hangi kuşun sesi gelirse ona göre nağmeler düz!