English    Türkçe    فارسی   

4
833-882

  • İbrahim Edhem “Ne arıyorsunuz?” dedi. Dediler ki: Develerimizi! İbrahim Edhem “Damda deve arandığını kim görmüş?” deyince,
  • Dediler ki: “Peki... Öyleyse sen taht üstünde oturur, padişahlık ederken Allah’ı bulmayı nasıl arıyor, nasıl umuyorsun?”
  • İşte bu oldu, bundan sonra bir daha İbrahim Edhem’i kimse görmedi... Peri gibi insanların gözünden kayboldu! 835
  • Kendisi, halkın gözü önündeydi ama manası gizliydi... Halk, sakaldan, hırkadan başka neyi görür ki?
  • Kendi gözünden de kayboldu, halkın gözünden de... İşte ondan sonra zümrüdü anka gibi âlemde meşhur oldu.
  • Hangi kuşun canı, Kaf dağına geldiyse bütün âlem onu söyler, ondan bahseder.
  • Bu doğu nuru da Sebe’e vurunca Belkıs’a da, oradaki halka da bir velveledir düştü!
  • Ölmüş ruhların hepsi dirildiler, kanat çırptılar... Öldüler, ten mezarlarından başkaldırdılar! 840
  • Birbirlerine “Bak... Gökten bir sestir geldi” diye müjde vermeye başladılar.
  • O sesten dinler gürbüzleşti... Gönüllerin dalları, yaprakları yeşerdi!
  • Süleyman’dan gelen o nefes, Sur üfürülmüş gibi ölüleri mezarlarından kurtardı.
  • Ey dinleyen, yakini Allah daha iyi bilir ya, bu devir geçti... (Kendi zamanına ve zamanının Süleyman’ına dikkat et de) bundan böyle kutluluk senin olsun!
  • Sebe’nin ehlinin geri kalan hikâyesi, Süleyman aleyhisselâm’ın Belkıs’ı ve kavmini doğru yola getirmesi, her birinin haline göre din ve gönül müşküllerini halletmesi, her cins kuşun, kendi cinsinden olan kuşu kuşun ötüşüyle kuşun yiyeceği şeylerle avlaması
  • İştiyak çekercesine Sebe’e ait hikâyeyi söylüyorum... Çünkü seher yeli, Laleliğe esip geldi! 845
  • Bedenler, vuslat günlerini buldu... Çocuklar asılları olan analarına, babalarına kavuştular.
  • Ümmetler içinde gizli olan aşk ümmeti, çevresini kınamalar kaplamış cömertliğe benzer.
  • Ruhların aşağılanması, bedenler yüzündendir. Bedenlerin yüceliği, ruhlardandır!
  • Ey âşıklar, arı - duru şarap sizindir, size sunulur. Baki olan sizsiniz, beka sizindir!
  • Ey! Yüreklerinde âşık derdi olmayanlar, kalkın âşık olun... İşte Yusuf’un kokusu gelmekte, hemen koklayın, o kokuyu alın! 850
  • Ey Süleyman’a mensup kuşdili, gel! Hangi kuşun sesi gelirse ona göre nağmeler düz!
  • Allah sesini kuşlara göndermiştir... Her kuşun nağmesini sana öğretmiştir!
  • Cebrî olan kuşa cebir dilince söyle... Kanadı kırılmış olana sabırdan bahset!
  • Sabreden kuşu hoş gör, affet... Anka’ya Kaf dağının vasıflarını oku!
  • Güvercine doğandan korunmasını emret... Doğana hilmi anlat, can yakmadan çekinmesini söyle! 855
  • Çaresiz kalan, nurdan mahrum olan yarasayı nura eş et, nura aşina kıl!
  • Savaşan kekliğe sulh öğret... Horozlara sabah çağının alâmetlerini göster!
  • Hüthütten karakuşa kadar bütün kuşlara böylece yol göster... Allah, doğruyu daha iyi bilir!
  • Belkıs’ın saltanattan kurtuluşu, iman şevkiyle mest oluşu, memleketinden hareket esnasında tahtından başka her şeyden vaz geçişi
  • Süleyman, Sebe’deki kuşlara bir ıslık çalınca hepsini kendisine bend etti.
  • Ancak canı ve kanadı olmayan yahut balık gibi aslından sağır ve dilsiz olan müstesna! 860
  • Hayır... yanlış söyledim, sağır bile Allah vahyine karşı baş koyup secde etse Allah ona duygu ihsan eder.
  • Belkıs, canla, gönülle Süleyman’a gitmeyi kurdu... Geçmiş zamanlarına açıklandı!
  • Âşıkların adı sanı, arı namusu terk ettikleri gibi o da malını, mülkünü terk etti.
  • O nazlı nazenin kölelerle cariyeler, gözüne porsumuş, kokmuş, çürümüş soğan gibi görünmeye başladı.
  • Bağlar, köşkler, ırmaklar, aşk yüzünden gözüne külhan gibi görünüyordu. 865
  • Aşk, kızıştı da akın etti mi bütün güzeller, göze çirkin görünür.
  • Aşk gayreti, zümrüdü bile insanın gözüne pırasa kadar adi gösterir... İşte “Lâ”nın manası budur.
  • Ey sığınacak yer arayan, “Lâ ilâhe illâ Hû” budur... Ay bile sana kararmış çömlek gibi görünür!
  • Belkıs da hiçbir mala hiçbir hazineye, hiçbir değerli şeye ehemmiyet vermiyordu... Yalnız tahtından geçememişti.
  • Süleyman, Belkıs’ın gönlündekini anladı... Çünkü Süleyman’ın gönlünden Belkıs’ın gönlüne yol olmuştu! 870
  • Karıncaların sesini bile duyan, elbette uzaktakilerin feryadını da duyar.
  • “Bir karınca dedi ki” sırrını söyleyen, bu köhne kemerin, bu eski dünyanın sırrını da bilir.
  • Uzaktan gördü ki o kendisini bile teslim eden Belkıs’a, yalnız tahtından ayrılmak acı geliyor!
  • Bunun sebebini söylesem, tahtına neden bu kadar âşıktı... Anlatmaya kalkışsam söz uzar.
  • (Belkıs, tahtla aynı cinsten değildi... Doğru, fakat) bu kalem de duygusuzdur, kâtiple aynı cinsten değildir ama ona munistir, eştir, arkadaştır. 875
  • Her sanatın aleti de böyle cansızdır ama canlı olan sanatkârın munisidir.
  • Anlayış gözünde nem olmasaydı bu sebebi daha açık anlatırdım!
  • Taht haddinden fazla büyüktü; nakledilmesine imkân yoktu.
  • Pek ince sanatlıydı... Beden gibi eczası, tamamı ile birbirine bitişmişti... Ayrılıp götürülmesi de mümkün değildi, kırılabilirdi.
  • Süleyman dedi ki: Sonunda tahttan da, taçtan da soğuyacak ya! 880
  • Can, birlik âlemine ulaşır, o âlemden baş gösterirse birliğin nuruna karşı bedenin nuru kalmaz artık.
  • İnci, denizin dibinden çıktı mı denizdeki köpüklerle çer çöpü hor hakir görürsün!