English    Türkçe    فارسی   

4
861-910

  • Hayır... yanlış söyledim, sağır bile Allah vahyine karşı baş koyup secde etse Allah ona duygu ihsan eder.
  • Belkıs, canla, gönülle Süleyman’a gitmeyi kurdu... Geçmiş zamanlarına açıklandı!
  • Âşıkların adı sanı, arı namusu terk ettikleri gibi o da malını, mülkünü terk etti.
  • O nazlı nazenin kölelerle cariyeler, gözüne porsumuş, kokmuş, çürümüş soğan gibi görünmeye başladı.
  • Bağlar, köşkler, ırmaklar, aşk yüzünden gözüne külhan gibi görünüyordu. 865
  • Aşk, kızıştı da akın etti mi bütün güzeller, göze çirkin görünür.
  • Aşk gayreti, zümrüdü bile insanın gözüne pırasa kadar adi gösterir... İşte “Lâ”nın manası budur.
  • Ey sığınacak yer arayan, “Lâ ilâhe illâ Hû” budur... Ay bile sana kararmış çömlek gibi görünür!
  • Belkıs da hiçbir mala hiçbir hazineye, hiçbir değerli şeye ehemmiyet vermiyordu... Yalnız tahtından geçememişti.
  • Süleyman, Belkıs’ın gönlündekini anladı... Çünkü Süleyman’ın gönlünden Belkıs’ın gönlüne yol olmuştu! 870
  • Karıncaların sesini bile duyan, elbette uzaktakilerin feryadını da duyar.
  • “Bir karınca dedi ki” sırrını söyleyen, bu köhne kemerin, bu eski dünyanın sırrını da bilir.
  • Uzaktan gördü ki o kendisini bile teslim eden Belkıs’a, yalnız tahtından ayrılmak acı geliyor!
  • Bunun sebebini söylesem, tahtına neden bu kadar âşıktı... Anlatmaya kalkışsam söz uzar.
  • (Belkıs, tahtla aynı cinsten değildi... Doğru, fakat) bu kalem de duygusuzdur, kâtiple aynı cinsten değildir ama ona munistir, eştir, arkadaştır. 875
  • Her sanatın aleti de böyle cansızdır ama canlı olan sanatkârın munisidir.
  • Anlayış gözünde nem olmasaydı bu sebebi daha açık anlatırdım!
  • Taht haddinden fazla büyüktü; nakledilmesine imkân yoktu.
  • Pek ince sanatlıydı... Beden gibi eczası, tamamı ile birbirine bitişmişti... Ayrılıp götürülmesi de mümkün değildi, kırılabilirdi.
  • Süleyman dedi ki: Sonunda tahttan da, taçtan da soğuyacak ya! 880
  • Can, birlik âlemine ulaşır, o âlemden baş gösterirse birliğin nuruna karşı bedenin nuru kalmaz artık.
  • İnci, denizin dibinden çıktı mı denizdeki köpüklerle çer çöpü hor hakir görürsün!
  • Nurlar saçan güneş doğdu, baş gösterdi mi artık akrebin kuyruğunda kim yurt tutmak ister?
  • Fakat bütün bunlarla beraber yine de onun tahtını getirtmek lâzım.
  • Getirtmeli de buluştuğu vakit üzülmesin... Çocukça dileği yerine gelmiş olsun. 885
  • O taht bizce adi bir şey ama onca pek aziz... Ne yapalım, hurilerin sofrasında birde şeytan bulunsun!
  • Hem o nazlı tahtı, sonradan Eyaz’a hırkasıyla çarığı nasıl ibret olduysa ona da ibret olur!
  • Bu tahta bakar da neye tutulduğunu, nereden nereye geldiğini, ne haldeyken ne hale büründüğünü bilir, anlar!
  • Allah da toprağı, meniyi ve et parçasını daima bizim gözümüz önünde tutmuyor mu?
  • A kötü niyetli bak... Seni ne halden ne hale getirdim? Şimdi onlardan nefret ediyorsun değil mi? 890
  • Sen o devirlerde o toprağa, meniye, et parçasına âşıktın... O zamanlar bu kerem ve ihsanı inkâr ediyordun!
  • Önce toprak halindeyken ( ben nereden akıl ve ruh sahibi olacağım diye) inkârda bulunuyordun ya... bu kerem ve ihsan, o inkârını gidermek içindir.
  • Canlanman, evvelki inkârına karşı reddedilmez bir delildir... Şu hastalığın dermandan da beter oldu ya!
  • Toprağın bu işi yapmasına imkân mı var... Meni, düşmanlıkta bulunur, inkâra düşer mi hiç?
  • O zamanlar gönülsüz ve ruhsuzdun... Bu yüzden düşünceyi de inkâr ediyordun, inkârı da! 895
  • Cemadken insan olacağını inkâr ederdin, şimdi de haşr olmayı inkâr etmede ayak diredin!
  • Sen şuna benzersin: Adam gelir, kapıyı döver de ev sahibi, içerden “Ev sahibi evde yok diye bağırır.
  • Kapıyı döven bu “Ev sahibi evde yok” sözünden anlar ve ev sahibi içerdedir... Halkadan elini çekmez!
  • Senin inkârın da Allah’ın cemad âleminden yüzlerce haşirde bulunduğunu, yüzlerce can yarattığını gösterir, belli eder!
  • Su ve toprağın “Hel etâ”dan inkâr doğurmasına dek, (insanın aslî maddesi bile yokken nihayet sudan, topraktan meni haline gelip duygu ve görgü sahibi olmasına kadar) nice sıfatlar düzüldü, koşuldu! 900
  • İşte su ve toprak (yani insan) da (inkârda bulunuyor ama hakikatte) inkâr etmemekte... Yalnız o ev sahibi gibi “o haber veren içerde yok” diye bağırmakta!
  • Bunu yüz türlü açar, anlatırım ama ince sözlerden insanın aklı sürçer... Onun için vazgeçiyorum!
  • Süleyman aleyhisselâm’ın Belkıs’ın tahtını Sebe’den getirtmeye bir çare bulması
  • Bir ifrit dedi ki: Sen daha yerinden kalkmadan ben, tahtını getiririm.
  • Asaf da “İsm-i âzam kudretiyle ben, bir anda bu tahtı buraya getiririm” dedi.
  • İfrit, sihirde üstattı ama o taht, Asaf’ın nefesiyle geldi. 905
  • Belkıs’ın tahtı derhal Süleyman’ın huzurunda belirdi... Fakat Asaf’ın himmetiyle; ifritlerin hilesiyle değil!
  • Süleyman, Allah’a hamd olsun dedi... Bu nimeti de âlemlerin Rabi’nin lütfuyla gördüm, bunun gibi yüzlercesini de!
  • Sonra tahta baktı da dedi ki: Evet sen ahmakları aldatabilirsin ey ağaç!
  • Nakşedilmiş, bezenmiş tahta ve taş önünde nice aptallar baş kor, secde eder!
  • Secde edenin de canından haberi yoktur, secde edilenin de... Ancak canından bir hareket ve azıcık bir eser görmüştür, işte o kadar! 910