Nurlar saçan güneş doğdu, baş gösterdi mi artık akrebin kuyruğunda kim yurt tutmak ister?
سر بر آرد آفتاب با شرر ** دم عقرب را کی سازد مستقر
Fakat bütün bunlarla beraber yine de onun tahtını getirtmek lâzım.
لیک خود با این همه بر نقد حال ** جست باید تخت او را انتقال
Getirtmeli de buluştuğu vakit üzülmesin... Çocukça dileği yerine gelmiş olsun.885
تا نگردد خسته هنگام لقا ** کودکانه حاجتش گردد روا
O taht bizce adi bir şey ama onca pek aziz... Ne yapalım, hurilerin sofrasında birde şeytan bulunsun!
هست بر ما سهل و او را بس عزیز ** تا بود بر خوان حوران دیو نیز
Hem o nazlı tahtı, sonradan Eyaz’a hırkasıyla çarığı nasıl ibret olduysa ona da ibret olur!
عبرت جانش شود آن تخت ناز ** همچو دلق و چارقی پیش ایاز
Bu tahta bakar da neye tutulduğunu, nereden nereye geldiğini, ne haldeyken ne hale büründüğünü bilir, anlar!
تا بداند در چه بود آن مبتلا ** از کجاها در رسید او تا کجا
Allah da toprağı, meniyi ve et parçasını daima bizim gözümüz önünde tutmuyor mu?
خاک را و نطفه را و مضغه را ** پیش چشم ما همیدارد خدا
A kötü niyetli bak... Seni ne halden ne hale getirdim? Şimdi onlardan nefret ediyorsun değil mi?890
کز کجا آوردمت ای بدنیت ** که از آن آید همی خفریقیت
Sen o devirlerde o toprağa, meniye, et parçasına âşıktın... O zamanlar bu kerem ve ihsanı inkâr ediyordun!
تو بر آن عاشق بدی در دور آن ** منکر این فضل بودی آن زمان
Önce toprak halindeyken ( ben nereden akıl ve ruh sahibi olacağım diye) inkârda bulunuyordun ya... bu kerem ve ihsan, o inkârını gidermek içindir.
این کرم چون دفع آن انکار تست ** که میان خاک میکردی نخست
Canlanman, evvelki inkârına karşı reddedilmez bir delildir... Şu hastalığın dermandan da beter oldu ya!
حجت انکار شد انشار تو ** از دوا بدتر شد این بیمار تو
Toprağın bu işi yapmasına imkân mı var... Meni, düşmanlıkta bulunur, inkâra düşer mi hiç?
خاک را تصویر این کار از کجا ** نطفه را خصمی و انکار از کجا
O zamanlar gönülsüz ve ruhsuzdun... Bu yüzden düşünceyi de inkâr ediyordun, inkârı da!895
چون در آن دم بیدل و بیسر بدی ** فکرت و انکار را منکر بدی
Cemadken insan olacağını inkâr ederdin, şimdi de haşr olmayı inkâr etmede ayak diredin!
از جمادی چونک انکارت برست ** هم ازین انکار حشرت شد درست
Sen şuna benzersin: Adam gelir, kapıyı döver de ev sahibi, içerden “Ev sahibi evde yok diye bağırır.
پس مثال تو چو آن حلقهزنیست ** کز درونش خواجه گوید خواجه نیست
Kapıyı döven bu “Ev sahibi evde yok” sözünden anlar ve ev sahibi içerdedir... Halkadan elini çekmez!
حلقهزن زین نیست دریابد که هست ** پس ز حلقه بر ندارد هیچ دست
Senin inkârın da Allah’ın cemad âleminden yüzlerce haşirde bulunduğunu, yüzlerce can yarattığını gösterir, belli eder!
پس هم انکارت مبین میکند ** کز جماد او حشر صد فن میکند
Su ve toprağın “Hel etâ”dan inkâr doğurmasına dek, (insanın aslî maddesi bile yokken nihayet sudan, topraktan meni haline gelip duygu ve görgü sahibi olmasına kadar) nice sıfatlar düzüldü, koşuldu!900
چند صنعت رفت ای انکار تا ** آب و گل انکار زاد از هل اتی
İşte su ve toprak (yani insan) da (inkârda bulunuyor ama hakikatte) inkâr etmemekte... Yalnız o ev sahibi gibi “o haber veren içerde yok” diye bağırmakta!
آب وگل میگفت خود انکار نیست ** بانگ میزد بیخبر که اخبار نیست
Bunu yüz türlü açar, anlatırım ama ince sözlerden insanın aklı sürçer... Onun için vazgeçiyorum!
من بگویم شرح این از صد طریق ** لیک خاطر لغزد از گفت دقیق
Süleyman aleyhisselâm’ın Belkıs’ın tahtını Sebe’den getirtmeye bir çare bulması
چاره کردن سلیمان علیهالسلام در احضار تخت بلقیس از سبا
Bir ifrit dedi ki: Sen daha yerinden kalkmadan ben, tahtını getiririm.
گفت عفریتی که تختش را به فن ** حاضر آرم تا تو زین مجلس شدن
Asaf da “İsm-i âzam kudretiyle ben, bir anda bu tahtı buraya getiririm” dedi.
گفت آصف من به اسم اعظمش ** حاضر آرم پیش تو در یک دمش
İfrit, sihirde üstattı ama o taht, Asaf’ın nefesiyle geldi.905
گرچه عفریت اوستاد سحر بود ** لیک آن از نفخ آصف رو نمود
حاضر آمد تخت بلقیس آن زمان ** لیک ز آصف نه از فن عفریتیان
Süleyman, Allah’a hamd olsun dedi... Bu nimeti de âlemlerin Rabi’nin lütfuyla gördüm, bunun gibi yüzlercesini de!
گفت حمدالله برین و صد چنین ** که بدیدستم ز رب العالمین
Sonra tahta baktı da dedi ki: Evet sen ahmakları aldatabilirsin ey ağaç!
پس نظر کرد آن سلیمان سوی تخت ** گفت آری گولگیری ای درخت
Nakşedilmiş, bezenmiş tahta ve taş önünde nice aptallar baş kor, secde eder!
پیش چوب و پیش سنگ نقش کند ** ای بسا گولان که سرها مینهند
Secde edenin de canından haberi yoktur, secde edilenin de... Ancak canından bir hareket ve azıcık bir eser görmüştür, işte o kadar!910
ساجد و مسجود از جان بیخبر ** دیده از جان جنبشی واندک اثر
Şaşırıp kaldığı sıralarda taşın söz söylediğini, işarette bulunduğunu görmüşte büsbütün hayretlere dalmıştır!
دیده در وقتی که شد حیران و دنگ ** که سخن گفت و اشارت کرد سنگ
O kötü kişi, ibadet tavlasını yerinde oynamamıştır da bu yüzden taştan aslanı sahici aslan sanmıştır.
نرد خدمت چون بنا موضع بباخت ** شیر سنگین را شقی شیری شناخت
Hakiki aslan da, kereminden cömertlik etmiş, hemencecik köpeğin önüne bir kemik fırlatıp atmış...
از کرم شیر حقیقی کرد جود ** استخوانی سوی سگ انداخت زود
O köpek, doğru özlü değil ama bizim kemik verişimiz umumî bir lütûftur, demiştir!
گفت گرچه نیست آن سگ بر قوام ** لیک ما را استخوان لطفیست عام
Halime’nin Mustafa aleyhisselâm’ı sütten kesince kaybetmesi ve putlardan yardım istemesi, putların titreyip secdeye kapanmaları, Mustafa sallallahu aleyhi vesellem’in ululuğuna şahadet etmeleri
قصهی یاری خواستن حلیمه از بتان چون عقیب فطام مصطفی را علیهالسلام گم کرد و لرزیدن و سجدهی بتان و گواهی دادن ایشان بر عظمت کار مصطفی صلیالله علیه و سلم
Sana Halime’nin gizli hikâyesini söyleyeyim de gönlünden gam gitsin!915
قصهی راز حلیمه گویمت ** تا زداید داستان او غمت
Mustafa’yı sütten kesince fesleğen ve gül gibi elini alıp bağrına basarak...
مصطفی را چون ز شیر او باز کرد ** بر کفش برداشت چون ریحان و ورد
Her iyi ve kötüden kaçırıp esirgeyerek o padişahlar padişahını atasına teslim etmek üzere Mekke’ye geldi.
میگریزانیدش از هر نیک و بد ** تا سپارد آن شهنشه را به جد
O emaneti, zayi etmeden korkarak Kâbe’ye geldi, Hatîm’e girdi.
چون همی آورد امانت را ز بیم ** شد به کعبه و آمد او اندر حطیم
Fakat bu sırada havadan “Ey Hatîm, sana pek büyük bir güneş doğdu...
از هوا بشنید بانگی کای حطیم ** تافت بر تو آفتابی بس عظیم
Ey Hatîm, bugün sana cömertlik güneşinden yüz binlerce nur isabet ediverdi...920
ای حطیم امروز آید بر تو زود ** صد هزاران نور از خورشید جود
Ey Hatîm, bugün sana, talih ve bahtın, ardında çavuş olduğu ulular ulusu bir padişah gelip kondu...
ای حطیم امروز آرد در تو رخت ** محتشم شاهی که پیک اوست بخت
Şüphe yok ki yeni baştan yücelikler âlemine mensup canların konağı olacaksın...
ای حطیم امروز بیشک از نوی ** منزل جانهای بالایی شوی
Tertemiz canlar her yandan bölük bölük, takım takım, şevklerinden sarhoş olarak sana gelecekler” diye ses geliyordu.
جان پاکان طلب طلب و جوق جوق ** آیدت از هر نواحی مست شوق
Halime bu sese şaşırıp kaldı... ne önde kimse vardı, ne artta!
گشت حیران آن حلیمه زان صدا ** نه کسی در پیش نه سوی قفا
Altı cihette de kimse yoktu... fakat bu canlar feda olası ses, ardı ardına gelip durmaktaydı.925
شش جهت خالی ز صورت وین ندا ** شد پیاپی آن ندا را جان فدا
Halime, o güzel ses nereden geliyor, kim söylüyor diye araştırmak üzere Mustafa’yı yere bıraktı.
مصطفی را بر زمین بنهاد او ** تا کند آن بانگ خوش را جست و جو
Her tarafa göz gezdirdi... o sırlar açan, gizli şeyler söyleyen padişah nerede diye her tarafa baktı.
چشم میانداخت آن دم سو به سو ** که کجا است این شه اسرارگو
Yarabbi, böyle yüce bir ses sağdan, soldan gelmede... Fakat söyleyen kim? diyordu.
کین چنین بانگ بلند از چپ و راست ** میرسد یا رب رساننده کجاست
Kimseyi göremeyince şaşırdı, ümidi kesildi, söyleyeni bulamayacağını anladı... Söğüt dalı gibi her tarafı tir tir titriyordu.
چون ندید او خیره و نومید شد ** جسم لرزان همچو شاخ بید شد
Tekrar o aklı başında olan çocuğu bıraktığı yere döndü... Bir de ne baksın, Mustafa, koyduğu yerde yok!930
باز آمد سوی آن طفل رشید ** مصطفی را بر مکان خود ندید