English    Türkçe    فارسی   

4
897-946

  • Sen şuna benzersin: Adam gelir, kapıyı döver de ev sahibi, içerden “Ev sahibi evde yok diye bağırır.
  • Kapıyı döven bu “Ev sahibi evde yok” sözünden anlar ve ev sahibi içerdedir... Halkadan elini çekmez!
  • Senin inkârın da Allah’ın cemad âleminden yüzlerce haşirde bulunduğunu, yüzlerce can yarattığını gösterir, belli eder!
  • Su ve toprağın “Hel etâ”dan inkâr doğurmasına dek, (insanın aslî maddesi bile yokken nihayet sudan, topraktan meni haline gelip duygu ve görgü sahibi olmasına kadar) nice sıfatlar düzüldü, koşuldu! 900
  • İşte su ve toprak (yani insan) da (inkârda bulunuyor ama hakikatte) inkâr etmemekte... Yalnız o ev sahibi gibi “o haber veren içerde yok” diye bağırmakta!
  • Bunu yüz türlü açar, anlatırım ama ince sözlerden insanın aklı sürçer... Onun için vazgeçiyorum!
  • Süleyman aleyhisselâm’ın Belkıs’ın tahtını Sebe’den getirtmeye bir çare bulması
  • Bir ifrit dedi ki: Sen daha yerinden kalkmadan ben, tahtını getiririm.
  • Asaf da “İsm-i âzam kudretiyle ben, bir anda bu tahtı buraya getiririm” dedi.
  • İfrit, sihirde üstattı ama o taht, Asaf’ın nefesiyle geldi. 905
  • Belkıs’ın tahtı derhal Süleyman’ın huzurunda belirdi... Fakat Asaf’ın himmetiyle; ifritlerin hilesiyle değil!
  • Süleyman, Allah’a hamd olsun dedi... Bu nimeti de âlemlerin Rabi’nin lütfuyla gördüm, bunun gibi yüzlercesini de!
  • Sonra tahta baktı da dedi ki: Evet sen ahmakları aldatabilirsin ey ağaç!
  • Nakşedilmiş, bezenmiş tahta ve taş önünde nice aptallar baş kor, secde eder!
  • Secde edenin de canından haberi yoktur, secde edilenin de... Ancak canından bir hareket ve azıcık bir eser görmüştür, işte o kadar! 910
  • Şaşırıp kaldığı sıralarda taşın söz söylediğini, işarette bulunduğunu görmüşte büsbütün hayretlere dalmıştır!
  • O kötü kişi, ibadet tavlasını yerinde oynamamıştır da bu yüzden taştan aslanı sahici aslan sanmıştır.
  • Hakiki aslan da, kereminden cömertlik etmiş, hemencecik köpeğin önüne bir kemik fırlatıp atmış...
  • O köpek, doğru özlü değil ama bizim kemik verişimiz umumî bir lütûftur, demiştir!
  • Halime’nin Mustafa aleyhisselâm’ı sütten kesince kaybetmesi ve putlardan yardım istemesi, putların titreyip secdeye kapanmaları, Mustafa sallallahu aleyhi vesellem’in ululuğuna şahadet etmeleri
  • Sana Halime’nin gizli hikâyesini söyleyeyim de gönlünden gam gitsin! 915
  • Mustafa’yı sütten kesince fesleğen ve gül gibi elini alıp bağrına basarak...
  • Her iyi ve kötüden kaçırıp esirgeyerek o padişahlar padişahını atasına teslim etmek üzere Mekke’ye geldi.
  • O emaneti, zayi etmeden korkarak Kâbe’ye geldi, Hatîm’e girdi.
  • Fakat bu sırada havadan “Ey Hatîm, sana pek büyük bir güneş doğdu...
  • Ey Hatîm, bugün sana cömertlik güneşinden yüz binlerce nur isabet ediverdi... 920
  • Ey Hatîm, bugün sana, talih ve bahtın, ardında çavuş olduğu ulular ulusu bir padişah gelip kondu...
  • Şüphe yok ki yeni baştan yücelikler âlemine mensup canların konağı olacaksın...
  • Tertemiz canlar her yandan bölük bölük, takım takım, şevklerinden sarhoş olarak sana gelecekler” diye ses geliyordu.
  • Halime bu sese şaşırıp kaldı... ne önde kimse vardı, ne artta!
  • Altı cihette de kimse yoktu... fakat bu canlar feda olası ses, ardı ardına gelip durmaktaydı. 925
  • Halime, o güzel ses nereden geliyor, kim söylüyor diye araştırmak üzere Mustafa’yı yere bıraktı.
  • Her tarafa göz gezdirdi... o sırlar açan, gizli şeyler söyleyen padişah nerede diye her tarafa baktı.
  • Yarabbi, böyle yüce bir ses sağdan, soldan gelmede... Fakat söyleyen kim? diyordu.
  • Kimseyi göremeyince şaşırdı, ümidi kesildi, söyleyeni bulamayacağını anladı... Söğüt dalı gibi her tarafı tir tir titriyordu.
  • Tekrar o aklı başında olan çocuğu bıraktığı yere döndü... Bir de ne baksın, Mustafa, koyduğu yerde yok! 930
  • Büsbütün şaşırdı... Konağı dertlerle karardı âdeta!
  • Şu yana, bu yana koşup bağırmaya, bir tanecik incimi kim aldı benim diye feryat etmeye başladı.
  • Mekkeliler biz bilmiyoruz... Hatta orada bir çocuk olduğunu bile görmedik dediler.
  • Halime öyle bir feryat edip ağlamaya başladı ki onun ağlamasını görüp başkaları da ağladılar!
  • Göğsünü döverek öyle yanık yanık ağlıyordu ki ağlamasına bakıp yıldızlar bile ağlamaya koyuldular! 935
  • Halime’yi, yardım istemek üzere putlara götüren ihtiyar Arap
  • Bu sırada ihtiyar bir adam, elindeki sopasını kaka kaka çıkageldi. Dedi ki: “A Halime, başına ne geldi senin?
  • Neden böyle ağlıyor, yasla ciğerler dağlıyorsun?”
  • Halime “Ben Ahmed’in inanılır, güvenilir sütninesiyim... Onu atasına teslim etmek üzere getirdim.
  • Fakat Hatîme gelince kulağıma havadan sesler gelmeye başladı.
  • Gökten gelen o sesleri duyunca çocuğu oraya bıraktım... 940
  • Bu sözleri kim söylüyor, göreyim dedim... Çünkü pek lâtif, pek güzel bir sesti o.
  • Ne etrafımda kimseyi gördüm, ne de bir an o ses kesildi.
  • Şaşırıp kaldım, şaşkınlıkla şuraya buraya giderken bir de baktım ki çocuk, koyduğum yerde yok... Eyvahlar olsun, yazık oldu bana!”
  • İhtiyar, “Meraklanma, kederlenme... Ben sana bir padişah göstereyim.
  • O sana çocuğun ne olduğunu, nereye gittiğini, nerede bulunduğunu söyler” dedi. 945
  • Halime, canım feda olsun sana ey güzel yüzlü, tatlı sözlü ihtiyar!