English    Türkçe    فارسی   

4
962-1011

  • Biliyor musun ki bu, âdeta ejderhanın kuyruğunu sıkmaktır... hiç biliyor musun, bu ne çeşit haber getiriştir?
  • Bu haberden denizin de yüreği coşar, madenin de... Bu haberden yedi kat gök bile tir tir titrer!” dediler.
  • O güngörmüş, yaş yaşamış ihtiyar, taşlardan bu sözleri duyunca sopasını yere attı.
  • Titremeye başladı... o seslerden korkmuştu; dişleri takır takır birbirine vuruyordu. 965
  • Kışın çıplak adamın titremesi gibi titremekte “Eyvahlar olsun, helâk olduk” demekteydi.
  • Halime ihtiyarın bu halini görünce büsbütün şaşırdı, ne yapacağını unuttu.
  • Dedi ki: “A ihtiyar, ben de mihnetteyim ama şimdi temelli şaşırdım kaldım!
  • An olur rüzgâr bana hatiplik eder, zaman gelir taşlar edep öğretir!
  • Rüzgâr, bana söz söyler... Taş ve dağ, eşyanın hakikatini anlatır! 970
  • Gâh olur gayb erleri, gökyüzünün yeşil kanatlı melekleri çocuğumu kaparlar!
  • Kime ağlayıp sızlanayım... Kime şikâyet edeyim? Yüzlerce gönülle sevdalara kapılanlara döndüm şimdi.
  • O çocuğun gayreti, gayb sırlarını söyletmiyor, ağzımı yumuyor benim... Şu kadar söyleyeyim: Çocuğum kayboldu!
  • Fakat şimdi başka bir şey söylesem halk, beni delirdi sanır, zincirlere vurur!”
  • İhtiyar dedi ki: “Halime, şad ol... Şükür secdesine kapan, yüzünü pek yırtma. 975
  • Gam yeme... O kaybolmaz, belki bütün âlem onda kaybolur!
  • Her an onun önünde, ardında yüzbinlerce gözcü bekçi var; onu korurlar.
  • Görmedin mi? O hünerli putlar, çocuğun adını duyunca nasıl yerlere kapandılar, secde ettiler!
  • Bu devir yeryüzünde acayip bir devir... Ben ihtiyarladım gittim de buna benzer bir şey görmedim.
  • Bu haberden taşlar nasıl feryada geldiler? Bilmem artık suçlulara neler olur? 980
  • Taşa biz mabut diyoruz, mabut oluşta onun bir suçu yok... Sen de ona kul olmaya mecbur değilsin!
  • (Fakat ona sen mabut diyorsun, o da bunu reddediyor, kabul etmeye mecbur.) O, mecburken bu derecede korkarsa artık suçluya neler olacak, bir düşün!
  • Mustafa’nın ceddi Abdülmuttalib’in Halime’nin Muhammed aleyhisselâm’ı kaybettiğini, şehrin etrafında dönüp dolaşarak aradığını ve Kâbe’de ağlayıp sızladığını, Allah’tan Muhammed aleyhisselâm’ı bulmayı niyaz ettiğini duyması
  • Mustafa’nın ceddi, Halime’nin halini, halk içinde ağlayıp sızladığını,
  • Sesi, bir millik mesafeye yetişecek kadar feryat ve figan ettiğini duyunca,
  • İşi anladı... eliyle göğsünü yumruklamaya, bağırıp ağlamaya koyuldu. 985
  • Derken yana yakıla Kâbe kapısına gelip dedi ki: “Ey gece sırlarını da, gündüzün gizlenen işleri de bilen Allah!
  • Kendimde bir hüner, bir marifet görmüyorum ki senin gibisiyle sırdaş olayım.
  • Kendimde bir ehliyet görmüyorum ki bu kutlu kapıda makbule geçeyim.
  • Ne başımda bir değer var, ne secdemde... Ne de ağlamamla bir devlet gülümser benim.
  • Ancak o eşi bulunmaz tek incinin yüzünde senin lütuf eserlerini görmüşüm ey kerem sahibi Allah’ım. 990
  • O bizden ama bize benzemiyor... Biz hep bakırız, Ahmet kimya!
  • Onda gördüğüm şaşılacak şeyleri ne bir dostta gördüm ben, ne bir düşmanda!
  • Bu çocuğa ihsan ettiğin faziletleri, birisi yüzyıl mücadelede bulunsa elde edemez”, nişanesini bile bulamaz.
  • Senin ona olan inayetlerini iyice gördüm... Anladım ki o senin denizinin biricik incisi!
  • Ben de işte sana onu şefaatçi getirmedeyim... Onun yüzü suyu hürmetine ey herkesin halini bilen Allah, o ne haldedir; bana bildir! 995
  • Kâbe içinden derhal bir ses geldi: “şimdi sana yüz gösterecek!
  • O yüzlerce devletle bizden nasip almıştır... Yüzlerce bölük melek, onu korumadadır.
  • Onun zahirini, âleme meşhur edeceğiz... bâtınını da herkes den gizleyeceğiz!
  • Su ve toprak altın madeniydi; bizse kuyumcuyuz... Gâh onu halhal yaparız, gâh yüzük!
  • Gâh kılıç bağı yaparız... Gâh aslanın boynuna tasma! 1000
  • Gâh onu tahtı bezeyen turunç yaparız, gâh devlet isteyen padişahların başına taç ederiz!
  • Bu toprakla aşklarımız vardır bizim... Çünkü o rıza ka’desine oturmuştur.
  • Gâh ondan böyle bir padişah çıkarırız... Gâh o padişahı da bir padişaha âşık ederiz!
  • O topraktan yüz binlerce âşık, yüz binlerce maşuk yaratırız... Hepsi de feryad-ü figandadır, arayıp taramadadır!
  • Bizim işimize candan meyli olmayanın körlüğüne işimiz budur işte! 1005
  • Nevaleyi azıksızlar önüne koruz... İşte o yüzden toprağa bu faziletleri veririz biz.
  • Çünkü toprak, tozlu ve kapkara görünür ama içinde nurlu sıfatlar vardır.
  • Dış yüzü iç yüzüyle savaştadır... İç yüzü inci gibidir, dışı taşa benzer.
  • Dışı, biz, ancak buyuz der... İçi, dikkat et, işin önüne, ardına iyi bak der!
  • Dışı içimizde hiçbir şey yoktur diye inkârda da bulunur... İçi hele dur da sana hakikatimizi gösterelim der. 1010
  • Dışıyla içi savaştadır... Ve içi, dışına sabrettiğinden Allah yardımına nail olur.