English    Türkçe    فارسی   

5
1006-1055

  • Ey ecel, ey köyü yağmalayan , bu şükreden kullardan ne aldıysan geri ver der.
  • ای اجل وی ترک غارت‌ساز ده  ** هر چه بردی زین شکوران باز ده 
  • Ecel verir, verir ama onu kabul etmezler. Çünkü can nimetleriyle nimetlenmişlerdir.
  • وا دهد ایشان بنپذیرند آن  ** زانک منعم گشته‌اند از رخت جان 
  • Biz sofiyiz, hırkalarımızı attık. Mademki oynayıp yutulduk, artık geri almayız.
  • صوفییم و خرقه‌ها انداختیم  ** باز نستانیم چون در باختیم 
  • Biz, verdiğimiz şeylere karşılık ihsanlar elde ettik; bizden ihtiyaç, hırs ve garez gitti.
  • ما عوض دیدیم آنگه چون عوض  ** رفت از ما حاجت و حرص و غرض 
  • Tuzlu ve helak edici sudan çıktık, arı duru suya, kevser kaynağına atıldık. Ey alem başkalarına ettiğin şeyler, vefasızlıktır, hiledir, aşırı nazdır. 1010
  • ز آب شور و مهلکی بیرون شدیم  ** بر رحیق و چشمه‌ی کوثر زدیم 
  • Biz, verdiğimiz şeylere karşılık ihsanlar elde ettik bütün onları, senin başına döktük.
  • آنچ کردی ای جهان با دیگران  ** بی‌وفایی و فن و ناز گران 
  • Çünkü biz savaşa girmiş, savaşa girmiş savaşta şehit olmuş erleriz derler.
  • بر سرت ریزیم ما بهر جزا  ** که شهیدیم آمده اندر غزا 
  • Sen de bu suretle bil ki pak Tanrı’nın yürekli ve yiğit öyle kulları vardır ki,
  • تا بدانی که خدای پاک را  ** بندگان هستند پر حمله و مری 
  • Dünya yalanının bıyığını koparırlar, otağlarını yardım burcunun ta üstüne kurarlar.
  • سبلت تزویر دنیا بر کنند  ** خیمه را بر باروی نصرت زنند 
  • Bu şehitler yine yeni baştan gazi olurlar. Bu tutsaklar yine yardım elde ederler. 1015
  • این شهیدان باز نو غازی شدند  ** وین اسیران باز بر نصرت زدند 
  • Sonra yine yeni baştan yokluktan baş gösterirler de anadan doğma kör değilsen gör derler.
  • سر برآوردند باز از نیستی  ** که ببین ما را گر اکمه نیستی 
  • Sen de bu suretle bil ki yoklukta güneşler vardır. Burada güneş sayılan, orada süha yıldızıdır.
  • تا بدانی در عدم خورشیدهاست  ** وآنچ اینجا آفتاب آنجا سهاست 
  • Kardeş yoklukta varlık nasıl olur? Zıt, zıddın içine nasıl girer sığışır?
  • در عدم هستی برادر چون بود  ** ضد اندر ضد چون مکنون بود 
  • “Ölüden diri çıkarır” hükmünü bil. Yokluk ibadet edenlerin ümididir.
  • یخرج الحی من المیت بدان  ** که عدم آمد امید عابدان 
  • Ambarı boş olan ekinci, yokluk ümidi ile neşelenmez mi? 1020
  • مرد کارنده که انبارش تهیست  ** شاد و خوش نه بر امید نیستیست 
  • O yokluktan tohum bitecek, mahsul verecek diye sevinmez mi? Bu işi anladıysan düşün bak.
  • که بروید آن ز سوی نیستی  ** فهم کن گر واقف معنیستی 
  • Sen de an be an yokluktan anlayış, zevk, huzur ve ihsan bulmayı beklemektesin.
  • دم به دم از نیستی تو منتظر  ** که بیابی فهم و ذوق آرام و بر 
  • Bu sırrı açığa vurmaya izin yok. Yoksa (değersiz bir şehir olan) Ebhaz’ı bir Bağdat haline getirirdim.
  • نیست دستوری گشاد این راز را  ** ورنه بغدادی کنم ابخاز را 
  • Şu halde yokluk Tanrı sanatının hazinesidir. Ondan anbean ihsanlar gelip durmaktadır.
  • پس خزانه‌ی صنع حق باشد عدم  ** که بر آرد زو عطاها دم به دم 
  • Tanrı eşsiz, örneksiz şeyler yaratıp durmaktadır. Eşsiz örneksiz şeyler yaratan da o zattır ki bir aslı, bir dayanağı olmadığı halde fer-i yaratır, izhar eder. 1025
  • مبدع آمد حق و مبدع آن بود  ** که برآرد فرع بی‌اصل و سند 
  • Yok gibi görünen ve hakikatta var olan alemle yok olduğu halde var görünen alem
  • مثال عالم هست نیست‌نما و عالم نیست هست‌نما 
  • Tanrı yoku var ve debdebeli gösterdi, varı da yokluk şeklinde izhar etti.
  • نیست را بنمود هست و محتشم  ** هست را بنمود بر شکل عدم 
  • Denizi örttü de köpüğü meydana çıkardı, rüzgarı örttü de sana tozu gösterdi.
  • بحر را پوشید و کف کرد آشکار  ** باد را پوشید و بنمودت غبار 
  • Toprak, bir minare gibi havada döne,döne yücelir. Toprak, kendiliğinden nasıl olur da yücelere çıkar?
  • چون مناره‌ی خاک پیچان در هوا  ** خاک از خود چون برآید بر علا 
  • A illetli, toprağı yücelerde görüyorsun, fakat rüzgarı görmüyorsun, onu delil ile anlıyorsun.
  • خاک را بینی به بالا ای علیل  ** باد را نی جز به تعریف دلیل 
  • Köpüğü her tarafa gider görmektesin. Fakat denizsiz köpük var olamaz ki. 1030
  • کف همی‌بینی روانه هر طرف  ** کف بی‌دریا ندارد منصرف 
  • Köpüğü duygunla görür, denizi de delil ile anlarsın. Düşünce gizlidir de dedikodu meydanda.
  • کف به حس بینی و دریا از دلیل  ** فکر پنهان آشکارا قال و قیل 
  • Bizse yok demeyi var olduğunu ispat sanmışız. Yoku gören bir gözümüz varmış meğer.
  • نفی را اثبات می‌پنداشتیم  ** دیده‌ی معدوم‌بینی داشتیم 
  • Uykulu göz, hayalden ve yoktan başka ne görebilir ki?
  • دیده‌ای که اندر نعاسی شد پدید  ** کی تواند جز خیال و نیست دید 
  • Hasılı, azgınlıkla başımız dönmüş, şaşırıp kalmışız. Hakikat gizli olduğundan hayal meydana çıkmış.
  • لاجرم سرگشته گشتیم از ضلال  ** چون حقیقت شد نهان پیدا خیال 
  • Bu yoku nasıl da gözümüzün önüne dikti? O hakikat, gözden nasıl oldu da gizlendi? 1035
  • این عدم را چون نشاند اندر نظر  ** چون نهان کرد آن حقیقت از بصر 
  • Aferin ey büyüler yapan üstat! Senden çekinenlere tortulu suyu saf gösterdin!
  • آفرین ای اوستاد سحرباف  ** که نمودی معرضان را درد صاف 
  • Büyücüler pazardakilerin gözleri önünde ay ışığını ölçüp biçerler de para alırlar, kar ederler.
  • ساحران مهتاب پیمایند زود  ** پیش بازرگان و زر گیرند سود 
  • Bu ölçüp biçmeyle para kazanırlar. Halbuki alıcının elinden para da çıkar, kumaşı da kaybeder.
  • سیم بربایند زین گون پیچ پیچ  ** سیم از کف رفته و کرباس هیچ 
  • Bu alemde büyücüdür. Biz, onda ticaret ediyoruz, ondan ölçülüp biçilen ay ışığını alıyoruz.
  • این جهان جادوست ما آن تاجریم  ** که ازو مهتاب پیموده خریم 
  • O, büyücü gibi acele,acele beş yüz arşın ay ışığı ölçer. 1040
  • گز کند کرباس پانصد گز شتاب  ** ساحرانه او ز نور ماهتاب 
  • Fakat ey tutsak, ömrünün parasını aldın mıydı paradan da olursun, eline kumaş da geçmez, kesen de bomboş kalır.
  • چون ستد او سیم عمرت ای رهی  ** سیم شد کرباس نی کیسه تهی 
  • Sana “kul eüzü” yü okumak, ey tek Tanrı, lütfet, beni bu üfürüklerden koru, feryat bu düğümlerden!
  • قل اعوذت خواند باید کای احد  ** هین ز نفاثات افغان وز عقد 
  • O büyücü karılar düğümlere üfürürler. Onların şerrinden sana sığınırım ey imdada yetişen Tanrı, medet demek gerekir.
  • می‌دمند اندر گره آن ساحرات  ** الغیاث المستغاث از برد و مات 
  • Fakat azizim, bunu işinin, gücünün diliyle de okumalısın. Söz dili gevşektir.
  • لیک بر خوان از زبان فعل نیز  ** که زبان قول سستست ای عزیز 
  • Zamanede sana üç yoldaş vardır. Biri vefakardır ikisi gaddar. 1045
  • در زمانه مر ترا سه همره‌اند  ** آن یکی وافی و این دو غدرمند 
  • Biri dostlarındır, öbürü malın mülkün. Üçüncüsüyse iyi işlerdir ve bu vefalıdır.
  • آن یکی یاران و دیگر رخت و مال  ** وآن سوم وافیست و آن حسن الفعال 
  • Mal seninle beraber gelmez, evden dışarı bile çıkmaz. Dost gelir, gelir ama mezar başına kadar.
  • مال ناید با تو بیرون از قصور  ** یار آید لیک آید تا به گور 
  • Ölüm günüde dost, sana hal diliyle der ki:
  • چون ترا روز اجل آید به پیش  ** یار گوید از زبان حال خویش 
  • Sana buraya kadar yoldaşım, bundan öteye gidemem. Mezarının başında bir zamancağız dururum.
  • تا بدینجا بیش همره نیستم  ** بر سر گورت زمانی بیستم 
  • Fakat yaptığın işler vefakardır; onlara sarıl ki onlar; mezarın içine kadar seninle gelirler. 1050
  • فعل تو وافیست زو کن ملتحد  ** که در آید با تو در قعر لحد 
  • Mustafa aleyhisselam’ın “Sana, seninle beraber mezara gömülecek bir eş, bir arkadaş lazım. Sen, onunla gömülürsün, sen ölüsün ama o diridir. İyi ise sana iyilikte bulunur, kötüyse senden kurtuluşu giderir.Bu eş, bu arkadaş, senin yaptığın işlerdir. Elinden geldiği kadar işlerini iyileştir, iyi amelde bulun” hadisinin tefsiri. Tanrı elçisi doğru demiştir.
  • در تفسیر قول مصطفی علیه‌السلام لا بد من قرین یدفن معک و هو حی و تدفن معه و انت میت ان کان کریما اکرمک و ان کان لیما اسلمک و ذلک القرین عملک فاصلحه ما استطعت صدق رسول‌الله 
  • Peygamber dedi ki: Bu yol için amelden daha vefalı bir arkadaş, bir yoldaş yoktur.
  • پس پیمبر گفت بهر این طریق  ** باوفاتر از عمل نبود رفیق 
  • Amelin, iyiyse sana ebediyen dost olur. Kötüyse mezarında yılan kesilir.
  • گر بود نیکو ابد یارت شود  ** ور بود بد در لحد مارت شود 
  • Babam, doğruluk yolundaki bu amel, bu kazanç, nasıl olur da üstatsız elde edilebilir?
  • این عمل وین کسب در راه سداد  ** کی توان کرد ای پدر بی‌اوستاد 
  • Alemde en aşağılık sanat bile hiç üstatsız elde edilebilir mi?
  • دون‌ترین کسبی که در عالم رود  ** هیچ بی‌ارشاد استادی بود 
  • Her sanatın önü bilgidir, ondan sonra amel gelir. Bu suretle de amel, bir müddet mühletten, yahut ecelden sonra gayda verir. 1055
  • اولش علمست آنگاهی عمل  ** تا دهد بر بعد مهلت یا اجل