English    Türkçe    فارسی   

5
104-153

  • Ona hatasını bildirmeden bir yol açmasına, o kötülükle bir kuyuya düşmesine mani olmaktaydı.
  • Allah hikmeti ve gökten inen emir, onun kendisini o halde görmesini istemekteydi. 105
  • Nice düşmanlıklar vardır ki dostluğa çıkar. Nice yıkılmalar vardır ki yapılmaya döner.
  • Bir herzevekil, o pis yatağı, inadına Peygamberin yanına getirdi.
  • Ve gör hele, konuğun bu işi işlemiş dedi. Alemlere rahmet olan Mustafa, bir güldü.
  • Getir o ibriği dedi, hepsini kendi elimle yıkayayım dedi.
  • Herkes “Allah hakki için yapma, canımız da sana kurban olsun, tenimiz de. 110
  • Sen bırak bu pisliği biz yıkayalım. Bu iş, el işidir, gönül işi değil.
  • Ey hakkında “Le amruka-ömrün için” diye Allah’nın and içtiği zat, Allah sana ömür dedi. Seni halife yaptı, kürsüye oturttu.
  • Biz sana hizmet için yaşıyoruz, sen hizmet etmeye kalkışırsan biz ne oluruz? “ dedi.
  • Peygamber dedi ki: “Ben de biliyorum, fakat şimdi bunu ben yıkayacağım. Bunu bizzat yıkamamda bir hikmet var.”
  • Bu söz Peygamber sözü diye hepsi sustular, bu sır nedir, hele bir çıksın diye beklemeye koyuldular. 115
  • Peygamber o pisliği, bilhassa Allah buyruğu ile adamakıllı yıkamakta idi, riya ile değil.
  • Çünkü, gönlü bunu sen yıka bunda kat kat hikmetler var diyordu.
  • Mustafa, onun pis yatağını eliyle yıkarken o konuğun geri dönmesi, utanıp elbisesini yırtarak kendisine ve haline ağlamaya başlaması ve bunun sebebi
  • O kafirciğin bir armağan heykeli vardı. Onu kaybolmuş görünce kararı kalmadı.
  • Dedi ki gece kaldığım odadadır haberim olmadan orada bıraktım.
  • Utanıyordu ama hırsı da onu, o yana çekiyordu. Hırs ejderhadır küçücük bir şey değil. 120
  • Heykelin ardına düşüp koşa koşa geldi, onu Mustafa’nın odasında gördü.
  • Gördü ama Allah eli bizzat o pisliği yıkamaktaydı, kötü gözler ondan ırak olsun; kafir bunu da gördü.
  • Gördü de heykeli hatırından çıktı. Onda bir coşkunluktur baş gösterdi, yakasını yırttı.
  • İki elini yüzüne, başına vuruyor, kafasını duvara kapıya çarpıyordu.
  • Bir halde ki burnundan, başından kanlar revan olmaya başladı. O ulu Peygamber, ona acıdı. 125
  • Naralar atıyordu. Halk başına toplanınca, Ey halk sakının diyordu.
  • Ey akılsız kafa diye başına vuruyor, ey nursuz göğüs diye göğsünü dövüyordu.
  • Ey yeryüzünün küllü, senden şu aşağılık cüz-ü, utanmaktadır diye secde ediyor;
  • Sen küllü olduğun halde O’nun emrine baş eğiyorsun da ben cüzü olduğum halde zulmediyor kötülükte bulunuyor, azıyorum;
  • Sen kül iken Allah’ya karşı hor hakir oluyor, O’ndan titriyorsun da ben cüzü iken O’na aykırı hareket ediyorum diyor: 130
  • Her an yüzünü göğe kaldırıp Ey cihanın kıblesi, yüzüm yok diye feryat ediyordu.
  • Hadden artık titreyip çarpınınca Mustafa, onu kucakladı.
  • Yatıştırdı pek iltifat etti, gözlerini açtı, ona kendini tanıttı.
  • Bulut ağlamadıkça yeşillik nasıl güler? Çocuk ağlamadıkça süt nasıl coşar?
  • Bir günlük çocuk bile yolu bilir. Ağlayayım da esirgeyen dadı gelip yetişsin der. 135
  • Sen bilmiyorsun; dadılar dadısı da sen ağlamadıkça bedavaca sütü az verir.
  • Kulak ver, “Çok ağlayın” dedi. Ağlayın da yaratıcı Allah’nın ihsan sütü aksın.
  • Dünyanın direği bulutun ağlamasıdır, güneşin yakması. Sen bu iki ipe iyi sarıl.
  • Güneşin hararetiyle bulutun gözyaşı olmasaydı beden ve araz, nasıl olur da semirir, gelişirdi?
  • Bu hararetle bu ağlayış, temel olmasaydı şu dört mevsim nasıl mamur olurdu? 140
  • Güneşin hararetiyle alem bulutunun ağlaması, nasıl cihanın ağzının tadını getiriyor, nasıl alemi hoş bir hale sokuyorsa,
  • Sen de akıl güneşini yak, gözünü göz yaşları saçan bir bulut haline getir.
  • Küçük çocuk gibi sana da ağlayan bir göz gerek. O ekmeği az ye ekmek senin şerefini giderdi.
  • Ten, gece gündüz onunla gelişir, yapraklanırsa can dalı, yapraklarını döker, güz mevsimine düşer.
  • Beden azığı, derhal canın azıksız kalmasıyla neticelenir. Bunu azaltmak onu çoğaltmak gerek. 145
  • “Allah’ya borç verin.” Sen de bu ten ağzından borç ver de karşılığında gönlünde yeşillikler bitsin.
  • Borç ver de bu ten lokmasını azalt, bu suretle de “Gözlerin görmediği” yüz görünsün.
  • Ten kendisini pislikten arıtırsa ululuk misk ve incileriyle dolar.
  • Böyle adam şu pislikten kurtulur, temizliğe ulaşır, bedeni, “Allah sizi, kirlerden temizlemeyi diler” sırrına ulaşır.
  • Fakat Şeytan, “Sakın sakın bundan pişman olur hüzne düşersin. 150
  • Bedeninden bu hevesleri giderir, bunları eritirsen çok pişman olur derde düşersin.
  • Şunu ye hararet verir, mizaca devadır; şunu da faydalanmak için iç, ilaçtır.
  • Hem de şu niyete düş. Bu beden binektir, neye alıştıysa vermek, daha doğru bir iştir.