English    Türkçe    فارسی   

5
1203-1252

  • Pislikle dolu düzenbaz aşılar, birbirlerinin kanına, canına kastediyorlar.
  • عاشقان لعبتان پر قذر  ** کرده قصد خون و جان همدگر 
  • Vise’nin, Ramin’in, Husrev’in, Şirin’in hikayelerini oku, o ahmakların haset yüzünden neler yaptıklarını gör.
  • ویس و رامین خسرو و شیرین بخوان  ** که چه کردند از حسد آن ابلهان 
  • Aşık da yok oldu, maşuk da. Zaten onlar da bir şey değillerdi, aşk ve hevesleri de. 1205
  • که فنا شد عاشق و معشوق نیز  ** هم نه چیزند و هواشان هم نه چیز 
  • O temiz Tanrı’dır ki yoku yoka aşık eder, yoklukları birbirine vurur, işler çıkarır.
  • پاک الهی که عدم بر هم زند  ** مر عدم را بر عدم عاشق کند 
  • Gönlü perişan aşığın gönlünde hasetler baş gösterir. Var olan, yoku bu çeşit güçlüklere sokar, böyle mecbur eder.
  • در دل نه‌دل حسدها سر کند  ** نیست را هست این چنین مضطر کند 
  • Herkesten ziyade merhametli, esirgeyici olan şu kadınlar yok mu? Öyle olduğu halde iki ortak hasetten birbirini yer.
  • این زنانی کز همه مشفق‌تراند  ** از حسد دو ضره خود را می‌خورند 
  • Taş yürekli erkekleri düşün, artık haset yüzünden onlar da ne hale düşerler, bir kıyas et.
  • تا که مردانی که خود سنگین‌دلند  ** از حسد تا در کدامین منزلند 
  • Şeriat, latif afsun okumasaydı herkes, düşmanının bedenini yırtar, paramparça ederdi. 1210
  • گر نکردی شرع افسونی لطیف  ** بر دریدی هر کسی جسم حریف 
  • Şeriat şerri def etmek için bir rey kullanır, Şeytanı delil şişesi içine hapseder.
  • شرع بهر دفع شر رایی زند  ** دیو را در شیشه‌ی حجت کند 
  • Boşboğaz Şeytanı, tanıkla, yeminle, aht’e yemininden dönmesinden ilzam ederde Şeytan bu suretle şişeye girer.
  • از گواه و از یمین و از نکول  ** تا به شیشه در رود دیو فضول 
  • Şeriat iki zıttı hoşnut eden bir teraziye benzer. Alayla doğruyu bir araya getirir.
  • مثل میزانی که خشنودی دو ضد  ** جمع می‌آید یقین در هزل و جد 
  • Şeriat, bil ki kileye teraziye benzer. Onun sebebi ile iki düşman da savaştan kinden kurtulur.
  • شرع چون کیله و ترازو دان یقین  ** که بدو خصمان رهند از جنگ و کین 
  • Terazi olmasa o düşman, ziyan ettiğini, hileye uğradığını vehim etmeden nasıl kurtulurdu? 1215
  • گر ترازو نبود آن خصم از جدال  ** کی رهد از وهم حیف و احتیال 
  • Şu halde şu vefasız pis dünyada ne varsa hep hasettir, hep düşmandır, hep cefadır.
  • پس درین مردار زشت بی‌وفا  ** این همه رشکست و خصمست و جفا 
  • Dünya böyle olunca artık devlet ve ikbale erişme hususunda cinler ve insanlar, nasıl hasede düşerler, düşün!
  • پس در اقبال و دولت چون بود  ** چون شود جنی و انسی در حسد 
  • Zaten o şeytanlar, eski hasetçilerdir. Bir an bile yol kesmeden vazgeçmezler.
  • آن شیاطین خود حسود کهنه‌اند  ** یک زمان از ره‌زنی خالی نه‌اند 
  • İsyan tohumunu eken Ademoğulluları da haset yüzünden şeytan olmuşlardır.
  • وآن بنی آدم که عصیان کشته‌اند  ** از حسودی نیز شیطان گشته‌اند 
  • Kuran’ı oku da bak. İnsan şeytanları da, Tanrı’nın çarpmasıyla Şeytan cinsinden olmuşlardır. 1220
  • از نبی برخوان که شیطانان انس  ** گشته‌اند از مسخ حق با دیو جنس 
  • Şeytan birisini kandırma da aciz oldu mu bu çeşit insanlardan yardım ister.
  • دیو چون عاجز شود در افتتان  ** استعانت جوید او زین انسیان 
  • Siz dostsunuz, bize dostlukta bulunan, bizdensiniz, bizim tarafımızı tutun derler.
  • که شما یارید با ما یاریی  ** جانب مایید جانب داریی 
  • Alemde birisinin yolunu kestiler, birini azdırıp yoldan çıkardılar mı iki cinsten olan şeytanlar da sevinirler.
  • گر کسی را ره زنند اندر جهان  ** هر دو گون شیطان بر آید شادمان 
  • Birisi imanla can verdi, dinde mertebesi yüceldi mi iki bölük de feryada, ağlayıp bağırmaya koyulur.
  • ور کسی جان برد و شد در دین بلند  ** نوحه می‌دارند آن دو رشک‌مند 
  • Bir edep sahibi birisine akıl verdi, onu doğru yola getirdi mi iki bölük de dişlerini çiğnemeye hayıflanmaya başlarlar. 1225
  • هر دو می‌خایند دندان حسد  ** بر کسی که داد ادیب او را خرد 
  • Padişahın, peygamberlik davasına kalkışan kişiye “Doğru peygamber olan, adama ne bağışlar, yahut kendisiyle görüşen ve ona hizmet eden kişiler, dille verilen öğütten başka ondan ne ihsan elde ederler?” diye sorması
  • پرسیدن آن پادشاه از آن مدعی نبوت کی آنک رسول راستین باشد و ثابت شود با او چه باشد کی کسی را بخشد یا به صحبت و خدمت او چه بخشش یابند غیر نصیحت به زبان کی می‌گوید 
  • Padişah söyle bakalım bari, vahiy nedir, yahut da peygamber olan, ne elde eder? Diye sordu.
  • شاه پرسیدش که باری وحی چیست  ** یا چه حاصل دارد آن کس کو نبیست 
  • Adam dedi ki: Ne vardır ki peygamber, onu elde etmesin, yahut ne devlet kalmıştır ki peygamber ona ulaşmış bulunmasın?
  • گفت خود آن چیست کش حاصل نشد  ** یا چه دولت ماند کو واصل نشد 
  • Tutalım ki bu peygambere gelen vahiy, Tanrı sırlarının hazinesi değil, bal arısının gönlüne gelen vahiyden de aşağı değil ya.
  • گیرم این وحی نبی گنجور نیست  ** هم کم از وحی دل زنبور نیست 
  • “Tanrı bal arısına vahiy etti” ayetine gelince onun vahiy evi tatlılarla doldu.
  • چونک او حی الرب الی النحل آمدست  ** خانه‌ی وحیش پر از حلوا شدست 
  • O yüce ve ulu Tanrı’nın vahiy nuru ile alemi mum ve balla doldurdu. 1230
  • او به نور وحی حق عزوجل  ** کرد عالم را پر از شمع و عسل 
  • Bense insanım, hakkımda “Biz onu ululadık” dendi. İnsan yücelere gitmede. Artık insana olan vahiy nasıl olur da arıya gelen vahiyden aşağı olur?
  • این که کرمناست و بالا می‌رود  ** وحیش از زنبور کمتر کی بود 
  • Sen “Biz sana kevseri – çokluğu, tükenmez soy sopu verdik” ayetini okumadın mı? Okuduysan neden böyle kupkuru ve susuz kaldın öyleyse?
  • نه تو اعطیناک کوثر خوانده‌ای  ** پس چرا خشکی و تشنه مانده‌ای 
  • Yoksa Firavun musun ki kevser, sana Nil gibi kan oluyor, pisleniyor a illetli adam.
  • یا مگر فرعونی و کوثر چو نیل  ** بر تو خون گشتست و ناخوش ای علیل 
  • Tövbe et. Düşmanlardan vazgeç. Onun testisinde kevser suyu yoktur.
  • توبه کن بیزار شو از هر عدو  ** کو ندارد آب کوثر در کدو 
  • Kimi, kevserden benzi kızarmış görürsen onun la düş kalk, onun huyuyla huylan. Çünkü o, Muhammed huyuyla huylanmıştır. 1235
  • هر کرا دیدی ز کوثر سرخ‌رو  ** او محمدخوست با او گیر خو 
  • Böyle yap da “Tanrı için sever” lerden sayıl. Çünkü Ahmet’in ağacında biten elma ondadır.
  • تا احب لله آیی در حساب  ** کز درخت احمدی با اوست سیب 
  • Kimi, kevser içmemiş dudağı kuru görürsen onu ölüm ve sıtma gibi düşman say.
  • هر کرا دیدی ز کوثر خشک لب  ** دشمنش می‌دار هم‌چون مرگ و تب 
  • Baban anan bile olsa o, hakikatte senin kanını içen bir düşmandır.
  • گر چه بابای توست و مام تو  ** کو حقیقت هست خون‌آشام تو 
  • Bunu, Tanrı Halil’den öğren. O, önce babasından bizar oldu.
  • از خلیل حق بیاموز این سیر  ** که شد او بیزار اول از پدر 
  • Böyle ol da Tanrı tapısında “Tanrı için sevmez düşmanlık eder” ler arasına katıl, aşk gayreti de seni kınamasın. 1240
  • تا که ابغض لله آیی پیش حق  ** تا نگیرد بر تو رشک عشق دق 
  • Sen, “La ilahe illahlah – Tanrı’dan başka yoktur tapacak” sözünü okumadıkça bu yolun izini bulamazsın.
  • تا نخوانی لا و الا الله را  ** در نیابی منهج این راه را 
  • Bir aşığın sevgilisine, ettiği hizmetleri, gösterdiği vefaları, uzun gecelerde “Yanının yatak görmediğini”, uzun günlerde çektiği elem ve iştiyakı anlatıp da ben bundan başka bir şey varsa beni irşadet. Ne buyurursan yapayım, hatta dilersen Halil aleyhisselam gibi ateşe atışalım, Yunus aleyhisselam gibi kendimi deniz canavarının ağzına atayım, Cercis aleyhisselam gibi yetmiş kere öldürmem lazımsa öldüreyim. Şuayb aleyselam gibi ağlamaktan kör olmak gerekse olayım” demesi peygamberlerin vefalarının, canlarıyla oynamalarını saymaya imkan yok ya, Sevgilinin de ona cevap vermesi
  • داستان آن عاشق کی با معشوق خود برمی‌شمرد خدمتها و وفاهای خود را و شبهای دراز تتجافی جنوبهم عن المضاجع را و بی‌نوایی و جگر تشنگی روزهای دراز را و می‌گفت کی من جزین خدمت نمی‌دانم اگر خدمت دیگر هست مرا ارشاد کن کی هر چه فرمایی منقادم اگر در آتش رفتن است چون خلیل علیه‌السلام و اگر در دهان نهنگ دریا فتادنست چون یونس علیه‌السلام و اگر هفتاد بار کشته شدن است چون جرجیس علیه‌السلام و اگر از گریه نابینا شدن است چون شعیب علیه‌السلام و وفا و جانبازی انبیا را علیهم‌السلام شمار نیست و جواب گفتن معشوق او را 
  • Bu aşık sevgilisinin huzurunda yaptığı işleri bir bir sayıyor, diyordu ki:
  • آن یکی عاشق به پیش یار خود  ** می‌شمرد از خدمت و از کار خود 
  • Senin için şunları yaptım, bunları ettim. Şu savaş meydanında oklara nişan oldum.
  • کز برای تو چنین کردم چنان  ** تیرها خوردم درین رزم و سنان 
  • Mal gitti kuvvet gitti, namus gitti. Aşkından nice muratsızlıklara uğradım.
  • مال رفت و زور رفت و نام رفت  ** بر من از عشقت بسی ناکام رفت 
  • Hiçbir sabah, beni uyur, yahut güler bir halde görmedi. Hiçbir akşam, beni düzgün bir halde bulmadı. 1245
  • هیچ صبحم خفته یا خندان نیافت  ** هیچ شامم با سر و سامان نیافت 
  • Acı ve tortulu neler içmişse etraflıca ve bir bir saymaktaydı.
  • آنچ او نوشیده بود از تلخ و درد  ** او به تفصیلش یکایک می‌شمرد 
  • Sevgilisine minnet olsun diye değil de aşkına yüzlerce tanık olmak üzere bunları sayıp döküyordu.
  • نه از برای منتی بل می‌نمود  ** بر درستی محبت صد شهود 
  • Aklı olanlara bir işaret yeter. Aşıkların sevgiliye karşı duydukları susuzluk, ne vakti gider, biter ki,
  • عاقلان را یک اشارت بس بود  ** عاشقان را تشنگی زان کی رود 
  • Usanmadan sözünü tekrarlar durur. Hiç balık bir işaretle duru suya kanar mı?
  • می‌کند تکرار گفتن بی‌ملال  ** کی ز اشارت بس کند حوت از زلال 
  • Bir söz bile söylemedim diye şikayet ederek o eski derde ait yüzlerce söz söylüyordu. 1250
  • صد سخن می‌گفت زان درد کهن  ** در شکایت که نگفتم یک سخن 
  • Onda bir ateş vardı fakat neydi, bilmiyordu. Yalnız mum gibi, onun hararetiyle ağlayıp duruyordu.
  • آتشی بودش نمی‌دانست چیست  ** لیک چون شمع از تف آن می‌گریست 
  • Sevgili dedi ki: Doğru bütün bunları yaptın ama kulağını iyi aç ve dinle,
  • گفت معشوق این همه کردی ولیک  ** گوش بگشا پهن و اندر یاب نیک