English    Türkçe    فارسی   

5
1250-1299

  • Bir söz bile söylemedim diye şikayet ederek o eski derde ait yüzlerce söz söylüyordu. 1250
  • Onda bir ateş vardı fakat neydi, bilmiyordu. Yalnız mum gibi, onun hararetiyle ağlayıp duruyordu.
  • Sevgili dedi ki: Doğru bütün bunları yaptın ama kulağını iyi aç ve dinle,
  • Aşkın ve sevginin aslının aslı olan bir şey var ki onu yapmadın. Bu yaptıklarının hepsi feridir.
  • Aşık söyle dedi, o asıl nedir? Sevgili dedi ki: Ölmek ve yok olmaktır.
  • Hepsini yaptın fakat ölmedin hala dirisin. Canınla oynayan aşıksan hemen öl. 1255
  • Aşık o anda uzanıp can verdi. Gül gibi başı ile oynadı, gülerek sevinçli bir halde ölüp gitti.
  • O gülüş onda ebedi olarak kaldı, arif kişinin zahmete uğrayan canı, aklı gibi.
  • Ayın nuru her iyiye kötüye vursa bile hiç kirlenir mi?
  • O yine tamamı ile tertemiz aya dönüp gelir, akıl ve can nurunun Tanrıya dönüp ulaşması gibi.
  • Işığı yoldaki pisliklere vursa bile ayın nuru daima temizdir. 1260
  • O yoldaki pisliklerden, o bulaşıklardan nur, pislenmez.
  • Güneşin nuru “Geri dön” emrini duymuş, acele aslına dönmüştür.
  • Ne külhanlarda pislenmiştir, ne gül bahçelerinin kokusunu almıştır.
  • Göz nuru ve nur görmüş zat, aslına dönmüştür; sevdası ovalarda, çöllerde kalmıştır.
  • Birisi, arif bir alime “Biri, namazda sesle ağlar, ah ederse namazı batıl olur mu?” diye sordu. Arif alim “O yaşın adı, gözyaşıdır. Fakat ağlıyan ne görmüş, ona dikkat etmek gerek. Eğer Tanrı iştiyakına düşmüş de bu yüzden ağlamış, yahut günahlarından pişman olmuş da ondan dolayı feryadetmişse namazı bozulmaz, daha kamil olur. Çünkü “Kalb huzuru olmadıkça namaz, namaz değildir” denmiştir. Yok, bedeni bir hastalıktan, yahut oğlunun ayrılığından ağladıysa namazı bozulur. Çünkü namazın aslı, bedeni, oğlu terketmek ve İbrahim gibi oğlunu kurban edip Nemrud’un ateşine atılmaktır, namazın kemali için bu lazımdır. Bu huylara bürünmek için Mustafa aleyhisselam’a da “İbrahim’de sizin için uyulacak huylar, sıfatlar vardır” diye emir gelmiştir.
  • Birisi, müftüden gizlice sordu: Bir adam namazda feryat ederek ağlarsa, 1265
  • Acaba namazı bozulur mu, bozulmaz mı, namaz da ağlamak caiz midir?
  • Müftü dedi ki: Gözyaşı denilen o yaş niçin aktı? O, ne gördü, neden ağladı? Önce buna dikkat etmek gerek.
  • Acaba gizlice ne gördü de o gözyaşı çeşmesi aktı?
  • Eğer yalvarıp yakaran kişi, o alemi gördüyse ağlayışı ile namazı daha makbul bir hale gelir.
  • Yok, o ağlayış, o yaş, beden zahmetindense ip de kırıldı iğne de. 1270
  • Bir mürit, şeyhin huzuruna geldi. Pir, ihtiyar demek olan bu şeyh söziyle yaşça ihtiyar olan değil, akıl ve marifet bakımından tecrübe sahibi bulunanı kasdediyorum. İsa aleyhisselam da beşikte çocuktur, Yahya aleyhisselam da çocuk mektebine gider ama ikisi de pirdir, peygamberdir, mürit, şeyhini ağlar buldu. Onu görüp ona uydu, o da ağlamaya koyuldu. İş bitip dışarı çıkınca şeyhin halini daha iyi bilen başka bir mürit, gayrete gelip hemen arkasından koştu, ona yetişti. Dedi ki: Kardeş, bak, sana söyliyim: Tanrı hakkı için şeyh alıyordu, ben de ağladım diye aklına bir şey getirme ve böyle bir söz söyleme. Otuz yıl riyasız riyazat çekmek, tehlikeleri atlatmak, ejderhalarla dolu denizleri, aslan ve kaplarla dolu yüce dağları aşmak gerektir ki şeyhin ağlayışına sahip olasın; yahut da bütün bunlarla beraber yine o ağlayışa sahip olmazsın, bu da var. O makama erişebilirsen “Yeryüzü bana gösterildi” diye çok şükür etmen gerek.
  • Bir mürit pirinin huzuruna vardı. Pir, hay hayla ağlıyordu.
  • Mürit şeyhi ağlıyor görünce o da ağlamaya koyuldu, gözünden yaşlar akmaya başladı.
  • Kulağı duyan bir dost bir dosta latife etti mi bir kere güler, sağır iki kere.
  • Birinci gülüşü halkı güler görerek taklitle gülmektir.
  • Onlar gibi o da güler, güler ama öbür gülenlerin halinden haberi yoktur. 1275
  • Neden güldünüz diye sorar, anlayınca ikinci defa gülmeye başlar.
  • Mukallit de kendisindeki neşeyle aynen sağıra benzer.
  • Şeyhin ışığı vurur, meşrebi akseder, müritlere bir neşe feyzidir gelir. Fakat bu feyiz müritlerden değildir, şeyhtendir.
  • Bu hal, suda duran sepete, cama vuran ışığa benzer. Bu hali, kendilerinden bilirlerse noksanlıktır.
  • Irmaktan çıkarıldı mı o inatçı, ondaki suyun, dereden olduğunu anlar bilir. 1280
  • Cam da, ay batınca o ışığın, aydın aydan olduğunu anlar.
  • “Kalk” emri, gözünü açtı mı seher gibi ikinci defa güler.
  • Bu sefer o taklit alemindeki gülüşüne güleceği gelir, tatlı tatlı güler.
  • Der ki: Bunca uzun ve uzak yollardan geldim. Hakikat, hep bu hakikatmış, sırlar; hep bu sırlar.
  • Ben o vadide kendimden uzak olarak neşeleniyor, körlüğümden, hamlığımdan, 1285
  • Ne hayaller kuruyordum, halbuki ne umuyordum ne çıktı? Ters anlayışım, meğer bana ters ve yanlış suretler gösteriyormuş.
  • Yolda emekleyen çocukta erlerin düşüncesi nerede? Nerede onun hayali? Nerede dosdoğru hakikat?
  • Çocukların düşünceleri ya dadıdır, ya süt. Ya kuru üzümdür, cevizdir yahut da bağırıp ağlama.
  • O mukallit de illetli bir çocuğa benzer. İnce bahislere girişir, deliller getirir ama aldırma.
  • Delil bulmada ki, müşkül işleri halletmedeki o derinleşme, onu basiretten alır. 1290
  • Sırrının sürmesi olan hakikati bırakmıştır da müşkül şeyleri söylemeye girişmiştir.
  • Ey mukallit, Buhara’dan dön de horluğa doğru yürü, ancak bu suretle aslan bir er olabilirsin.
  • Nihayette kendi içinde başka bir Buhara görürsün ki saflar yaran erler bile onun meclisinde kendilerinden geçmiş, bir şey anlamaz bir hale girmişlerdir.
  • Çavuş, gerçi yeryüzünde pek çevik pek çabuk gider. Gider ama denize varınca damarı kopar.
  • O, ancak karada “Onları yüklendik” sırrına mazhardır. Asıl adam, yükleri denizde yüklenendir. 1295
  • Koş ey vehme, surete kapılmış adam, padişahında bir çok ihsan ve lütufları vardır.
  • O saf ve bön mürit de, o azize uydu da taklitle ağlamaya koyuldu.
  • O mukallit de sağır adam gibi ağlayanı gördü, sebebinden haberi olmaksızın ağlamaya başladı.
  • Bir hayli ağlayıp, tapı kılarak dışarı çıkınca başka bir hararetli ve has mürit, ardına düşüp ona yetişti.