English    Türkçe    فارسی   

5
1296-1345

  • Koş ey vehme, surete kapılmış adam, padişahında bir çok ihsan ve lütufları vardır.
  • O saf ve bön mürit de, o azize uydu da taklitle ağlamaya koyuldu.
  • O mukallit de sağır adam gibi ağlayanı gördü, sebebinden haberi olmaksızın ağlamaya başladı.
  • Bir hayli ağlayıp, tapı kılarak dışarı çıkınca başka bir hararetli ve has mürit, ardına düşüp ona yetişti.
  • Dedi ki: Ey bulut gibi habersiz ağlayan, bakışı ile adamı adam eden şeyhin ağlamasına uyup hiçbir şeyden haberi olmaksızın ağlamaya koyulan! 1300
  • Ey vefalı mürit, Tanrı hakkı için, Tanrı hakkı için kendine gel. Gerçi taklitten de faydalanırsın ama,
  • O padişahı ağlıyor gördüm de ben de onun gibi ağladım demek şartı ile. Çünkü bu söz münkirliktir.
  • Bilgisizlik taklit ve zan ile dolu olan ağlayış, o inanılan kişinin ağlayışına benzemez.
  • Sen bu ağlayışı o ağlayışa kıyas etme. Bu ağlayıştan o ağlayışa uzun bir yol var.
  • O ağlayış, tam otuz yıl savaştan sonra elde edilir. Akıl, o makama yaramaz. 1305
  • Akılla o makam arasında yüz konak var. Akıl, o durağı bilemez bilir sanma.
  • Onun ağlayışı, ne gamdandır, ne ferahtan. Güzelliğin ta kendisi olan ağlayışı ruh bilir.
  • Onun ağlayışı da o yandandır, gülüşü de. Aklın vehmettiği şeylerden dışarıdır o.
  • Onun gözyaşı, gözüne benzer. Görmeyen göz nasıl olur da gören göze benzer.
  • Onun gördüğünü ellemeye imkan yoktur, ne akıl kıyası ile bilinir, ne duygu yolu ile! 1310
  • Gece, ta uzaktan nuru gördü mü kaçar. Şu halde gece karanlığı, nurun halini nasıl bilir?
  • Sinek, rüzgardan kaçar. Artık nasıl olur da rüzgarların zevkini tadabilir?
  • Önü olmayan geldi mi sonradan olan, abes olur. Şu halde önü olmayan, sonradan olanı nereden bilecek?
  • Önü olmayan sonradan olan şeye aksetti mi onu hayran eder. Onu yok etti mi de kendi rengine boyar.
  • Dilersen yüzlerce benzerini bulabilirsin. Fakat benim için lüzum yok o yoksul: 1315
  • Bu “Elif lâm mim ve Hâ mim” bu harfler tıpkı Musa’nın asasına benzer.
  • Harfler de görünüşte bu harflere benzerler. Fakat bunların vasıflarından değillerdir.
  • Sınama sözünden eline bir sopa alan kişinin sopası, bir iş başarma da hiç Musa’nın sopasına döner mi?
  • Bu nefes, İsa’nın nefesidir, öyle her yelden, her üfürükten meydana gelme nefes değil ki ferahtan, yahut gamdan meydana gelsin.
  • Babacığım, bu “Elif lâm mim ve Hâ mim” insanların sahibi Tanrı’dan gelmiştir. 1320
  • Her elif lâm buna nereden benzeyecek? Canın varsa bunlara o gözle bakma.
  • Gerçi harflerden meydana gelmiştir, hatta halkın harflerden meydana gelen sözlerine de benzer.
  • Muhammet de etten deriden meydana gelmiştir, bu hususta her beden, onun cinsindendir.
  • Eti vardır, derisi vardır, kemiği vardır. Fakat hiç bu bedenlere benzer mi?
  • O terkip de öyle mucizeler meydana geldi ki bütün terkipler mat oldular. 1325
  • Kuran’daki “Hâ mim” terkibi de böyledir. Pek yücedir o,öbür terkiplerse pek aşağıda.
  • Çünkü bu terkipten hayat meydana gelir, aciz halinde sür üfürülmüş gibi her şey dirilir.
  • “Hâ mim” Tanrı lütfu ile Musa’nın asası gibi ejderha olur, denizler yarar.
  • Görünüşü başka sözlerin, terkiplerin görünüşüne benzer ama değirmi ekmek, ay değirmisinden çok uzaktır.
  • Onun ağlayışı da kendinden değildir, gülüşü de, sözü de. Bütün bunlar, ancak Tanrı’nın huyudur. 1330
  • Fakat ahmaklar, görünüşe sarıldıklarından o ince şeyler, onlardan adam akıllı gizli kalmıştır.
  • Hasılı maksada erişememişler, perde altında kalmışlar, itirazları yüzünden de o ince şey fevt olup gitmiştir.
  • Keçiye mum iskemlesinde oynamak ve ayıya türlü türlü oyunlar bellettikleri gibi bir halayık da hanımın eşeğine insana yaklaşmayı öğretmişti, onunla nefsini körledi. Yalnız, eşek ileri gitmesin diye yakınlaşacağı vakit eşeğin aletine bir kabak geçirirdi. Kadın, bu hali gördü, fakat kabağa dikkat etmedi. Halayığı, bir bahane ile uzak bir yere yolladı,ahıra girip eşeği kendisine yakınlaştırdı ve rezaletle ölüp gitti. Halayık, ansızın gelip görünce “A benim canım, a benim gözümün nuru,aleti gördün, kabağı niye görmedin. Maslahatı gördün, öbürünü niye görmedin?” diye feryada başladı. “Her noksanı olan Melundur. Yani her noksanı olan bakış ve anlayış melundur. Maksat, bu olmasaydı zahir gözü nakış olanlara, yani körlerle şaşılara acınmazdı. Halbuki onlara acınır, lanet edilmez. “Köre zahmet ve teklif yoktur” ayetini okusana. Bu ayet, körden teklifi de gidermiştir, laneti de kaldırmıştır, azarlamayı da, öfkelenmeyi de.
  • Bir halayık şehvetin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine alıştırmıştı.
  • O eşek, kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı öğrenmişti.
  • O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı. 1335
  • Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı.
  • Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da.
  • Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi.
  • Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de,
  • Onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi. 1340
  • Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı.
  • İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü her şeyi iyice arayan nihayet bulur.
  • Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin altına yatmıyor mu?
  • Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı.
  • Eşek, erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi. 1345