English    Türkçe    فارسی   

5
1315-1364

  • Dilersen yüzlerce benzerini bulabilirsin. Fakat benim için lüzum yok o yoksul: 1315
  • Bu “Elif lâm mim ve Hâ mim” bu harfler tıpkı Musa’nın asasına benzer.
  • Harfler de görünüşte bu harflere benzerler. Fakat bunların vasıflarından değillerdir.
  • Sınama sözünden eline bir sopa alan kişinin sopası, bir iş başarma da hiç Musa’nın sopasına döner mi?
  • Bu nefes, İsa’nın nefesidir, öyle her yelden, her üfürükten meydana gelme nefes değil ki ferahtan, yahut gamdan meydana gelsin.
  • Babacığım, bu “Elif lâm mim ve Hâ mim” insanların sahibi Tanrı’dan gelmiştir. 1320
  • Her elif lâm buna nereden benzeyecek? Canın varsa bunlara o gözle bakma.
  • Gerçi harflerden meydana gelmiştir, hatta halkın harflerden meydana gelen sözlerine de benzer.
  • Muhammet de etten deriden meydana gelmiştir, bu hususta her beden, onun cinsindendir.
  • Eti vardır, derisi vardır, kemiği vardır. Fakat hiç bu bedenlere benzer mi?
  • O terkip de öyle mucizeler meydana geldi ki bütün terkipler mat oldular. 1325
  • Kuran’daki “Hâ mim” terkibi de böyledir. Pek yücedir o,öbür terkiplerse pek aşağıda.
  • Çünkü bu terkipten hayat meydana gelir, aciz halinde sür üfürülmüş gibi her şey dirilir.
  • “Hâ mim” Tanrı lütfu ile Musa’nın asası gibi ejderha olur, denizler yarar.
  • Görünüşü başka sözlerin, terkiplerin görünüşüne benzer ama değirmi ekmek, ay değirmisinden çok uzaktır.
  • Onun ağlayışı da kendinden değildir, gülüşü de, sözü de. Bütün bunlar, ancak Tanrı’nın huyudur. 1330
  • Fakat ahmaklar, görünüşe sarıldıklarından o ince şeyler, onlardan adam akıllı gizli kalmıştır.
  • Hasılı maksada erişememişler, perde altında kalmışlar, itirazları yüzünden de o ince şey fevt olup gitmiştir.
  • Keçiye mum iskemlesinde oynamak ve ayıya türlü türlü oyunlar bellettikleri gibi bir halayık da hanımın eşeğine insana yaklaşmayı öğretmişti, onunla nefsini körledi. Yalnız, eşek ileri gitmesin diye yakınlaşacağı vakit eşeğin aletine bir kabak geçirirdi. Kadın, bu hali gördü, fakat kabağa dikkat etmedi. Halayığı, bir bahane ile uzak bir yere yolladı,ahıra girip eşeği kendisine yakınlaştırdı ve rezaletle ölüp gitti. Halayık, ansızın gelip görünce “A benim canım, a benim gözümün nuru,aleti gördün, kabağı niye görmedin. Maslahatı gördün, öbürünü niye görmedin?” diye feryada başladı. “Her noksanı olan Melundur. Yani her noksanı olan bakış ve anlayış melundur. Maksat, bu olmasaydı zahir gözü nakış olanlara, yani körlerle şaşılara acınmazdı. Halbuki onlara acınır, lanet edilmez. “Köre zahmet ve teklif yoktur” ayetini okusana. Bu ayet, körden teklifi de gidermiştir, laneti de kaldırmıştır, azarlamayı da, öfkelenmeyi de.
  • Bir halayık şehvetin çokluğundan, hırsının fazlalığından bir eşeği kendisine alıştırmıştı.
  • O eşek, kendisine yakınlaşmayı adet edinmiş, insana yakın olmayı öğrenmişti.
  • O hilebaz halayığın bir kabağı vardı. Eşek kendisine ölçülü yaklaşsın diye kabağı, eşeğin aletine takardı. 1335
  • Yakınlaşma zamanında aletin yarısı girsin diye bu işi yapmaktaydı.
  • Çünkü, eşeğin aleti tamamı ile girse rahmi de parçalanırdı, damarları da.
  • Eşek boyuna zayıflayıp durmaktaydı. Eşeğin sahibi olan kadın da neden bu eşek böyle zayıflıyor, neden böyle kıl gibi inceliyor deyip dururdu. Fakat işin ne olduğunu anlamakta acizdi.
  • Nalbantlara illeti nedir, neden zayıflamakta diye gösterdiyse de,
  • Onda hiçbir illet görünmedi, kimse bunun iç yüzünü haber veremedi. 1340
  • Kadın bu işin aslını adamakıllı araştırmaya başladı. Her an eşeğin haline dikkat etmekte, neden böyle zayıfladığını bulmaya çalışmaktaydı.
  • İnsanın adamakıllı çalışmaya kul olması gerekir. Çünkü her şeyi iyice arayan nihayet bulur.
  • Eşeğin haline dikkat edip dururken bir de ne görsün? O halayık eşeğin altına yatmıyor mu?
  • Bunu kapının yarığından gördü bu hale pek şaştı.
  • Eşek, erkekler kadınlara nasıl yakınlaşırsa aynen onun gibi halayığa yakınlaşmış, işini becermekteydi. 1345
  • Kadın hasede düştü. Dedi ki, bu eşek, benim eşeğim, nasıl olur bu iş? Bu işin bana olması lazım ben işe daha ehlim.
  • Eşek işi öğrenmiş, alışmış. Adeta sofra yayılmış, mum da yanmış.
  • Görmemezlikten gelip ahırın kapısını vurdu. A kız ne vakte dek ahırı süpürüp duracaksın? dedi.
  • Bu sözü işi gizlemek için söylüyor, ben geldim kapıyı aç diyordu.
  • Sustu, halayığa hiçbir şey söylemedi. Bu işe tamah ettiği için işi gizledi. 1350
  • Halayık bütün fesat aletlerini gizleyip kapıyı açtı.
  • Yüzünü ekşitip gözlerini yaşartarak dudaklarını oynatmaya başladı, güya oruçluyum demek istiyordu.
  • Eline sapı yıpranmış bir süpürge aldı, develerin yatması için ahırı süpürüyor göründü.
  • Elinde süpürge kapıyı açınca kadın, dudak altından seni usta seni, dedi.
  • Yüzünü ekşittin, eline süpürgeyi aldın, iyi. Fakat yemeden içmeden kesilmiş eşeğin hali ne? 1355
  • İşi yarıda kalmış, öfkeli, aleti oynayıp durmada. Gözleri kapıda seni beklemede.
  • Bunu dudağı altından söyledi, halayıktan gizledi. Onu suçsuz gibi ululayıp,
  • Dedi ki: Tez çarşafını başına al. Filan eve git benden selam söyle.
  • Şunu söyle, böyle yap, şöyle et. Neyse ben kadınların masallarını kısa kesiyorum.
  • Maksat neyse sen onun hülasasını al. O işi görmezlikten gelen kadın onu yola vurunca, 1360
  • Zaten şehvetten sarhoş olmuştu, hemen kapıyı kapadı, oh dedi.
  • Yalnız kaldım, bağıra, bağıra şükredeyim. Artık erkeklerin gah tam, gah yarım yamalak yakınlaşmasından kurtuldum.
  • Kadının keçileri, sanki bini bulmuştu, öyle neşelendi. Eşeğin şehvet ateşiyle kararsız bir hale düştü.
  • Hatta ne keçisi? O yakınlaşma kadını keçi haline getirdi. Ahmağı keçi haline getirmeye, hor hakir bir hale sokmaya şaşılmaz ki!