English    Türkçe    فارسی   

5
132-181

  • Hadden artık titreyip çarpınınca Mustafa, onu kucakladı.
  • Yatıştırdı pek iltifat etti, gözlerini açtı, ona kendini tanıttı.
  • Bulut ağlamadıkça yeşillik nasıl güler? Çocuk ağlamadıkça süt nasıl coşar?
  • Bir günlük çocuk bile yolu bilir. Ağlayayım da esirgeyen dadı gelip yetişsin der. 135
  • Sen bilmiyorsun; dadılar dadısı da sen ağlamadıkça bedavaca sütü az verir.
  • Kulak ver, “Çok ağlayın” dedi. Ağlayın da yaratıcı Allah’nın ihsan sütü aksın.
  • Dünyanın direği bulutun ağlamasıdır, güneşin yakması. Sen bu iki ipe iyi sarıl.
  • Güneşin hararetiyle bulutun gözyaşı olmasaydı beden ve araz, nasıl olur da semirir, gelişirdi?
  • Bu hararetle bu ağlayış, temel olmasaydı şu dört mevsim nasıl mamur olurdu? 140
  • Güneşin hararetiyle alem bulutunun ağlaması, nasıl cihanın ağzının tadını getiriyor, nasıl alemi hoş bir hale sokuyorsa,
  • Sen de akıl güneşini yak, gözünü göz yaşları saçan bir bulut haline getir.
  • Küçük çocuk gibi sana da ağlayan bir göz gerek. O ekmeği az ye ekmek senin şerefini giderdi.
  • Ten, gece gündüz onunla gelişir, yapraklanırsa can dalı, yapraklarını döker, güz mevsimine düşer.
  • Beden azığı, derhal canın azıksız kalmasıyla neticelenir. Bunu azaltmak onu çoğaltmak gerek. 145
  • “Allah’ya borç verin.” Sen de bu ten ağzından borç ver de karşılığında gönlünde yeşillikler bitsin.
  • Borç ver de bu ten lokmasını azalt, bu suretle de “Gözlerin görmediği” yüz görünsün.
  • Ten kendisini pislikten arıtırsa ululuk misk ve incileriyle dolar.
  • Böyle adam şu pislikten kurtulur, temizliğe ulaşır, bedeni, “Allah sizi, kirlerden temizlemeyi diler” sırrına ulaşır.
  • Fakat Şeytan, “Sakın sakın bundan pişman olur hüzne düşersin. 150
  • Bedeninden bu hevesleri giderir, bunları eritirsen çok pişman olur derde düşersin.
  • Şunu ye hararet verir, mizaca devadır; şunu da faydalanmak için iç, ilaçtır.
  • Hem de şu niyete düş. Bu beden binektir, neye alıştıysa vermek, daha doğru bir iştir.
  • Sakın açlığa alışma; sıhhatin bozulur, beyninde, kalbinde yüzlerce illet meydana gelir” der.
  • O alçak Şeytan, bu çeşit tehditlerle gelir, halka yüzlerce afsun okur. 155
  • Kendisini tedavi eden Calinos gösterir. Bunu da senin hasta gönlünü aldatmak için yapar.
  • “Bu sana dertten, gamdan kurtulmak için bir ilaçtır” der. Adem’e de buğday için böyle demişti ya!
  • Heyheylerle, heyhatlarla gelir, dudaklarını, azgın atın, nallanırken kıstırdıkları iki, tahta parçası ile kıstırır.
  • Aşağılık taş lal göstermek için at nallanırken dudaklarını kıstırdıkları gibi senin dudaklarını da kıstırıp,
  • Atın kulağından tutar gibi kulaklarını tutup seni hırs ve kazanca çeker. 160
  • Şüphe etme ki ayağına nalı vurur, sende onun derdi ile yoldan kala kalırsın.
  • Onun nalı seni iki iş arasında tereddüde düşürmektir. Bunu mu yapayım dersin, onu mu? Aklını başına alda kendine gel.
  • Peygamber’in seçtiği işi yap, deliyle çocuğun yaptığını yapma.
  • “Cennet çevrilmiştir.” Neyle çevrilmiştir? “İnsanın istemediği, hoşlanmadığı şeylerle.” Çünkü, ekin bunlarla çoğalır, gelişir.
  • Şeytan’ın hileyle, zeyreklikle yüzlerce afsunu vardır. Ejderha bile olsa adamı sepete kor. 165
  • İnsan akar su olsa bağlar, zamanın en akıllı, en bilgin adamı olsa onu yanıltır, güler.
  • Aklı bir dostun aklına dost et de “Onların işi danışmakladır” ayetini oku ona göre iş yap!
  • Mustafa aleyhisselam’ın, O utangaçlık ve nedametle ağlayıp inliyen, ümitsizlik ateşiyle yanıp kavrulan konuk arabı yatıştırıp ona iltifatta bulunması
  • Bu sözün sonu yoktur. Arap o padişahın lütfuna şaşırıp kaldı.
  • Deli oluyordu aklı kaçayazdı. Mustafa’nın akıl eli onu geri çekti.
  • Bu yana gel dedi, bir kişi ağır bir uykudan nasıl uyanırsa uyandı. O tarafa geldi. 170
  • Mustafa bu yana gel, bu işi yapma, kendine gel. Bu yanda sana bir çok işler var dedi.
  • Yüzüne su serpti, ey Allah şehidi, dedi, dile gel şahadet getir.
  • Ben de şehit olayım da dışarı çıkayım. O uçsuz bucaksız çölde bulundukça canımdan beziyorum.
  • Biz takdir kadısının şu dehlizinde Bela ve Elest davalarını görmek için duruyoruz.
  • Biz bela dedik sınama yönünden işimiz ve sözümüz, bunu görmek, bunu bildirmekten ibarettir. 175
  • Neden kadı’nın dehlizinde durmaktayız? Biz şahit olmak için gelmedik mi?
  • Ey şahit niceye bir kadı’nın dehlizinde hapis olacaksın? O şahadeti ver de kurtul!
  • Seni buraya şunun için çağırdılar ki inat etmiyesin, o şahadette bulunasın.
  • Halbuki sen, inadından şu daracık yerde oturmuş, elini bağlamış, dudağını yummuşsun.
  • Ey tanık, sen bu şahadette bulunmadıkça şu dehlizden nasıl kurtulabilirsin? 180
  • İş bir anda biter, yap, bitir. Kısa işi kendine uzatma.