English    Türkçe    فارسی   

5
1438-1487

  • Fakat söz ve iş zamanında aynanın ardındaki Akl-ı Küll-ü nereden görecek?
  • O sanır ki insan söylüyor. Halbuki bu, başka bir sırdır, onun bundan haberi bile yoktur.
  • Söz söylemeyi belletir, belletir ama önü sonu olmayan sır belletir. Halbuki o, bu sırra eş değildir, bir dududur, bunu bilemez. 1440
  • Halkta kuşların ötüşünü taklit ederler. Bu, ağzın ve boğazın yapabileceği bir şeydir.
  • Fakat kuşların seslerini taklit edenin o seslerdeki manadan haberi bile yoktur. Kuş dilini ancak bakışı hoş Süleyman bilir.
  • Nice kişiler de dervişlerin sözlerini öğrenir, mimber ve meclisleri o sözlerle parlatır.
  • Fakat onların ya bu sözlerden başka bir kısmetleri yoktur, yahut da sonunda Tanrı rahmeti onlara yol gösterir.
  • Gönül sahibinin biri, gebe bir köpek gördü. Yavruları karnında havlamaktaydı. Köpeğin havlaması bekçilik etmek içindir dedi, halbuki ana karnında bekçilik olmaz. Sonra köpek havlaması, imdat istemeye, süt istemeye ve saireyse delalet eder. Ana karnındaysa bunların hiçbir faydası yoktur. Bu ne iş? Şaşırmış bir haldeyken kendisine gelince Tanrıya münacatta bulundu, "Bunu,Tanrımdan başka kimse bilmez"dedi. Tanrıdan şu cevap geldi: Bu, hicaptan çıkamamış, can gözleri açılmamış olduğu halde görgü sahibi olduklarını davaya kalkışanların, bu hususta söz söyleyenlerin halidir. Bu davadan ve bu sözlerden ne bir kuvvete sahip olurlar, ne bir yardıma, ne de dinleyenleri doğru yola götürebilirler.
  • Birisi çiledeyken rüyasında, bir yolda gebe bir köpek gördü. 1445
  • Ansızın Köpeğin karnındaki enciklerin havladığını duydu. Encikler ortada yoktu.
  • Köpek Yavruları ana karnında nasıl havlar diye bir hayli şaştı.
  • Hiç köpek enciği anasının karnında nasıl havlar? Alemde bunu kim görmüştür?
  • Uykudan uyanıp kendine gelince şaşkınlığı an be an artıyordu.
  • Çilede kimse yoktu ki düğümü çözsün? Bu işi ancak yüce ve ulu Tanrı tapısından halledebilirdi. 1450
  • Dedi ki: Yarabbi, bu müşkül is, bu dedikodu nedir? Çilemde şaşırdım seni zikretmeden kaldım.
  • Kanadımı aç da uçayım, zikir bahçesine ve elmalıklarına gideyim.
  • Hatiften derhal ses geldi: Bu, bil ki bilgisizlerin lafına benzer.
  • Örtüden, perdeden dışarı çıkmamış, gözü bağlı. Fakat yine de beyhude yere söylenip durur.
  • Ana karnında köpek enciğinin havlaması beyhudedir. Ne ava yarar, ne gece bekçiliğine. 1455
  • Kurt görmemiş ki onu kovsun. Hırsız gelmemiş ki onu kovalasın.
  • Harislikten ve baş olma sevdasından bakışı görgüsüzdü, fakat laf söylemede atılgan.
  • Müşteri bulma havasına kapılmış, hararetli bir halde, fakat gözü kapalı olarak işe girişmiş.
  • Ayı görmeden nişaneleri söylemede, köylüyü bu suretle aykırı bir anlayışa sürmede.
  • Müşteri bulmak için, mevki kazanmak için ayı görmediği halde ondan yüzlerce nişane vermede. 1460
  • Kâr veren müşteri, tektir. Fakat onlar, bu müşteri hakkında şüphe ve zan içindedirler.
  • Hiçbir ululuğu, hiçbir değeri olmayan müşteriye hava satar bu adamlar.
  • Bizim müşterimiz Tanrıdır, “Allah satın alır.” Artık sende her müşterinin derdine düşme, kurtul bu işten.
  • Seni arayan müşteriyi ara, senin başlangıcını ve sonunu bilen müşteriyi bul.
  • Kendine gel. Her müşteriye el atma. İki sevgiliyi sevmek kötüdür. 1465
  • O, satın alsa bile ondan kar elde edemezsin. Onda akla fikre değer verme kabiliyeti yoktur.
  • O, yarım nal parasına bile sahip değilken sen tutuyor, ona yakut ve lâl gösteriyorsun.
  • Şeytan, nasıl kendisini taslanmış bir hale getirmişse hırs da tıpkı onun gibi seni kör etmiş, her şeyden mahrum bırakmıştır.
  • O, azapçı Şeytan, Fil ashabı ile Lut kavmini nasıl taşlatmışsa onları da tıpkı öyle taşlatmış, helak etmiştir.
  • Müşteriyi, sabredenler bulurlar. Çünkü onlar, her müşteriye koşmazlar. 1470
  • Kim o müşteriden yüz çevirirse o adamdan baht da yüz çevirir, ikbal de, ebedilik de.
  • Darvan’lilar nasıl haset yüzünden ebedi olarak hasrette kaldılarsa, haris olanlar da ebediyen hasrette kalmışlardır.
  • Darvan'lıların Babamız, bönlüğünden bahçenin hasılatından çoğunu yoksullara verirdi. Üzüm oldu mu, onda birini, kuru üzüm yapıldı mı onda birini, helva ve paluze pişirildi mi onda birini, harman toplanıp başaklar yığın yapıldı mı onda birini, harman döğüldü mü onda birini, samanla karışık buğdayın onda birini, buğday samandan ayrıldı mı onda birini, öğütülüp un oldu mu onda birini, hamur yoğruldu mu onda birini, ekmek yapıldı mı yine onda birini verirdi deyip yoksullara haset etmeleri. Ulu Tanrı, bu yüzden o bahçeye, tarlaya bir bereket vermişti ki bütün bahçe sahipleri, o bahçeyle tarlanın sahibine muhtaç olurlar, hem meyve, hem de para isterlerdi. Halbuki o bahçe ve tarla sahibi, onların hiçbirine muhtaç olmazdı. Adamın oğulları, tekrar tekrar onda bir verişi görüyorlardı da, o bereketi görmüyorlardı, hani o kadın gibi... Eşeğin aletini gördü de kabağı göremediydi ya!
  • Temiz bir Tanrı adamı vardı. Aklı, her şeye erer, işin sonunu görürdü.
  • Yemen ülkesine yakın Darvan şehrindendi, sadaka vermekle, güzel huylu olmakla şöhret kazanmıştı.
  • Civarı yoksullarla Kâbe kesilmişti. Bir şey umanlar hep onun civarına gelirlerdi. 1475
  • Riyasız olarak mahsulünün onda birini verir, buğday samandan ayrıldı mi tekrar,
  • Öğütülüp un haline geldi mi, ekmek pişirildi mi yine onda birini verirdi.
  • Her elde ettiğinin onda birini verir, ektiğinin öşrünü dört kere yoksullara dağıtırdı.
  • O, yiğit her zaman bütün oğullarına vasiyetlerde bulunur;
  • Tanrı hakkı için, Tanrı hakkı için benden sonra hırsınıza uyup yoksulların hakkını vermemezlikte bulunmayın. 1480
  • Bu onda birleri verin de Tanrı koruması ile mahsulünüz elinizde kalsın.
  • Tahmine şüpheye hacet yok, mahsulleri gayp âleminden veren de Tanrıdır, meyveleri veren de.
  • Gelir zamanında harcedersen bu harcetmen, kar kazancıdır, kar edersin.
  • Köylünün çoğu tarlasından elde ettiği tohumu yine eker.
  • Yediğinden fazlasını yine tohumluk yapar. Çünkü tekrar mahsul elde edeceğinden şüphe etmez. 1485
  • Tohumu, o yerden elde ettiği için yine o yere saçmaktan çekinmez.
  • Kunduracı da ekmeğinden arttırdığı parayla gön ve sahtiyan satın alır.