- Mustafa bu yana gel, bu işi yapma, kendine gel. Bu yanda sana bir çok işler var dedi.
- گفت این سو آ مکن هین با خود آ ** که ازین سو هست با تو کارها
- Yüzüne su serpti, ey Allah şehidi, dedi, dile gel şahadet getir.
- آب بر رو زد در آمد در سخن ** کای شهید حق شهادت عرضه کن
- Ben de şehit olayım da dışarı çıkayım. O uçsuz bucaksız çölde bulundukça canımdan beziyorum.
- تا گواهی بدهم و بیرون شوم ** سیرم از هستی در آن هامون شوم
- Biz takdir kadısının şu dehlizinde Bela ve Elest davalarını görmek için duruyoruz.
- ما درین دهلیز قاضی قضا ** بهر دعوی الستیم و بلی
- Biz bela dedik sınama yönünden işimiz ve sözümüz, bunu görmek, bunu bildirmekten ibarettir. 175
- که بلی گفتیم و آن را ز امتحان ** فعل و قول ما شهودست و بیان
- Neden kadı’nın dehlizinde durmaktayız? Biz şahit olmak için gelmedik mi?
- از چه در دهلیز قاضی ای گواه ** حبس باشی ده شهادت از پگاه
- Ey şahit niceye bir kadı’nın dehlizinde hapis olacaksın? O şahadeti ver de kurtul!
- چند در دهلیز قاضی ای گواه ** حبس باشی ده شهادت از بگاه
- Seni buraya şunun için çağırdılar ki inat etmiyesin, o şahadette bulunasın.
- زان بخواندندت بدینجا تا که تو ** آن گواهی بدهی و ناری عتو
- Halbuki sen, inadından şu daracık yerde oturmuş, elini bağlamış, dudağını yummuşsun.
- از لجاج خویشتن بنشستهای ** اندرین تنگی کف و لب بستهای
- Ey tanık, sen bu şahadette bulunmadıkça şu dehlizden nasıl kurtulabilirsin? 180
- تا بندهی آن گواهی ای شهید ** تو ازین دهلیز کی خواهی رهید
- İş bir anda biter, yap, bitir. Kısa işi kendine uzatma.
- یک زمان کارست بگزار و بتاز ** کار کوته را مکن بر خود دراز
- İster yüzyılda ister bir anda olsun; şu emaneti ver de kurtul!
- خواه در صد سال خواهی یک زمان ** این امانت واگزار و وا رهان
- Dışta olan namaz, oruç ve sair ibadetler, içteki nura tanıktır.
- بیان آنک نماز و روزه و همه چیزهای برونی گواهیهاست بر نور اندرونی
- Bu namaz, oruç ve savaş da inanışa tanıktır.
- این نماز و روزه و حج و جهاد ** هم گواهی دادنست از اعتقاد
- Bu zekat, hediye, bu hasedi bırakma da kendi sırrından haber vermedir.
- این زکات و هدیه و ترک حسد ** هم گواهی دادنست از سر خود
- İhsanda bulunmak doyurmak, konuk davet etmek, ey ulular, biz sizinleyiz, size doğru bir özle inandık demektir. 185
- خوان و مهمانی پی اظهار راست ** کای مهان ما با شما گشتیم راست
- Hediyeler armağanlar, sunulan şeyler, ben seninleyim; seni seviyorum diye tanıklıktan ibarettir.
- هدیهها و ارمغان و پیشکش ** شد گواه آنک هستم با تو خوش
- Kimi bir mal veya afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? İçimde bir gevherim var demektir;
- هر کسی کوشد به مالی یا فسون ** چیست دارم گوهری در اندرون
- Allah’dan çekinmemden, yahut cömertliğimden bir gevherim var ki bu zekatla oruç ikisine de şahittir.
- گوهری دارم ز تقوی یا سخا ** این زکات و روزه در هر دو گوا
- Oruç der ki: Bu helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkan yok.
- روزه گوید کرد تقوی از حلال ** در حرامش دان که نبود اتصال
- Zekat der ki: Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde aynı yolda olandan nasıl çalar? 190
- وان زکاتش گفت کو از مال خویش ** میدهد پس چون بدزدد ز اهل کیش
- Fakat bu işleri riya ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Allah’nın adalet mahkemesine kabul edilmez.
- گر بطراری کند پس دو گواه ** جرح شد در محکمهی عدل اله
- Avcı tane saçar ama acımasından değil, avlanmak için.
- هست صیاد ار کند دانه نثار ** نه ز رحم و جود بل بهر شکار
- Kedi de oruç ayında oruç tutar ama kendisini av avlamak için uyur gösterir.
- هست گربهی روزهدار اندر صیام ** خفته کرده خویش بهر صید خام
- Bu eğrilikten yüzlerce kavim, kötü sanılmıştır. Bu kötü kişi, cömert kişilerle oruç tutanların adını da kötüye çıkarmıştır.
- کرده بدظن زین کژی صد قوم را ** کرده بدنام اهل جود و صوم را
- Fakat Allah’nın lütuf ve ihsanı, o eğri işlerle bulunmakla beraber nihayet onu, hepsinden de arıtır. 195
- فضل حق با این که او کژ میتند ** عاقبت زین جمله پاکش میکند
- Rahmeti o kötülüğü aşmış, ayın on dördüne bile vermediği ışığı vermiştir.
- سبق برده رحمتش وان غدر را ** داده نوری که نباشد بدر را
- Allah onun çalışmasını bu kötülükle karışmadan yıkar; rahmeti, onu bu hatadan arıtır.
- کوششش را شسته حق زین اختلاط ** غسل داده رحمت او را زین خباط
- Bu suretle de Allah’nın yarlıgayıcılığı meydana çıkar; bu miğfer, kulun kelliğini örter.
- تا که غفاری او ظاهر شود ** مغفری کلیش را غافر شود
- Yağmur pis şeyleri arıtmak için gökten yağar.
- آب بهر این ببارید از سماک ** تا پلیدان را کند از خبث پاک
- Suyun bütün pislikleri temizlemesi, ulu Allah’nın da suyu pislikten arıtması, hasılı ulu Allah’nın kötülüklerden arı, noksanlardan münezzeh oluşu
- پاک کردن آب همه پلیدیها را و باز پاک کردن خدای تعالی آب را از پلیدی لاجرم قدوس آمد حق تعالی
- Su durdu mu pislenir. Pislenince de duygu ondan iğrenir, onu istemez. 200
- آب چون پیگار کرد و شد نجس ** تا چنان شد که آب را رد کرد حس
- Allah yine onu doğruluk denizine götürür. O suların suyu kereminden onu yıkar, arıtır.
- حق ببردش باز در بحر صواب ** تا به شستش از کرم آن آب آب
- Ertesi yıl eteğini sürüyerek gelir. Hey, neredesin? Dense “Hoşlar denizindeyim.
- سال دیگر آمد او دامنکشان ** هی کجا بودی به دریای خوشان
- Ben burada pislendim, gittim. Temiz geldim. Elbiseler giyindim, toprağa ulaştım.
- من نجس زینجا شدم پاک آمدم ** بستدم خلعت سوی خاک آمدم
- Ey kirliler, pisler, bana gelin. Çünkü, ben Allah huyu ile huylandım.
- هین بیایید ای پلیدان سوی من ** که گرفت از خوی یزدان خوی من
- Bütün kirliliğinizi kabul ederim, melek gibi, şeytana bile temizlik bağışlarım. 205
- در پذیرم جملهی زشتیت را ** چون ملک پاکی دهم عفریت را
- Pislenince yine oraya giderim, temizliklerin aslının aslına varırım.
- چون شوم آلوده باز آنجا روم ** سوی اصل اصل پاکیها رو
- Kirli hırkamı orada başımdan çıkarırım, o, yine bana temiz bir elbise verir.
- دلق چرکین بر کنم آنجا ز سر ** خلعت پاکم دهد بار دگر
- Onun işi budur, benim işim de bu. Alemlerin Rabbi, alemi bezer süsler” der.
- کار او اینست و کار من همین ** عالمآرایست رب العالمین
- Bizim bu pisliklerimiz olmasaydı suya bu icazetname nereden verilirdi?
- گر نبودی این پلیدیهای ما ** کی بدی این بارنامه آب را
- Su, birisinden altın keseleri çalmış, nerede bir müflis diye her tarafa koşan birine benzer. 210
- کیسههای زر بدزدید از کسی ** میرود هر سو که هین کو مفلسی
- Yahut bitmiş otlara dökülür; yahut bir yüzü yunmamışın yüzünü yıkar.
- یا بریزد بر گیاه رستهای ** یا بشوید روی رو ناشستهای
- Yahut da denizlerde elsiz ayaksız gemiyi hamal gibi başında taşır.
- یا بگیرد بر سر او حمالوار ** کشتی بیدست و پا را در بحار
- Onda yüz binlerce ilaç gizli. Çünkü her ilaç olduğu gibi ondan yetişir gelişir.
- صد هزاران دارو اندر وی نهان ** زانک هر دارو بروید زو چنان
- Her incinin canı, her tanenin gönlü, bir eczane gibi olan suda yürür durur.
- جان هر دری دل هر دانهای ** میرود در جو چو داروخانهای
- Yeryüzü yetimlerini o besler, kuruyup kalmış kişileri o yürütür. 215
- زو یتیمان زمین را پرورش ** بستگان خشک را از وی روش
- Fakat mayası bitti mi bunalır, yeryüzünde bizim gibi şaşırır kalır.
- چون نماند مایهاش تیره شود ** همچو ما اندر زمین خیره شود
- Suyun bulandıktan sonra ulu Allah’dan yardım dilemesi
- استعانت آب از حق جل جلاله بعد از تیره شدن
- İçten feryada başlar; Yarabbi, bana ne verdiysen verdim, yoksul kaldım.
- ناله از باطن برآرد کای خدا ** آنچ دادی دادم و ماندم گدا
- Sermayemi temize pise döktüm sarf ettim. Ey sermaye veren, daha yok mu?
- ریختم سرمایه بر پاک و پلید ** ای شه سرمایهده هل من مزید
- Allah buluta onu iyi bir yere götür der. Güneşe de ey güneş der onu yukarıya çek!
- ابر را گوید ببر جای خوشش ** هم تو خورشیدا به بالا بر کشش
- Onu türlü türlü yollara sürer, nihayet ucu bucağı olmayan denize ulaştırır. 220
- راههای مختلف میراندش ** تا رساند سوی بحر بیحدش