- Üstünde, evinde, çaldığı şeyler çıkmış, okuduğu masal dinlenmez olmuş.
- رخت دزدی بر تن و در خانهاش ** گشته پیدا گم شده افسانهاش
- Cehennem zindanına doğru yürümeye koyulur. Çünkü ateşten kaçmasına imkan yok.
- پس روان گردد به زندان سعیر ** که نباشد خار را ز آتش گزیر
- Melekler de memurlar gibi önüne ardına düşerler. Evvelce gizliydiler şimdi asesler gibi meydana çıkarlar. 1815
- چون موکل آن ملایک پیش و پس ** بوده پنهان گشته پیدا چون عسس
- Onu, yürü ey köpek, samanlığına gir diye sürerler, ellerindeki mızraklarla dürterler.
- میبرندش میسپوزندش به نیش ** که برو ای سگ به کهدانهای خویش
- O, her yol basında ayağını sürür, belki o kuyudan kurtulurum ümidine düşer.
- میکشد پا بر سر هر راه او ** تا بود که بر جهد زان چاه او
- Bekleyerek durur, susar, bir ümide kapılıp yüzünü geriye çevirir.
- منتظر میایستد تن میزند ** در امیدی روی وا پس میکند
- Güz yağmurları gibi gözyaşı döker, ümidi kurumuştur, ondan başka elinden ne gelir?
- اشک میبارد چون باران خزان ** خشک اومیدی چه دارد او جز آن
- Her an yüzünü geriye çevirir, Tanrı’nın mukaddes tapısına yönelir. 1820
- هر زمانی روی وا پس میکند ** رو به درگاه مقدس میکند
- Derken Tanrı’dan “Ey nur ülkesinin melekleri, ona ey iyi huylardan çırılçıplak tembel” deyin.
- پس ز حق امر آید از اقلیم نور ** که بگوییدش کای بطال عور
- Ey şer madeni, ne bekliyorsun? A şaşkın neden yüzünü geriye çeviriyorsun?
- انتظار چیستی ای کان شر ** رو چه وا پس میکنی ای خیرهسر
- İşte defterin, eline gelen defter a Tanrı inciten a Şeytana tapan!
- نامهات آنست کت آمد به دست ** ای خدا آزار و ای شیطانپرست
- Yaptığın şeylerin yazılı olduğu defteri gördün ya. Ne bakıyorsun Artık, yaptığının cezasını gör.
- چون بدیدی نامهی کردار خویش ** چه نگری پس بین جزای کار خویش
- Beyhude yere emekleyip duruyorsun? Böyle bir kuyuda aydınlık ümidi nerede? 1825
- بیهده چه مول مولی میزنی ** در چنین چه کو امید روشنی
- Ne görünüşte bir ibadetin var, ne içinde gizli bir iyilik niyeti.
- نه ترا از روی ظاهر طاعتی ** نه ترا در سر و باطن نیتی
- Ne geceleri münacatta bulundun, namaz kıldın; ne gündüzleri haramdan çekindin oruç tuttun!
- نه ترا شبها مناجات و قیام ** نه ترا در روز پرهیز و صیام
- Ne kimseyi incitmemek için dilini tuttun, ne ibretle önüne ardına baktın.
- نه ترا حفظ زبان ز آزار کس ** نه نظر کردن به عبرت پیش و پس
- Önünde ölüm anlayışı ile can çekişmeden, ardında dostlarının ölümünden başka ne var ki?
- پیش چه بود یاد مرگ و نزع خویش ** پس چه باشد مردن یاران ز پیش
- Ne zulmünle yana yakıla coşarak bir tövbe ettin, ne ağlayıp sızlandın ey buğday gösterip arpa satan adı adam! 1830
- نه ترا بر ظلم توبهی پر خروش ** ای دغا گندمنمای جوفروش
- Terazin eğriydi azgındı. Artık mükafat terazisinin doğru olmasını neye beklersin?
- چون ترازوی تو کژ بود و دغا ** راست چون جویی ترازوی جزا
- Hıyanette eksik tartmada adeta sol ayak kesilmiştin, nasıl olur da terazin sağ yanından gelir?
- چونک پای چپ بدی در غدر و کاست ** نامه چون آید ترا در دست راست
- A boyu bükülmüş, mükafat ve mücazat, gölge gibidir, elbet gölgen de önüne iki büküm düşecek.
- چون جزا سایهست ای قد تو خم ** سایهی تو کژ فتد در پیش هم
- Tanrıdan bu çeşit sert hitaplar gelir. Öyle ki bu sözleri dağ duysa kamburlaşır.
- زین قبل آید خطابات درشت ** که شود که را از آن هم کوز پشت
- Kul der ki: Yarabbi, buyurduklarının yüz misli kötüyüm, yüz misli kötüyüm, yüz misli kötü. 1835
- بنده گوید آنچ فرمودی بیان ** صد چنانم صد چنانم صد چنان
- Sen kötülüklerimi ilminle örttün, yoksa yaptığım fenalıkları bilirsin.
- خود تو پوشیدی بترها را به حلم ** ورنه میدانی فضیحتها به علم
- Fakat kendi savaşımı, hayır ve şerden öte olan işlerimi, küfrümü, yolumu yordamı mı,
- لیک بیرون از جهاد و فعل خویش ** از ورای خیر و شر و کفر و کیش
- Aczimle sana yalvarışımı, benim, yahut benim gibi yüzlerce kulun hayalini bir yana bırakalım.
- وز نیاز عاجزانهی خویشتن ** وز خیال و وهم من یا صد چو من
- Ancak senin lütfuna ümit bağladım. Benim doğru oluşum, yahut inatçılığım söyle dursun.
- بودم اومیدی به محض لطف تو ** از ورای راست باشی یا عتو
- Ey garezsiz kerem sahibi, karşılıksız olan lütfuna, ihsanına ümit bağlamışım. 1840
- بخشش محضی ز لطف بیعوض ** بودم اومید ای کریم بیعوض
- Onun için kendi isime bakmıyorum, geri dönüp senin kayıtsız şartsız keremine bakıyorum.
- رو سپس کردم بدان محض کرم ** سوی فعل خویشتن میننگرم
- O ümitle yüzümü geri çevirdim. Ben yokken varlığımı sen verdin.
- سوی آن اومید کردم روی خویش ** که وجودم دادهای از پیش بیش
- Bedavaca bana varlık elbisesi bağışladın. Ben daima buna güveniyordum.
- خلعت هستی بدادی رایگان ** من همیشه معتمد بودم بر آن
- Kul kendi suçunu ihsanını sayınca Tanrı ihsanı ile Tanrı bağışlaması gelip yetişir.
- چون شمارد جرم خود را و خطا ** محض بخشایش در آید در عطا
- Der ki: Ey melekler, onu tekrar bana getirin, çünkü gönül gözü rica ve niyazda. 1845
- کای ملایک باز آریدش به ما ** که بدستش چشم دل سوی رجا
- Ben de aldırmayayım da onu azat edeyim, o hatalara bir kalem çekivereyim.
- لاابالی وار آزادش کنیم ** وآن خطاها را همه خط بر زنیم
- Bir şeye aldırmamak, birinin iyiliğinden, kötülüğünden kendisine ziyan gelmeyen kişiye mübahtır.
- لا ابالی مر کسی را شد مباح ** کش زیان نبود ز غدر و از صلاح
- Keremimizden hös bir ateş yakalım da az çok, hiçbir suçu kusuru kalmasın.
- آتشی خوش بر فروزیم از کرم ** تا نماند جرم و زلت بیش و کم
- Öyle bir ateş yakalım ki yalımındaki değersiz kıvılcım bile suçu da yaksın, cebri de, ihtiyari da.
- آتشی کز شعلهاش کمتر شرار ** میبسوزد جرم و جبر و اختیار
- İnsan ağırlıklarının bulunduğu yere bir yalım salalım da dikeni ruhani bir gül bahçesi haline getirelim. 1850
- شعله در بنگاه انسانی زنیم ** خار را گلزار روحانی کنیم
- Biz dokuzuncu kat gökten “Sizin isinizi düzeltir” kimyasını gönderdik.
- ما فرستادیم از چرخ نهم ** کیمیا یصلح لکم اعمالکم
- Artık o ebedi ve daimi nur karşısında insanlar babasının debdebesi ve ihtiyarı nedir ki?
- خود چه باشد پیش نور مستقر ** کر و فر اختیار بوالبشر
- Onun söyleyen dili, bir et parçası, gören gözü bir et lokması.
- گوشتپاره آلت گویای او ** پیهپاره منظر بینای او
- Duyan kulağı, iki parça kemikten, anlayan kalbi iki kahra kanan ibaret.
- مسمع او آن دو پاره استخوان ** مدرکش دو قطره خون یعنی جنان
- Sen pisliklerle dopdolu bir kurtcağızsın. Fakat cihana bir gürültü saldın. 1855
- کرمکی و از قذر آکندهای ** طمطراقی در جهان افکندهای
- Meniden yaratıldın, benliği bırak. Ey Eyaz, çarığı hatırla.
- از منی بودی منی را واگذار ** ای ایاز آن پوستین را یاد دار
- Eyaz'ın çarık ve postunu koyduğu bir odası vardı. Kapısı sağlam ve kilitli olduğu için kapı yoldaşları, orada bir define var sanırlardı.
- قصهی ایاز و حجره داشتن او جهت چارق و پوستین و گمان آمدن خواجه تاشانس را کی او را در آن حجره دفینه است به سبب محکمی در و گرانی قفل
- Eyaz, pek akıllı, fikirli olduğundan postu ile çarığını bir odaya asmıştı.
- آن ایاز از زیرکی انگیخته ** پوستین و چارقش آویخته
- Her gün o boş odaya gider, kendi kendisine Ululanma derdi, işte çağırın şu.
- میرود هر روز در حجرهی خلا ** چارقت اینست منگر درعلا
- Padişaha onun bir odası var dediler, oraya biriktirdiği altınları, gümüşleri altın küplerini koymuş.
- شاه را گفتند او را حجرهایست ** اندر آنجا زر و سیم و خمرهایست
- Kimseyi oraya sokmuyor. Daima kapısını kapalı tutuyor. 1860
- راه میندهد کسی را اندرو ** بسته میدارد همیشه آن در او
- Padişah dedi ki: Tuhaf şey. O kölenin bizden gizlediği nedir ki acaba?
- شاه فرمود ای عجب آن بنده را ** چیست خود پنهان و پوشیده ز ما
- Bir beye, Oraya git, gece yarısı kapıyı aç, odaya gir.
- پس اشارت کرد میری را که رو ** نیمشب بگشای و اندر حجره شو