- Terazin eğriydi azgındı. Artık mükafat terazisinin doğru olmasını neye beklersin?
- چون ترازوی تو کژ بود و دغا ** راست چون جویی ترازوی جزا
- Hıyanette eksik tartmada adeta sol ayak kesilmiştin, nasıl olur da terazin sağ yanından gelir?
- چونک پای چپ بدی در غدر و کاست ** نامه چون آید ترا در دست راست
- A boyu bükülmüş, mükafat ve mücazat, gölge gibidir, elbet gölgen de önüne iki büküm düşecek.
- چون جزا سایهست ای قد تو خم ** سایهی تو کژ فتد در پیش هم
- Tanrıdan bu çeşit sert hitaplar gelir. Öyle ki bu sözleri dağ duysa kamburlaşır.
- زین قبل آید خطابات درشت ** که شود که را از آن هم کوز پشت
- Kul der ki: Yarabbi, buyurduklarının yüz misli kötüyüm, yüz misli kötüyüm, yüz misli kötü. 1835
- بنده گوید آنچ فرمودی بیان ** صد چنانم صد چنانم صد چنان
- Sen kötülüklerimi ilminle örttün, yoksa yaptığım fenalıkları bilirsin.
- خود تو پوشیدی بترها را به حلم ** ورنه میدانی فضیحتها به علم
- Fakat kendi savaşımı, hayır ve şerden öte olan işlerimi, küfrümü, yolumu yordamı mı,
- لیک بیرون از جهاد و فعل خویش ** از ورای خیر و شر و کفر و کیش
- Aczimle sana yalvarışımı, benim, yahut benim gibi yüzlerce kulun hayalini bir yana bırakalım.
- وز نیاز عاجزانهی خویشتن ** وز خیال و وهم من یا صد چو من
- Ancak senin lütfuna ümit bağladım. Benim doğru oluşum, yahut inatçılığım söyle dursun.
- بودم اومیدی به محض لطف تو ** از ورای راست باشی یا عتو
- Ey garezsiz kerem sahibi, karşılıksız olan lütfuna, ihsanına ümit bağlamışım. 1840
- بخشش محضی ز لطف بیعوض ** بودم اومید ای کریم بیعوض
- Onun için kendi isime bakmıyorum, geri dönüp senin kayıtsız şartsız keremine bakıyorum.
- رو سپس کردم بدان محض کرم ** سوی فعل خویشتن میننگرم
- O ümitle yüzümü geri çevirdim. Ben yokken varlığımı sen verdin.
- سوی آن اومید کردم روی خویش ** که وجودم دادهای از پیش بیش
- Bedavaca bana varlık elbisesi bağışladın. Ben daima buna güveniyordum.
- خلعت هستی بدادی رایگان ** من همیشه معتمد بودم بر آن
- Kul kendi suçunu ihsanını sayınca Tanrı ihsanı ile Tanrı bağışlaması gelip yetişir.
- چون شمارد جرم خود را و خطا ** محض بخشایش در آید در عطا
- Der ki: Ey melekler, onu tekrar bana getirin, çünkü gönül gözü rica ve niyazda. 1845
- کای ملایک باز آریدش به ما ** که بدستش چشم دل سوی رجا
- Ben de aldırmayayım da onu azat edeyim, o hatalara bir kalem çekivereyim.
- لاابالی وار آزادش کنیم ** وآن خطاها را همه خط بر زنیم
- Bir şeye aldırmamak, birinin iyiliğinden, kötülüğünden kendisine ziyan gelmeyen kişiye mübahtır.
- لا ابالی مر کسی را شد مباح ** کش زیان نبود ز غدر و از صلاح
- Keremimizden hös bir ateş yakalım da az çok, hiçbir suçu kusuru kalmasın.
- آتشی خوش بر فروزیم از کرم ** تا نماند جرم و زلت بیش و کم
- Öyle bir ateş yakalım ki yalımındaki değersiz kıvılcım bile suçu da yaksın, cebri de, ihtiyari da.
- آتشی کز شعلهاش کمتر شرار ** میبسوزد جرم و جبر و اختیار
- İnsan ağırlıklarının bulunduğu yere bir yalım salalım da dikeni ruhani bir gül bahçesi haline getirelim. 1850
- شعله در بنگاه انسانی زنیم ** خار را گلزار روحانی کنیم
- Biz dokuzuncu kat gökten “Sizin isinizi düzeltir” kimyasını gönderdik.
- ما فرستادیم از چرخ نهم ** کیمیا یصلح لکم اعمالکم
- Artık o ebedi ve daimi nur karşısında insanlar babasının debdebesi ve ihtiyarı nedir ki?
- خود چه باشد پیش نور مستقر ** کر و فر اختیار بوالبشر
- Onun söyleyen dili, bir et parçası, gören gözü bir et lokması.
- گوشتپاره آلت گویای او ** پیهپاره منظر بینای او
- Duyan kulağı, iki parça kemikten, anlayan kalbi iki kahra kanan ibaret.
- مسمع او آن دو پاره استخوان ** مدرکش دو قطره خون یعنی جنان
- Sen pisliklerle dopdolu bir kurtcağızsın. Fakat cihana bir gürültü saldın. 1855
- کرمکی و از قذر آکندهای ** طمطراقی در جهان افکندهای
- Meniden yaratıldın, benliği bırak. Ey Eyaz, çarığı hatırla.
- از منی بودی منی را واگذار ** ای ایاز آن پوستین را یاد دار
- Eyaz'ın çarık ve postunu koyduğu bir odası vardı. Kapısı sağlam ve kilitli olduğu için kapı yoldaşları, orada bir define var sanırlardı.
- قصهی ایاز و حجره داشتن او جهت چارق و پوستین و گمان آمدن خواجه تاشانس را کی او را در آن حجره دفینه است به سبب محکمی در و گرانی قفل
- Eyaz, pek akıllı, fikirli olduğundan postu ile çarığını bir odaya asmıştı.
- آن ایاز از زیرکی انگیخته ** پوستین و چارقش آویخته
- Her gün o boş odaya gider, kendi kendisine Ululanma derdi, işte çağırın şu.
- میرود هر روز در حجرهی خلا ** چارقت اینست منگر درعلا
- Padişaha onun bir odası var dediler, oraya biriktirdiği altınları, gümüşleri altın küplerini koymuş.
- شاه را گفتند او را حجرهایست ** اندر آنجا زر و سیم و خمرهایست
- Kimseyi oraya sokmuyor. Daima kapısını kapalı tutuyor. 1860
- راه میندهد کسی را اندرو ** بسته میدارد همیشه آن در او
- Padişah dedi ki: Tuhaf şey. O kölenin bizden gizlediği nedir ki acaba?
- شاه فرمود ای عجب آن بنده را ** چیست خود پنهان و پوشیده ز ما
- Bir beye, Oraya git, gece yarısı kapıyı aç, odaya gir.
- پس اشارت کرد میری را که رو ** نیمشب بگشای و اندر حجره شو
- Ne bulursan yağma et, sırrını da kapı yoldaşlarına aç.
- هر چه یابی مر ترا یغماش کن ** سر او را بر ندیمان فاش کن
- Bizden bu kadar ikramlar gördüğü, sayısız lütuflarımıza nail olduğu halde hasisliğinden altın gümüş biriktiriyor ha!
- با چنین اکرام و لطف بیعدد ** از لیمی سیم و زر پنهان کند
- Vefa gösterme de seviyorum demede, coşup köpürmede. Hey gidi buğday gösterip arpa satan hey! 1865
- مینماید او وفا و عشق و جوش ** وانگه او گندمنمای جوفروش
- Sevgide dirilik bulana kulluktan başka her şey haramdır, dedi.
- هر که اندر عشق یابد زندگی ** کفر باشد پیش او جز بندگی
- Gece yarısı o bey, otuz tane güvenilir adamla Eyaz’ın odasını açmaya gitti.
- نیمشب آن میر با سی معتمد ** در گشاد حجرهی او رای زد
- Bunca yiğit meşaleler yakmışlar, sevinerek odaya gidiyorlar.
- مشعله بر کرده چندین پهلوان ** جانب حجره روانه شادمان
- Padişahın emri bu. Odayı açacak, altın torbalarını alacağız diyorlardı.
- که امر سلطانست بر حجره زنیم ** هر یکی همیان زر در کش کنیم
- Onların birisi hey gidi hey diyordu, altın da nedir? Akik, lâl ve inciden haber ver. 1870
- آن یکی میگفت هی چه جای زر ** از عقیق و لعل گوی و از گهر
- Çünkü Padişah mahzeninin en has kulu o. Hatta bu güz o padişaha can mesabesinde.
- خاص خاص مخزن سلطان ویست ** بلک اکنون شاه را خود جان ویست
- Böyle bir sevgiye karsı yakutun, lâl-in akikin sözü mü olur?
- چه محل دارد به پیش این عشیق ** لعل و یاقوت و زمرد یا عقیق
- Padişahın ondan şüphesi yoktu. Sınama için bir latifeye girişmişti.
- شاه را بر وی نبودی بد گمان ** تسخری میکرد بهر امتحان
- Onu her türlü gıllugıştan temiz biliyordu. Fakat yine de vehmimden gönlü titriyordu.
- پاک میدانستش از هر غش و غل ** باز از وهمش همیلرزید دل
- Allah esirgesin diyordu, ya böyle bir şey çıkarda bundan incinirse. Utanmasını hiç istemem. 1875
- که مبادا کین بود خسته شود ** من نخواهم که برو خجلت رود
- Bunu yapmamıştır ya, yapsa bile pekala yapmış. O benim sevgilim, ne dilerse yapsın!
- این نکردست او و گر کرد او رواست ** هر چه خواهد گو بکن محبوب ماست
- Sevgilimin yaptığını ben yaptım demektir. Ben perdeyim ama hakikatte o benden ibarettir, ben de oyum.
- هر چه محبوبم کند من کردهام ** او منم من او چه گر در پردهام
- Sonra Ondan diyordu, bu çeşit huylar ne kadar uzak. Bu saçma bir söz beyhude bir hayal.
- باز گفتی دور از آن خو و خصال ** این چنین تخلیط ژاژست و خیال
- Eyaz’ın böyle bir şey yapmasına imkan yok. Çünkü o bir deniz ki dibini görmenin imkanı bulunmaz.
- از ایاز این خود محالست و بعید ** کو یکی دریاست قعرش ناپدید
- Yedi deniz de o denizin bir katresi. Bütün varlık onun dalgasından bir damla. 1880
- هفت دریا اندرو یک قطرهای ** جملهی هستی ز موجش چکرهای