English    Türkçe    فارسی   

5
1862-1911

  • Bir beye, Oraya git, gece yarısı kapıyı aç, odaya gir.
  • Ne bulursan yağma et, sırrını da kapı yoldaşlarına aç.
  • Bizden bu kadar ikramlar gördüğü, sayısız lütuflarımıza nail olduğu halde hasisliğinden altın gümüş biriktiriyor ha!
  • Vefa gösterme de seviyorum demede, coşup köpürmede. Hey gidi buğday gösterip arpa satan hey! 1865
  • Sevgide dirilik bulana kulluktan başka her şey haramdır, dedi.
  • Gece yarısı o bey, otuz tane güvenilir adamla Eyaz’ın odasını açmaya gitti.
  • Bunca yiğit meşaleler yakmışlar, sevinerek odaya gidiyorlar.
  • Padişahın emri bu. Odayı açacak, altın torbalarını alacağız diyorlardı.
  • Onların birisi hey gidi hey diyordu, altın da nedir? Akik, lâl ve inciden haber ver. 1870
  • Çünkü Padişah mahzeninin en has kulu o. Hatta bu güz o padişaha can mesabesinde.
  • Böyle bir sevgiye karsı yakutun, lâl-in akikin sözü mü olur?
  • Padişahın ondan şüphesi yoktu. Sınama için bir latifeye girişmişti.
  • Onu her türlü gıllugıştan temiz biliyordu. Fakat yine de vehmimden gönlü titriyordu.
  • Allah esirgesin diyordu, ya böyle bir şey çıkarda bundan incinirse. Utanmasını hiç istemem. 1875
  • Bunu yapmamıştır ya, yapsa bile pekala yapmış. O benim sevgilim, ne dilerse yapsın!
  • Sevgilimin yaptığını ben yaptım demektir. Ben perdeyim ama hakikatte o benden ibarettir, ben de oyum.
  • Sonra Ondan diyordu, bu çeşit huylar ne kadar uzak. Bu saçma bir söz beyhude bir hayal.
  • Eyaz’ın böyle bir şey yapmasına imkan yok. Çünkü o bir deniz ki dibini görmenin imkanı bulunmaz.
  • Yedi deniz de o denizin bir katresi. Bütün varlık onun dalgasından bir damla. 1880
  • Bütün temizlikleri o denizden elde ederler. Katreleri teker,teker birer sırça yapan sanatkar.
  • O padişahlar padişahı, hatta padişahlar meydana getiren o. Yalnız kötü göz deymesin diye adı Eyaz olmuş.
  • Kötü göz söyle dursun, iyi gözler bile onu nazarlar. Çünkü güzelliğinin haddi yok, elbette kıskanacaklar.
  • Gökler kadar geniş bir ağız isterim ki o meleklerin bile kıskandıkları güzeli öveyim.
  • Hatta bu çeşit bir ağza sahip olsam, yahut bunun yüz misli geniş bir ağız elde etsem yine de feryadı figan o ağıza sığamaz. 1885
  • Fakat ey dayandığım dost, bu kadar da söylemesem gönül sırçası, zayıflığından çatlayacak.
  • Gönül sırçasını pek nazik gördüm de biraz teskin edebilmek için nice cüppeler yırttım.
  • Güzelim; ben her ay başı mutlaka üç gün deli olurum.
  • Kendine gel bu gün o üç günün ilki. Bu gün zafer günü; firuze günü değil.
  • Padişahın derdine düşen her gönle anbean ay başı var. 1890
  • Deli oldum da Mahmut’un hikayesiyle Eyaz’ın vasıflarını söyleyemedim kaldı gitti işte.
  • Söylenenler, hikayenin suretinden ibarettir, sureti anlayabileceklerin anlayışına, onların tasavvur aynalarına göre söylenmiştir. Bu hikayenin haki katındaki mukaddesliğe iner de söylemeye kalkışırsam utancımdan baş da kaybolur, sakal da, kalem de. Akıllı olana bir işaret yeter.
  • Çünkü filim rüyada Hindistan’ı gördü. Köy harab oldu, haraçtan ümidini kes.
  • Aklım fikrim zayi olduktan sonra nasıl nazım düzebilir, kafiyeye riayet edebilirim?
  • Dertlerle deliliğim bir değil ki. Bende delilik içinde delilik var, delilik içinde delilik.
  • Yoklukta varlığı göreli bedenim gizli işaretlerden eridi bitti. 1895
  • Ey Eyaz aşkınla kıla döndüm, hikayeyi söylemeden kaldım, Artık sen benim hikayemi söyle.
  • Ben aşkla senin hikayeni çok söyledim. Artık ben hikayeye döndüm, sen benim hikayemi oku.
  • Ey uyduğum zat, zaten okursun, ben okuyamam. Ben Tur dağına benzerim, sen Musa’sın bu da ses.
  • Biçare dağ söz nedir, ne bilsin? Dağ, bomboştur, sözü Musa bilir.
  • Dağ, bilse bilse kadrince bilir. Beden ruh letafetinden çok az bir şeye maliktir. 1900
  • Ten, hesaplarsan usturlaba benzer, güneşe benzeyen ruhun bir delilidir.
  • Gözü iyi görmeyen müneccimin usturlaba müracaatı zaruridir.
  • Güneşi usturlapla hesaplaması lazımdır ki güneşin nerede bulunduğundan bir koku alsın.
  • Doğruyu usturlapla arayan can, gökyüzünü ve güneşi ne kadar bilebilir?
  • Sen göz usturlabı ile bakıp gördükçe alemi pek dar görürüsün. 1905
  • Sen alemi gözünün alabildiği kadar görebilirsin. Halbuki alem nerede, sen neredesin? Neye bıyığını buruyorsun ya?
  • Ariflerin bir sürmesi vardır, onu ara da dereye benzeyen su gözün deniz kesilsin.
  • Zerrece aklım fikrim varsa bu ne sevdadır, bu ne dağınık söz?
  • Aklım, fikrim başımda yoksa benim bunda ne günahım var?
  • Benim günahım yok ama aklimi alan sevgilinin de günahı yok. Bütün akılların aklı onun huzurunda ölüp gitmede. 1910
  • Ey akıllara fitne salan, onları hayran eden, akılların senden başka sığınacağı yer yok.