Tekrar burası boş olamaz. Bu çarık, işi gizlemek için konmuş. 2070
باز گفتند این مکان بینوش نیست ** چارق اینجا جز پی روپوش نیست
Keskin kazmalar getirelim de yeri kazalım dediler.
هین بیاور سیخهای تیز را ** امتحان کن حفره و کاریز را
Her tarafı kazdılar estiler. Delikler açtılar, derin,derin çukurlar kazdılar.
هر طرف کندند و جستند آن فریق ** حفرهها کردند و گوهای عمیق
Çukurları kazarlarken o çukurlar, onlara, a kazıcılar, bizde bir şey yok diyordu.
حفرههاشان بانگ میداد آن زمان ** کندههای خالییم ای کندگان
Nihayet bir şey bulamayınca bu zandan utandılar, çukurları doldurmaya koyuldular.
زان سگالش شرم هم میداشتند ** کندهها را باز میانباشتند
Her biri sayısız Lahavle okumaktaydı. Tamah kuşları gıdasız kalmıştı. 2075
بیعدد لا حول در هر سینهای ** مانده مرغ حرصشان بیچینهای
Duvarın, kapının yarıkları, delikleri, onların o beyhude sapıklığına şahitti.
زان ضلالتهای یاوهتازشان ** حفرهی دیوار و در غمازشان
Sanki duvar değildi, inkar edememeleri için Eyaz’ın huzurunda onlar aleyhinde birer tanıktı.
ممکن اندای آن دیوار نی ** با ایاز امکان هیچ انکار نی
Suçsuz birisine bir töhmet atıldı mı duvar ve ören tanıklık verir.
گر خداع بیگناهی میدهند ** حایط و عرصه گواهی میدهند
Hasılı üstleri, basları tozla toprakla dolu, yüzleri sapsarı utanmış bir halde Padişahın huzuruna vardılar.
باز میگشتند سوی شهریار ** پر ز گرد و روی زرد و شرمسار
Kovucuların, Eyaz'ın odasından torbaları boş, utanmış olarak Padişahın huzuruna gelmeleri, Nitekim "O gün bir gündür ki yüzler ağarır o gün, yüzler kararır" ve "Tanrıya yalan isnad edenleri görürsün ki yüzleri kapkara olmuş" ayetleri hükmünce peygamberlerin kötülükten ari ve tertemiz oldukları anlaşılınca onlar hakkında kötü düşüncelere saplananlar da utanırlar.
بازگشتن نمامان از حجرهی ایاز به سوی شاه توبره تهی و خجل همچون بدگمانان در حق انبیا علیهمالسلام بر وقت ظهور برائت و پاکی ایشان کی یوم تبیض وجوه و تسود وجوه و قوله تری الذین کذبوا علی الله وجوههم مسودة
Padişah mahsustan fikrini gizleyerek onlara “Hayrola koltuklarınızda ne altın var, ne torba. 2080
شاه قاصد گفت هین احوال چیست ** که بغلتان از زر و همیان تهیست
Paralarla ağır kumaşları gizlediyseniz yüzünüzdeki neşe nerede? dedi.
ور نهان کردید دینار و تسو ** فر شادی در رخ و رخسار کو
Kök, gizlice ürer, kök verir ama “Eseri, yüzlerinde görünür” yaprağı yemyeşildir.
Yücelmiş dal, o kökün zehirden, şekerden ne yediyse, yediklerini bağıra,bağıra ilan eder.
آنچ خورد آن بیخ از زهر و ز قند ** نک منادی میکند شاخ بلند
Kökte bir maya bir sermaye yoksa daldaki bu yeşil yapraklar nedir?
بیخ اگر بیبرگ و از مایه تهیست ** برگهای سبز اندر شاخ چیست
Toprak, kökün ağzını mühürlese bile el ve ayak dalları tanıklık verir.2085
بر زبان بیخ گل مهری نهد ** شاخ دست و پا گواهی میدهد
O emin adamlar, hep birden gölge gibi Padişahın huzurunda secde edip özür getirdiler.
آن امینان جمله در عذر آمدند ** همچو سایه پیش مه ساجد شدند
O kızgınlığın, o benlik davasının mazur görülmesini niyaz etmek için huzura kılıç ve kefenle gittiler.
عذر آن گرمی و لاف و ما و من ** پیش شه رفتند با تیغ و کفن
Utançlarından her biri parmaklarını ısırıyorlardı. Her biri cihan padişahı diyordu.
از خجالت جمله انگشتان گزان ** هر یکی میگفت کای شاه جهان
Kanımızı dökersen sana helaldir. Canımızı bağışlarsan bu da bir nimettir, bir lütuf ve ihsandır.
گر بریزی خون حلالستت حلال ** ور ببخشی هست انعام و نوال
Biz, bize layık olanı işledik. Artık ey ulu Padişah, sen ne buyruk yürütürsen yürüt.2090
کردهایم آنها که از ما میسزید ** تا چه فرمایی تو ای شاه مجید
Ey gönülleri aydınlatan Padişah, suçumuzu bağışlamazsan haklısın, bağışlarsan lütuf etmiş olursun. Geceleyin gece gibi hareket etmiş, gündüzün gündüz gibi hareket etmiş olursun.
گر ببخشی جرم ما ای دلفروز ** شب شبیها کرده باشد روز روز
Bağışlarsan ümitsizliğimiz gider, bağışlamazsan bizim gibi yüzlercesi sana feda olsun.
گر ببخشی یافت نومیدی گشاد ** ورنه صد چون ما فدای شاه باد
Padişah dedi ki: Bu yanıp yakılmayı, bu yalvarıp yakarmayı ben istemem. Bu Eyaz’ın hakki.
گفت شه نه این نواز و این گداز ** من نخواهم کرد هست آن ایاز
Padişahın, o kovucuların, o adayı açanların tövbelerini kabul etmeyi Eyaz'a havale etmesi ve cezalarının tertibini onun reyine bırakması ve bu suretle bu kötülük bana değil, onadır demesi.
حواله کردن پادشاه قبول و توبهی نمامان و حجره گشایان و سزا دادن ایشان با ایاز کی یعنی این جنایت بر عرض او رفته است
Bu kötülük bana değil onadır. Bu yara, o izi güzel kölenin damarlarına vurulmuştur.
این جنایت بر تن و عرض ویست ** زخم بر رگهای آن نیکوپیست
Can bakımından biriz ama görünüşte bu kârdan, bu zarardan uzağım ben.2095
گرچه نفس واحدیم از روی جان ** ظاهرا دورم ازین سود و زیان
Kulun bir töhmet altına alınması, padişaha ayıp değildir. Bu, padişahın ancak bilimini keremini gösterir.
تهمتی بر بنده شه را عار نیست ** جز مزید حلم و استظهار نیست
Padişah töhmet altına alınanı ihsanları ile Karun gibi zengin ederse suçsuza bakınca neler yapmaz?
متهم را شاه چون قارون کند ** بیگنه را تو نظر کن چون کند
Padişahı gafil sanma. O, herkesin yaptığını bilir. Yalnız bildiğini dışarıya vurmasına Hilmi rıza vermez.
شاه را غافل مدان از کار کس ** مانع اظهار آن حلمست و بس
Onun bilgisine karşı “Burada kim şefaatçi olabilir?” Onun ilminden başka pervasızca kim şefaat edebilir?
من هنا یشفع به پیش علم او ** لا ابالیوار الا حلم او
Zaten o suç, önce onun Hilmi yüzünden meydana gelir. Yoksa onun korkusu, kimde suç islemeye mecal bırakır ki?2100
آن گنه اول ز حلمش میجهد ** ورنه هیبت آن مجالش کی دهد
Adam öldürenin kan diyeti Padişahın hilmine havale edilmiştir.
خونبهای جرم نفس قاتله ** هست بر حلمش دیت بر عاقله
Nefsimiz sarhoştu kendinde değildi. O hilimden haberi yoktu. Şeytan, sarhoşluğundan istifade etti de külahını kaptı.
مست و بیخود نفس ما زان حلم بود ** دیو در مستی کلاه از وی ربود
Halimliğinin sakisi şarap dökmeseydi Şeytan, nereden Adem’le kavgaya girerdi?
Meleklere bilgi belletildiği zaman Adem onların hocasıydı; paralarının ayarına bakan oydu.
گاه علم آدم ملایک را کی بود ** اوستاد علم و نقاد نقود
Fakat cennette hilim şarabını içtiği için Şeytanın bir oyunu ile yüzü sarardı.2105
چونک در جنت شراب حلم خورد ** شد ز یک بازی شیطان روی زرد
O bela, Tanrı belletmesinin incileriydi. Onu çabuk çevik bilgi sahibi yapmıştı.
آن بلادرهای تعلیم ودود ** زیرک و دانا و چستش کرده بود
Yine Tanrının kuvvetli hilim afyonu, hırsız Şeytanı, onun eşyasına doğru sürmüş, getirmişti.
باز آن افیون حلم سخت او ** دزد را آورد سوی رخت او
Akıl, sakim sensin, elimden tut diye onun hilmine gelir sığınır.
عقل آید سوی حلمش مستجیر ** ساقیم تو بودهای دستم بگیر
Padişahın, Eyaz’a ister affet, ister mücazatta bulun.. Adalet ve lütuf bakımından hangisini yapsan doğrudur ve her birinde maslahatlar vardır. Adalette binlerce lütuf gizli olduğu gibi “Kısasta da sizin için hayat vardır. ” Bir kaatilin hayatı hususunda kısası hoş görmiyen, yalnız onun hayatına bakar, siyaset korkusuyla öyle bir iş yapmaktan çekinecek olan yüz binlerce masumun hayatına bakmaz.
فرمودن شاه ایاز را کی اختیار کن از عفو و مکافات کی از عدل و لطف هر چه کنی اینجا صوابست و در هر یکی مصلحتهاست کی در عدل هزار لطف هست درج و لکم فی القصاص حیوة آنکس کی کراهت میدارد قصاص را درین یک حیات قاتل نظر میکند و در صد هزار حیات کی معصوم و محقون خواهند شدن در حصن بیم سیاست نمینگرد
Ey Eyaz suçlulara hükmet. Ey tertemiz olan ve kötülüklerden yüzlerce defa sakınıp çekinen Eyaz!
کن میان مجرمان حکم ای ایاز ** ای ایاز پاک با صد احتراز
Seni iki yüz kere kaynatıp sınasam sende yine bir hile bulamam. 2110
گر دو صد بارت بجوشم در عمل ** در کف جوشت نیابم یک دغل
Sayısız halk sınanmadan utanır. Halbuki sınamalarda sen herkesi utandırıyorsun.
ز امتحان شرمنده خلقی بیشمار ** امتحانها از تو جمله شرمسار
Bu,yalnız bilgi değil, adeta dağ, yüzlerce dağ.
بحر بیقعرست تنها علم نیست ** کوه و صد کوهست این خود حلم نیست
Padişah bu sözleri söyleyince Eyaz dedi ki: Padişahım, bu lütuf ve ihsan, senin lütuf ve ihsanındır. Bunu böyle bilirim ben, ancak o çarıkla posttan ibaretim.
گفت من دانم عطای تست این ** ورنه من آن چارقم و آن پوستین
Onun için Peygamber bunu anlattı, dedi ki: Kim kendisini bilirse Tanrısını bilir.
بهر آن پیغامبر این را شرح ساخت ** هر که خود بشناخت یزدان را شناخت
Çarığın menidir, kanın post. Hocam bundan ötesi hep onun ihsanı. 2115
چارقت نطفهست و خونت پوستین ** باقی ای خواجه عطای اوست این
Başka yok, bu, bu kadardır deme. Daha arayıp isteyesin diye ihsan etmiştir.
بهر آن دادست تا جویی دگر ** تو مگو که نیستش جز این قدر
Bağcı, bostanının fidanlarını, mahsulünü bilesin diye sana birkaç elma verir.
زان نماید چند سیب آن باغبان ** تا بدانی نخل و دخل بوستان
Buğdaycı, alıcıya bir avuç buğday verir ama ambarındaki anlasın diye.
کف گندم زان دهد خریار را ** تا بداند گندم انبار را
Bilgisini, bilgisinin çokluğunu anlasın diye hoca, sana birkaç mesele anlatır.
نکتهای زان شرح گوید اوستاد ** تا شناسی علم او را مستزاد