English    Türkçe    فارسی   

5
2181-2230

  • Zahidin de şerefli bir günü yok değildir, vardır. Vardır ama onun günü, nereden elli bin yıllık olacak.
  • گرچه زاهد را بود روزی شگرف  ** کی بود یک روز او خمسین الف 
  • İş erinin ömründe her gün, bu cihan yıllarınca elli bin yıldır.
  • قدر هر روزی ز عمر مرد کار  ** باشد از سال جهان پنجه هزار 
  • Akıllar, bu sırra eremezler, kapı dışında kalırlar. Bu sır, vehmin ödünü patlatırsa ko patlatsın.
  • عقلها زین سر بود بیرون در  ** زهره‌ی وهم ار بدرد گو بدر 
  • Aşk karşısında kıl kadar bile korku yoktur. Aşk mezhebinde herkes kurbandır.
  • ترس مویی نیست اندر پیش عشق  ** جمله قربانند اندر کیش عشق 
  • Aşk, Tanrı sıfatıdır. Fakat korku, şehvete kapılmış kulun sıfatıdır. 2185
  • عشق وصف ایزدست اما که خوف  ** وصف بنده‌ی مبتلای فرج و جوف 
  • Kuran’da “Onlar Tanrıyı severler” sözünü okudun ya, bu söz “Tanrı da onları sever” sözüne eştir.
  • چون یحبون بخواندی در نبی  ** با یحبوهم قرین در مطلبی 
  • Şu halde muhabbeti de Tanrı sıfatı bil, aşkı da. Azizim korku Tanrı sıfatı olamaz.
  • پس محبت وصف حق دان عشق نیز  ** خوف نبود وصف یزدان ای عزیز 
  • Tanrı sıfatı nerede, bir avuç toprağın sıfatı nerede? Sonradan yaratılanın sıfatı nerede, o pak ve önü sonu olmayan Tanrının sıfatı nerede?
  • وصف حق کو وصف مشتی خاک کو  ** وصف حادث کو وصف پاک کو 
  • Aşkın sıfatını söylemeye koyulursam yüz kıyamet kopar da yine noksan kalır.
  • شرح عشق ار من بگویم بر دوام  ** صد قیامت بگذرد و آن ناتمام 
  • Çünkü kıyametin kopacağı bir zaman, bu dünyanın bir sonu vardır. Fakat Tanrı sıfatına son nerede? 2190
  • زانک تاریخ قیامت را حدست  ** حد کجا آنجا که وصف ایزدست 
  • Aşkın beş yüz kanadı vardır. Her kanadı, arştan yer altına kadar bütün kainatı kaplar.
  • عشق را پانصد پرست و هر پری  ** از فراز عرش تا تحت‌الثری 
  • Korkak zahit, ayağı ile yürümeye çabalar. Aşılarsa şimşekten de hızlı uçarlar, yelden de!
  • زاهد با ترس می‌تازد به پا  ** عاشقان پران‌تر از برق و هوا 
  • O korkaklar, aşkın tozuna nereden ulaşacaklar? Aşk derdi, gökyüzünü döşeme edinir.
  • کی رسند این خایفان در گرد عشق  ** که آسمان را فرش سازد درد عشق 
  • Zahit bu makama ulaşamaz. Meğer ki Tanrı ışığının inayeti gelip erişe de bu alemden ve bu yürüyüşten kurtula.
  • جز مگر آید عنایتهای ضو  ** کز جهان و زین روش آزاد شو 
  • Kendi kuşundan, düşünden, dedikodusundan halas olsa da yüce doğan kuşu, padişaha yol bula. 2195
  • از قش خود وز دش خود باز ره  ** که سوی شه یافت آن شهباز ره 
  • Bu dedikodu, cebir ve ihtiyarıdır. Sevgilinin cezbesi, bu ikisinin ardından gelir.
  • این قش و دش هست جبر و اختیار  ** از ورای این دو آمد جذب یار 
  • Hasılı o kadın eve varıp kapıyı açtı. Kapının sesi kulaklarına gelince,
  • چون رسید آن زن به خانه در گشاد  ** بانگ در در گوش ایشان در فتاد 
  • Halayıkcağız perişan bir halde sıçradı, adam da namaza durdu.
  • آن کنیزک جست آشفته ز ساز  ** مرد بر جست و در آمد در نماز 
  • Kadın halayıkcağızı perişan, şaşkın ve somurtkan,
  • زن کنیزک را پژولیده بدید  ** درهم و آشفته و دنگ و مرید 
  • Kocasını da namaz da görünce bu halden şüphelendi. 2200
  • شوی خود را دید قایم در نماز  ** در گمان افتاد زن زان اهتزاز 
  • Derhal kocasının eteğini kaldırdı. Bir de ne görsün? Aleti ve hayaları, meni içinde.
  • شوی را برداشت دامن بی‌خطر  ** دید آلوده‌ی منی خصیه و ذکر 
  • Aletinden arta kalan meni damlamada, baldırı dizi pislik içinde.
  • از ذکر باقی نطفه می‌چکید  ** ران و زانو گشت آلوده و پلید 
  • Başına vurdu da dedi ki: A adi herif, namaz kılan adamın hayaları böyle mi olur?
  • بر سرش زد سیلی و گفت ای مهین  ** خصیه‌ی مرد نمازی باشد این 
  • Şu alet, bu çeşit pislik içinde bulunan but ve kasık, Tanrıyı anmaya ve namaza layık mıdır?
  • لایق ذکر و نمازست این ذکر  ** وین چنین ران و زهار پر قذر 
  • Sen de insaf et, zulümle, kötülükle, küfür ve kinle dolu olan amel defteri sağ yandan verilmeye değer mi? 2205
  • نامه‌ی پر ظلم و فسق و کفر و کین  ** لایقست انصاف ده اندر یمین 
  • Kafire de bu gökyüzünü, şu halkı ve alemi kim yarattı? Diye sorsan,
  • گر بپرسی گبر را کین آسمان  ** آفریده‌ی کیست وین خلق و جهان 
  • Der ki: Tanrı yarattı. Yaratmak, Tanrıya layıktır.
  • گوید او کین آفریده‌ی آن خداست  ** که آفرینش بر خدایی‌اش گواست 
  • Fakat onun küfrü, bir hayli kötülüğü ve sitemi, bu çeşit ikrarla bir araya gelir mi?
  • کفر و فسق و استم بسیار او  ** هست لایق با چنین اقرار او 
  • O kötü ve çirkin hareketler, o noksan işler, bu çeşit bir ikrarla bir araya sığar mı?
  • هست لایق با چنین اقرار راست  ** آن فضیحتها و آن کردار کاست 
  • İşi, ikrarını yalanlar. Bu suretle de o, korku azabına layık olur. 2210
  • فعل او کرده دروغ آن قول را  ** تا شد او لایق عذاب هول را 
  • Mahşer günü, her gizli şey, meydana çıkar. Her suç, kendiliğinden insanı rezil eder.
  • روز محشر هر نهان پیدا شود  ** هم ز خود هر مجرمی رسوا شود 
  • Elle ayak, dile gelir. Tanrı huzurunda onun kötülüğüne şahadet eder.
  • دست و پا بدهد گواهی با بیان  ** بر فساد او به پیش مستعان 
  • El ben şöyle çaldım der, dudak ben şöyle sordum der.
  • دست گوید من چنین دزدیده‌ام  ** لب بگوید من چنین پرسیده‌ام 
  • Ayak, ben şehvete koştum, ferç ben zina ettim diye tanıklık eder.
  • پای گوید من شدستم تا منی  ** فرج گوید من بکردستم زنی 
  • Göz der ki: Ben harama baktım. Kulak der ki: Ben kötü söz işittim. 2215
  • چشم گوید کرده‌ام غمزه‌ی حرام  ** گوش گوید چیده‌ام س الکلام 
  • Derken sözleri baştan aşağıya yalan olur, azası yalanını meydana çıkarır.
  • پس دروغ آمد ز سر تا پای خویش  ** که دروغش کرد هم اعضای خویش 
  • Nitekim doğru düzen namazın da yalanı, hayaların tanıklığı ile meydana çıktı.
  • آنچنان که در نماز با فروغ  ** از گواهی خصیه شد زرقش دروغ 
  • Şu halde öyle hareket etki o hareketin, dilsiz, dudaksız, tanıklığın, şahadet ederim demenin ta kendisi olsun.
  • پس چنان کن فعل که آن خود بی‌زبان  ** باشد اشهد گفتن و عین بیان 
  • Bütün beden, her uzuv, faydada ve zararda şahadet ederim desin ey oğul. 
  • تا همه تن عضو عضوت ای پسر  ** گفته باشد اشهد اندر نفع و ضر 
  • Kulun, efendisinin izini izlemesi, ben buyruğa tabiim, şu da benim efendimdir demesidir. 2220
  • رفتن بنده پی خواجه گواست  ** که منم محکوم و این مولای ماست 
  • Ömür defterini kararttınsa önce yaptıklarına tövbe et.
  • گر سیه کردی تو نامه‌ی عمر خویش  ** توبه کن زانها که کردستی تو پیش 
  • Ömrün geçtiyse kökü bu demdir, tez ömür ağacını tövbe suyuyla sula.
  • عمر اگر بگذشت بیخش این دمست  ** آب توبه‌ش ده اگر او بی‌نمست 
  • Ömrünün köküne abıhayat dök de ömür ağacın yeşersin.
  • بیخ عمرت را بده آب حیات  ** تا درخت عمر گردد با نبات 
  • Bütün geçmiştekiler, bu tövbeyle iyileşir. Geçen yıldaki zehir, bu yüzden şeker kesilir.
  • جمله ماضیها ازین نیکو شوند  ** زهر پارینه ازین گردد چو قند 
  • Tanrı, kötülüklerini iyiliğe çevirir. Geçmişteki bütün suçların ibadet olur. 2225
  • سیاتت را مبدل کرد حق  ** تا همه طاعت شود آن ما سبق 
  • Hocam Nasuh tövbesine sarıl, canla başla buna çalış.
  • خواجه بر توبه‌ی نصوحی خوش به تن  ** کوششی کن هم به جان و هم به تن 
  • Bu Nasuh tövbesini sana anlatayım, dinle. İnanmışsın ama yeniden inan!
  • شرح این توبه‌ی نصوح از من شنو  ** بگرویدستی و لیک از نو گرو 
  • Süt, memeden çıktı mı bir daha dönüp memeye giremez. Nasuh tövbesi de böyledir. İnsan, bir suçtan tövbe etti mi bir daha o suçu aklına bile getirmez, değil ona rağbet etmek, her an ondan nefreti artar. O nefret, tövbenin kabul edildiğine işarettir. O istek, önce lezzetsiz bir hale geldi, sonradan da istek yerine bu nefret geçti. Nitekim "Aşkı, başka bir aşktan başkası getiremez, neden o sevgiliden güzel bir sevgiliye âşık olmuyorsun?" demişler. İnsanın gönlü, tövbeden yine o suça meylederse bu meyil, tövbenin kabul " edilmediğine, kabul lezzetinin o suçun yerine geçmediğine delildir. Yani "Kolay ibadetleri ona kolaylaştırırız" hükmü zahir olmamıştır, onda hâlâ "Güç şeyleri, kötülükleri, ona kolay gösteririz" hükmü vardır.
  • حکایت در بیان توبه‌ی نصوح کی چنانک شیر از پستان بیرون آید باز در پستان نرود آنک توبه نصوحی کرد هرگز از آن گناه یاد نکند به طریق رغبت بلک هر دم نفرتش افزون باشد و آن نفرت دلیل آن بود کی لذت قبول یافت آن شهوت اول بی‌لذت شد این به جای آن نشست نبرد عشق را جز عشق دیگر چرا یاری نجویی زو نکوتر وانک دلش باز بدان گناه رغبت می‌کند علامت آنست کی لذت قبول نیافته است و لذت قبول به جای آن لذت گناه ننشسته است سنیسره للیسری نشده است لذت و نیسره للعسری باقیست بر وی 
  • Bundan önce Nasuh adlı bir adam vardı. Tellâklık eder, bu suretle kadınları avlardı.
  • بود مردی پیش ازین نامش نصوح  ** بد ز دلاکی زن او را فتوح 
  • Yüzü, kadın yüzüne benzerdi. Tüyü tüsü yoktu. Erkekliğini daima gizlerdi..
  • بود روی او چو رخسار زنان  ** مردی خود را همی‌کرد او نهان 
  • Kadınların hamamında tellâklık ederdi. Kötülükle, hilede pek çevikti. 2230
  • او به حمام زنان دلاک بود  ** در دغا و حیله بس چالاک بود