English    Türkçe    فارسی   

5
2237-2286

  • O hür er, onun sırrını anladı ama Tanrı hilmi gibi o da açığa vurmadı.
  • Dudağı kilitliydi ama gönlünde sırlar vardı. Dudağını yummuştu ama gönlü seslerle doluydu.
  • Tanrı şarabını içen arifler, sırları bilirler ama örterler.
  • İşin sırlarını kime öğretirlerse ağzını mühürlerler, dikerler. 2240
  • Arif, tuhaf tuhaf güldü de dedi ki: A içi kötü adam, bildiğin, gönlünde tuttuğun şeyden Tanrı seni kurtarsın.
  • Tanrı'ya ulaşmış arifin Tanrı'dan isteği, Tanrı'nın kendinden bir şey istemesine benzer. Çünkü "Ben, onun kulağı, sözü, dili ve eli olurum" ve "O taşları attığın zaman sen atmadın, Allah attı" denmiştir. Bu hususta bir çok âyetlerle hadîsler vardır. Tanrı'nın sebep yaratması, suçlunun kulağını tutmuş, Nasuh tövbesine götürmüştür.
  • O dua, yedi göğü de geçti, kabul edildi. O yoksulun işi, nihayet iyileşti, düzene girdi.
  • Çünkü şeyhin o duası, her duaya benzemez. Şeyh, Tanrıda yok olmuştur, onun sözü Hak sözüdür.
  • Tanrı, kendisinden bir şey isterse kendi isteğini nasıl reddeder?
  • Ululuk ıssı Tanrı, onu bu lanetleme işten, bu vebalden kurtarmak için bir sebep halketti. 2245
  • Nasuh, hamamda tası doldururken padişahın kızının bir incisi kayboldu.
  • Küpesindeki incilerden biri kayboldu ve bütün kadınlar, o inciyi araştırmaya koyuldular.
  • Önce herkesin eşyasını araştırmak üzere hamamın kapısını iyice kapattılar.
  • Herkesin eşyası arandı, inci bulunmadığı gibi inciyi çalan da rezil olmadı.
  • Bunun üzerine bu üstün körü işi bırakıp herkesin ağzını, kulağını, vücudundaki bütün delikleri adamakıllı aramaya koyuldular. 2250
  • O sedefi güzel inciyi altta, üstte her yanda araştırmaya başladılar.
  • Hepiniz soyunun, ihtiyar genç herkes anadan doğma soyunsun diye bağırıldı.
  • Sultanın hizmetçileri, o değerli inciyi bulmak için bir bir, herkesi aramaya başladılar.
  • Nasuh, korkusundan tenha bir yere çekildi. Yüzü, korkusundan sapsarı olmuştu, dudakları gövermişti.
  • Ölümünü gözünün önünde görüyor, gazel yaprağı gibi tirtir titriyordu. 2255
  • Dedi ki: Yarabbi, nice defalar tövbeler ettim; ahtlar ettim, sonra onları bozdum.
  • Ben, bana lâyık olanları yaptım. Sonunda da işte bu kara sel, gelip çattı.
  • Arama nöbeti bana gelirse eyvah bana! Kim bilir neler çekecek, ne güçlüklere düşeceğim?
  • Ciğerime yüzlerce kor düştü. Münacatımdaki ciğer kokusuna bak.
  • Böyle bir keder, böyle bir gam, kâfirde bile olmasın. Rahmet eteğine sarıldım, medet medet! 2260
  • Keşke anam, beni doğurmasaydı, yahut da beni bir aslan paralasaydı.
  • Tanrım, sana düşeni yap. Beni, her delikten bir yılan sokmada.
  • Ne de taş gibi bir canım, ne de demir gibi bir yüreğim varmış. Yoksa bu dertle çoktan erir, kan kesilirdim.
  • Vaktim daraldı, bir an içinde feryadıma yetiş, padişahlık et.
  • Beni bu sefer de korur, suçumu örtersen ne olur? Her türlü yapılmıyacak işlerden tövbe ettim. 2265
  • Bu sefer de tövbemi kabul et de tövbemde durmak için yüzlerce kemer bağlanayım.
  • Bu sefer de kusurda bulunursam artık duamı ve sözümü dinleme.
  • Hem böyle söylenip titremede, hem katra katra gözyaşları dökmede, hem de cellâtların, hain kişilerin ellerine düştüm diye feryadetmedeydi.
  • Hiçbir Firenk bu hale düşmesin. Hiçbir mülhit bu feryada uğramasın diyor.
  • Kendine ağlayıp duruyor, Azrail'i gözünün önünde görüyordu. 2270
  • Yarabbi, yarabbi diye o kadar söylendi ki kapı ve duvar da onunla beraber yarabbi, yarabbi demeye başladı.
  • O yarabbi yarabbi derken birden, inciyi arayanların sesi duyuldu:
  • Arama nöbetinin Nasuh'a gelmesi ve "Herkesi aradık, Nasuh'u da arayın" denmesi, Nasuh'un korkudan kendisinden geçişi, Tanrı elçisinin - Tanrı ona rahmet ve esenlikler versin - bir hastalığa, yahut sıkıntıya uğradığı vakit "Şiddetten, açılır, savuşursun" buyurduğu gibi Nasuh'un da o şiddetten kurtuluşu.
  • Herkesi aradık, ey Nasuh, sen gel. Bu sesi duyar duymaz, Nasuh kendisinden geçti, âdeta bedeninden ruhu uçtu.
  • Harap duvar gibi çöküverdi. Aklı fikri gitti, cansız bir hal aldı.
  • Bedeninden amansız bir halde aklı gidince sırrı, derhal Tanrı'ya ulaştı. 2275
  • Bomboş bir hale geldi, varlığı kalmadı. Tanrı, bir doğan kuşuna benziyen canını, huzuruna çağırdı.
  • Muratsız gemisi kırılınca rahmet denizinin kıyısına düştü.
  • Akılsız, fikirsiz bir hale gelince canı, Hakk'a ulaştı. İşte o zaman rahmet denizi coştu.
  • Canı, beden ayıbından kurtulunca sevine sevine aslına gitti.
  • Can, doğan kuşuna benzer, ten ona tuzaktır. O, beden tuzağına ayağı bağlı, kanadı kırık bir halde düşüp kalmıştır. 2280
  • Fakat aklı, fikri gidince ayağı açıldı. Artık o doğan kuşu, Keykubad'a uçar gider.
  • Rahmet denizleri, coşunca taşlar bile abıhayatı içer.
  • Zayıf zerre değerlenir, büyür. Topraktan meydana gelen şu döşeme, atlas haline gelir, değerli bir kumaş olur.
  • Yüz yıllık ölü, mezarından çıkar. Mel'un Şeytan güzelleşir, huriler bile ona haset ederler.
  • Bütün bu yeryüzü yeşerir, kuru sopa meyva verir, tazeleşir. 2285
  • Kurt, kuzuyla eş olur. Ümitsizlerin damarları hoş bir hale gelir, izleri kutlu olur.
  • İncinin bulunması ve sultanın hizmetçi ve halayıklarının Nasuh'tan helâllık dilemeleri