- Harap duvar gibi çöküverdi. Aklı fikri gitti, cansız bir hal aldı.
- همچو دیوار شکسته در فتاد ** هوش و عقلش رفت شد او چون جماد
- Bedeninden amansız bir halde aklı gidince sırrı, derhal Tanrı'ya ulaştı. 2275
- چونک هوشش رفت از تن بیامان ** سر او با حق بپیوست آن زمان
- Bomboş bir hale geldi, varlığı kalmadı. Tanrı, bir doğan kuşuna benziyen canını, huzuruna çağırdı.
- چون تهی گشت و وجود او نماند ** باز جانش را خدا در پیش خواند
- Muratsız gemisi kırılınca rahmet denizinin kıyısına düştü.
- چون شکست آن کشتی او بیمراد ** در کنار رحمت دریا فتاد
- Akılsız, fikirsiz bir hale gelince canı, Hakk'a ulaştı. İşte o zaman rahmet denizi coştu.
- جان به حق پیوست چون بیهوش شد ** موج رحمت آن زمان در جوش شد
- Canı, beden ayıbından kurtulunca sevine sevine aslına gitti.
- چون که جانش وا رهید از ننگ تن ** رفت شادان پیش اصل خویشتن
- Can, doğan kuşuna benzer, ten ona tuzaktır. O, beden tuzağına ayağı bağlı, kanadı kırık bir halde düşüp kalmıştır. 2280
- جان چو باز و تن مرورا کندهای ** پای بسته پر شکسته بندهای
- Fakat aklı, fikri gidince ayağı açıldı. Artık o doğan kuşu, Keykubad'a uçar gider.
- چونک هوشش رفت و پایش بر گشاد ** میپرد آن باز سوی کیقباد
- Rahmet denizleri, coşunca taşlar bile abıhayatı içer.
- چونک دریاهای رحمت جوش کرد ** سنگها هم آب حیوان نوش کرد
- Zayıf zerre değerlenir, büyür. Topraktan meydana gelen şu döşeme, atlas haline gelir, değerli bir kumaş olur.
- ذرهی لاغر شگرف و زفت شد ** فرش خاکی اطلس و زربفت شد
- Yüz yıllık ölü, mezarından çıkar. Mel'un Şeytan güzelleşir, huriler bile ona haset ederler.
- مردهی صدساله بیرون شد ز گور ** دیو ملعون شد به خوبی رشک حور
- Bütün bu yeryüzü yeşerir, kuru sopa meyva verir, tazeleşir. 2285
- این همه روی زمین سرسبز شد ** چوب خشک اشکوفه کرد و نغز شد
- Kurt, kuzuyla eş olur. Ümitsizlerin damarları hoş bir hale gelir, izleri kutlu olur.
- گرگ با بره حریف می شده ** ناامیدان خوشرگ و خوش پی شده
- İncinin bulunması ve sultanın hizmetçi ve halayıklarının Nasuh'tan helâllık dilemeleri
- یافته شدن گوهر و حلالی خواستن حاجبکان و کنیزکان شاهزاده از نصوح
- Canı helak eden o korkudan sonra "Kaybolan inci, işte buracıkta" diye müjdeler geldi.
- بعد از آن خوفی هلاک جان بده ** مژدهها آمد که اینک گم شده
- Ansızın ses geldi: Korku gitti, o değen bulunmaz eşsiz inci bulundu.
- بانگ آمد ناگهان که رفت بیم ** یافت شد گم گشته آن در یتیم
- İnci bulundu, biz de neşelere daldık. Müjde verin, inci bulundu.
- یافت شد واندر فرح در بافتیم ** مژدگانی ده که گوهر یافتیم
- Hamam, halkın bağrışmasiyle, hüzün gitti feryadiyle, el çırpmasiyle doldu. 2290
- از غریو و نعره و دستک زدن ** پر شده حمام قد زال الحزن
- Kendinden geçen Nasuh, tekrar kendine geldi. Gözü. yüzlerce aydın gün gördü.
- آن نصوح رفته باز آمد به خویش ** دید چشمش تابش صد روز بیش
- Herkes ondan helâllik istemekte, herkes elini öpüp durmaktaydı.
- می حلالی خواست از وی هر کسی ** بوسه میدادند بر دستش بسی
- Senden şüphe ettik, hakkını helâl et. Dedikoduda bulunduk, âdeta etini yedik diyorlardı.
- بد گمان بردیم و کن ما را حلال ** گوشت تو خوردیم اندر قیل و قال
- Çünkü o, yakınlıkta herkesten ön olduğu için herkes daha ziyade ondan şüphe etmişti.
- زانک ظن جمله بر وی بیش بود ** زانک در قربت ز جمله پیش بود
- Nasuh, has tellâktı, mahremdi. Hattâ sultanla ruhları birdi, bedenleri ayrı. 2295
- خاص دلاکش بد و محرم نصوح ** بلک همچون دو تنی یک گشته روح
- Sultana ondan yakın bir kadın yok. İnciyi aşırdıysa o aşırmıştır.
- گوهر ار بردست او بردست و بس ** زو ملازمتر به خاتون نیست کس
- Önce onu aramalı demişlerdi ama yine de hürmet ettiklerinden sona bırakmışlar;
- اول او را خواست جستن در نبرد ** بهر حرمت داشتش تاخیر کرد
- Aldıysa biraz mühlet vermiş olalım da bir yere atsın bari, fikrine düşmüşlerdi.
- تا بود کان را بیندازد به جا ** اندرین مهلت رهاند خویش را
- Onun için ondan helâllik diliyorlardı, mazeret getirip duruyorlardı.
- این حلالیها ازو میخواستند ** وز برای عذر برمیخاستند
- Nasuh, "Bu bana Tanrı'nın lûtfu, ihsanı. Yoksa dediğinizden beterim ben. 2300
- گفت بد فضل خدای دادگر ** ورنه زآنچم گفته شد هستم بتر
- Benden helâllik dilemeye hacet yok. Çünkü ben, zamane halkının en suçlusuyum.
- چه حلالی خواست میباید ز من ** که منم مجرمتر اهل زمن
- Bana söylediğiniz kötülükler, bendeki kötülüğün yüzde biridir. Bunda şüphe eden olabilir, fakat bence apaçıktır bu.
- آنچ گفتندم ز بد از صد یکیست ** بر من این کشفست ار کس را شکیست
- Kim bende birazcık kötülük biliyorsa muhakkak o bildiği şey, binlerce kötü suçumdan, binlerce pis işimden biridir.
- کس چه میداند ز من جز اندکی ** از هزاران جرم و بد فعلم یکی
- Suçlarımı ve kütü hareketlerimi bir ben bilirim, bir de onları örten Tanrım.
- من همی دانم و آن ستار من ** جرمها و زشتی کردار من
- Önce iblis bana hocalık etti ama sonradan o bile gözümde bir yelden ibaret oldu. 2305
- اول ابلیسی مرا استاد بود ** بعد از آن ابلیس پیشم باد بود
- Yaptıklarımın hepsini Tanrı gördü de göstermedi, bu suretle de kötülükle yüzümü sarartmadı.
- حق بدید آن جمله را نادیده کرد ** تا نگردم در فضیحت رویزرد
- Sonra da yine Tanrı rahmeti, kürkümü dikti, canıma can gibi tatlı tövbeyi nasibetti.
- باز رحمت پوستین دوزیم کرد ** توبهی شیرین چو جان روزیم کرد
- Ne yaptıysam yapmadım saydı, bulunmadığım ibadetleri yapmışım farzetti.
- هر چه کردم جمله ناکرده گرفت ** طاعت ناکرده آورده گرفت
- Beni selvi ve süsen gibi azadetti. Bahtım, devletim gibi gönlüm de açıldı.
- همچو سرو و سوسنم آزاد کرد ** همچو بخت و دولتم دلشاد کرد
- Adımı temizler defterine yazdı. Cehennemliktim, bana cenneti bağışladı. 2310
- نام من در نامهی پاکان نوشت ** دوزخی بودم ببخشیدم بهشت
- Ah ettim, ahım bir ipe döndü, düştüğüm kuyuya sarktı.
- آه کردم چون رسن شد آه من ** گشت آویزان رسن در چاه من
- O ipe sarıldım, dışarı çıktım. Neşelendim, ferahladım, semirdim, benzim kırmızılaştı.
- آن رسن بگرفتم و بیرون شدم ** شاد و زفت و فربه و گلگون شدم
- Kuyunun dibinde zebun bir haldeydim, şimdi bütün âleme sığmıyorum.
- در بن چاهی همیبودم زبون ** در همه عالم نمیگنجم کنون
- Şükürler olsun sana yarabbi. Beni ansızın gamdan kurtardın.
- آفرینها بر تو بادا ای خدا ** ناگهان کردی مرا از غم جدا
- Tenimin her kılında bir dil olsa da hepsiyle sana şükretmeye kalkışsam yine şükründen âcizim. 2315
- گر سر هر موی من یابد زبان ** شکرهای تو نیاید در بیان
- Şu bahçede, şu ırmakların kıyısında halka "Keşke kavmim bilseydi, Tanrı beni ne yüzden yarlığadı" diye nara atmaktayım dedi.
- میزنم نعره درین روضه و عیون ** خلق را یا لیت قومی یعلمون
- Sultanın, Nasuh'u tövbesinden ve tövbesinin kabul edilmesinden sonra tekrar tellâklığa çağırması, ve onun bahaneler bularak gitmemesi
- باز خواندن شهزاده نصوح را از بهر دلاکی بعد از استحکام توبه و قبول توبه و بهانه کردن او و دفع گفتن
- Ondan sonra birisi gelip Nasuh'a iltifat ederek dedi ki: Padişahımızın kızı, seni çağırıyor.
- بعد از آن آمد کسی کز مرحمت ** دختر سلطان ما میخواندت
- Ey temiz kişi, padişahın kızı seni istemede, gel de başını yıka.
- دختر شاهت همیخواند بیا ** تا سرش شویی کنون ای پارسا
- Gönlü, senden başka bir tellâk istemiyor. Onu ovmak, kille yıkamak, senin işin.
- جز تو دلاکی نمیخواهد دلش ** که بمالد یا بشوید با گلش
- Nasuh, yürü yürü dedi, elim işten kurtuldu benim. Senin Nasuh'un hastalandı şimdi. 2320
- گفت رو رو دست من بیکار شد ** وین نصوح تو کنون بیمار شد
- Yürü, koş, acele bir başkasını bul. Tanrı hakkıyçin benim elim, işe varmıyor artık.
- رو کسی دیگر بجو اشتاب و تفت ** که مرا والله دست از کار رفت
- Kendi kendisine de suç, hadden aştı. Gönlümden o korku, o elem nasıl gider?
- با دل خود گفت کز حد رفت جرم ** از دل من کی رود آن ترس و گرم
- Ben bir kere öldüm de tekrar dünyaya geldim. Ben ölüm ve yokluk acısını tattım.
- من بمردم یک ره و باز آمدم ** من چشیدم تلخی مرگ و عدم