English    Türkçe    فارسی   

5
229-278

  • Bir delile bağlanmadan kurtulmuş olan semenderden başka kim, vasıtasız ateşe girebilir?
  • اندر آتش کی رود بی‌واسطه  ** جز سمندر کو رهید از رابطه 
  • Tabiatını ateşle hoş bir hale getirmen için vasıtan hamamdır. 230
  • واسطه‌ی حمام باید مر ترا  ** تا ز آتش خوش کنی تو طبع را 
  • Halil gibi ateşe giremeyeceğinden hamam sana elçi oldu, su da delil.
  • چون نتانی شد در آتش چون خلیل  ** گشت حمامت رسول آبت دلیل 
  • Doymak Allahdandır ama tabiat ehli, ekmeksiz nasıl olur da doyar?
  • سیری از حقست لیک اهل طبع  ** کی رسد بی‌واسطه‌ی نان در شبع 
  • Lütuf Allahdandır ama ten ehli, çayırlık çimenlik perdesi olmaksızın o lütfu bulamaz.
  • لطف از حقست لیکن اهل تن  ** درنیابد لطف بی‌پرده‌ی چمن 
  • Fakat perdesiz bir halde ten vasıtası kalmayınca insan, Musa gibi ayın nurunu yeninden yakasından görür, bulur.
  • چون نماند واسطه‌ی تن بی‌حجاب  ** هم‌چو موسی نور مه یابد ز جیب 
  • Bu hünerler de, suyun gönlünün Allah lütfu ile dopdolu olduğuna tanıktır. 235
  • این هنرها آب را هم شاهدست  ** که اندرونش پر ز لطف ایزدست 
  • Dışarıdan görünen iş ve sözün içe ve içteki nura tanıklığı
  • گواهی فعل و قول بیرونی بر ضمیر و نور اندرونی 
  • İş ve söz, için tanıklarıdır. Bu ikisine bak da için nasıl anla.
  • فعل و قول آمد گواهان ضمیر  ** زین دو بر باطن تو استدلال گیر 
  • Sırrın, onun içine giremiyorsa hastanın sidiğine bak.
  • چون ندارد سیر سرت در درون  ** بنگر اندر بول رنجور از برون 
  • İşle söz, hastaların sidiğine benzer, beden doktoruna bu bir delildir.
  • فعل و قول آن بول رنجوران بود  ** که طبیب جسم را برهان بود 
  • Halbuki ruh doktoru, canına girer de can yolundan imanına kadar varır.
  • وآن طبیب روح در جانش رود  ** وز ره جان اندر ایمانش رود 
  • Onların güzel söze, güzel işe ihtiyaçları yoktur. Sakının onlardan, onlar kalplerin casusudurlar. 240
  • حاجتش ناید به فعل و قول خوب  ** احذروهم هم جواسیس القلوب 
  • Bu söz ve iş tanıklarını, dere gibi henüz ulaşmamışlarda ara!
  • این گواه فعل و قول از وی بجو  ** کو به دریا نیست واصل هم‌چو جو 
  • Nurlu adamın nuru, o bir iş yapmadan bir söz söylemeden de içinden o nura tanıklık verir. “Arifin sırrı, sözüyle ve işiyle meydana çıkmaktan ziyade hiçbir söz söylemeden ve hiçbir iş yapmadan halka görünür meydana çıkar. Nitekim güneş doğup yükselince horoz sesine, müezzinin haber vermesine ve diğer alametlere hacet yoktur, bir iş ve söz olmasa da güneşin nur güneşe tanıklık verir.”
  • در بیان آنک نور خود از اندرون شخص منور بی‌آنک فعلی و قولی بیان کند گواهی دهد بر نور وی در بیان آنک آن‌نور خود را از اندرون سر عارف ظاهر کند بر خلقان بی‌فعل عارف و بی‌قول عارف افزون از آنک به قول و فعل او ظاهر شود چنانک آفتاب بلند شود بانگ خروس و اعلام مذن و علامات دیگر حاجت نیاید 
  • Fakat haddi aşan yolcunun nuru ile çöller, ovalar dolmuştur.
  • لیک نور سالکی کز حد گذشت  ** نور او پر شد بیابانها و دشت 
  • Güzelliğe görülmeye ehemmiyet bile vermez, tekellüflere, canla, başla oynamaya, cömertliklerde bulunmaya aldırış bile etmez.
  • شاهدی‌اش فارغ آمد از شهود  ** وز تکلفها و جانبازی و جود 
  • O incinin nuru dışa vurdu mu artık, o, bu zahitliklerden kurtulmuştur.
  • نور آن گوهر چو بیرون تافتست  ** زین تسلسها فراغت یافتست 
  • Artık ondan iş ve söz tanığı arama, iki cihan da gül gibi onun yüzünden açılmıştır. 245
  • پس مجو از وی گواه فعل و گفت  ** که ازو هر دو جهان چون گل شکفت 
  • İster söz olsun, ister iş ister başka şey... Bu tanıklık nedir? Gizliyi meydana çıkartmak değil mi?
  • این گواهی چیست اظهار نهان  ** خواه قول و خواه فعل و غیر آن 
  • Maksat cevherin sırrını meydana çıkartmaktır. Vasıf bakidir, bu arazsa geçici.
  • که عرض اظهار سر جوهرست  ** وصف باقی وین عرض بر معبرست 
  • Altının mihenkte bıraktığı iz kalmaz, fakat şüphe yok ki altın, adı iyi olarak kalır.
  • این نشان زر نماند بر محک  ** زر بماند نیک نام و بی ز شک 
  • Bu namaz, bu savaş ve bu oruç da kalmaz. Fakat can, iyi adla iyi sanla kalır.
  • این صلات و این جهاد و این صیام  ** هم نماند جان بماند نیک‌نام 
  • Can böyle işler, böyle sözler gösterdi de cevherini, buyruk mihengine sürdü; 250
  • جان چنین افعال و اقوالی نمود  ** بر محک امر جوهر را بسود 
  • İnanışım doğrudur. İşte tanığım da buracıkta dedi. Fakat tanıklar şüphelidir.
  • که اعتقادم راستست اینک گواه  ** لیک هست اندر گواهان اشتباه 
  • Bil ki tanıkları tezkiye lazımdır: Senin davanı kabul etmek, tezkiyeye bağlıdır.
  • تزکیه باید گواهان را بدان  ** تزکیش صدقی که موقوفی بدان 
  • Sözü doğru söylemek, söze ait tanıktadır, ahdi korumak da işe ait tanıkta.
  • حفظ لفظ اندر گواه قولیست  ** حفظ عهد اندر گواه فعلیست 
  • Söz tanığı eğri söylerse reddedilir, iş tanığı da eğri yürür, koşarsa yine reddedilir.
  • گر گواه قول کژ گوید ردست  ** ور گواه فعل کژ پوید ردست 
  • Sözde ve işte bir ayrılık olmamalı ki bu tanıklar kabul edilsin. 255
  • قول و فعل بی‌تناقض بایدت  ** تا قبول اندر زمان بیش آیدت 
  • “Çalışmanız ayrı ayrı; aykırılıklar içindesiniz” Gündüz dikiyorsunuz gece söküyorsunuz!
  • سعیکم شتی تناقض اندرید  ** روز می‌دوزید شب بر می‌درید 
  • Peki sözleri birbirine uymayan şahidi kim dinler? Meğer ki Allah kendi lütfu ile bir hilim göstere.
  • پس گواهی با تناقض کی شنود  ** یا مگر حلمی کند از لطف خود 
  • Söz ve iş, içtekini, sırrı meydana vurmaktadır. Her ikisi, gizli sırrı meydana çıkarır.
  • فعل و قول اظهار سرست و ضمیر  ** هر دو پیدا می‌کند سر ستیر 
  • Tanığın tezkiye edildi mi kabul olunur, yoksa yerinde sayar emekler durur.
  • چون گواهت تزکیه شد شد قبول  ** ورنه محبوس است اندر مول مول 
  • A inatçı, sen inat ettikçe onlar da ederler. “Sen onları bekleyedur onlar da bekliyorlar!.. 260
  • تا تو بستیزی ستیزند ای حرون  ** فانتظرهم انهم منتظرون 
  • Mustafa aleyhisselam’ın konuğuna şahadeti arzetmesi
  • عرضه کردن مصطفی علیه‌السلام شهادت را بر مهمان خویش 
  • Bu söze son yoktur, Mustafa, ona iman etmesini söyledi, o da kabul etti.
  • این سخن پایان ندارد مصطفی  ** عرضه کرد ایمان و پذرفت آن فتی 
  • O kutlu şahadet bağlanmış düğümleri çözdü.
  • آن شهادت را که فرخ بوده است  ** بندهای بسته را بگشوده است 
  • İmana geldi. Mustafa ona dedi ki: Bu gece de bizim konuğumuz ol.
  • گشت مؤمن گفت او را مصطفی  ** که امشبان هم باش تو مهمان ما 
  • Adam vallahi dedi, ebedi olarak senin konuğunum. Nerede olursam olayım, nereye gidersem gideyim sana misafirim.
  • گفت والله تا ابد ضیف توم  ** هر کجا باشم بهر جا که روم 
  • Beni dirilttin, senin azatlın, senin kapıcınım. Bu alemde senin sofranın başında, o alem de. 265
  • زنده کرده و معتق و دربان تو  ** این جهان و آن جهان بر خوان تو 
  • Bu seçilmiş sofradan başka bir sofra seçen kişinin boğazını, nihayet kemik yırtar deler.
  • هر که بگزیند جزین بگزیده خوان  ** عاقبت درد گلویش ز استخوان 
  • Kim senin sofrandan başka bir sofraya giderse bil ki Şeytan, onunla bir kâseden yemek yer.
  • هر که سوی خوان غیر تو رود  ** دیو با او دان که هم‌کاسه بود 
  • Kim senin komşuluğundan kaçarsa şüphe yok ki Şeytan, ona komşu olur.
  • هر که از همسایگی تو رود  ** دیو بی‌شکی که همسایه‌ش شود 
  • Kim sensiz uzak bir yola giderse Şeytan onula yoldaş olur, onunla bir sofraya oturur.
  • ور رود بی‌تو سفر او دوردست  ** دیو بد همراه و هم‌سفره‌ی ویست 
  • Yüce ve güzel bir ata binse aya haset eder; Şeytan da ona arkadaş olur. 270
  • ور نشیند بر سر اسپ شریف  ** حاسد ماهست دیو او را ردیف 
  • Nazlı karısı ondan bir çocuk doğursa Şeytan onun soyundan ona ortak kesilir.
  • ور بچه گیرد ازو شهناز او  ** دیو در نسلش بود انباز او 
  • Allah Kur’anda “Ey Mümin, Şeytana kafirlerin mallarında, evlatlarında ortak ol” buyurmuştur.
  • در نبی شارکهم گفتست حق  ** هم در اموال و در اولاد ای شفق 
  • Peygamber bunu Ali’ye değer biçilmez sözleri arasında açıkça söylemiştir.
  • گفت پیغامبر ز غیب این را جلی  ** در مقالات نوادر با علی 
  • Konuk dedi ki: “Ey Allah elçisi, bulutsuz bir güneş gibi peygamberliği sen tamamladın, apaydın bir hale koydun.
  • یا رسول‌الله رسالت را تمام  ** تو نمودی هم‌چو شمس بی‌غمام 
  • Senin bu yaptığını iki yüz ana yapamaz. İsa bile bunu Azer’e yapmadı. 275
  • این که تو کردی دو صد مادر نکرد  ** عیسی از افسونش با عازر نکرد 
  • Senin yüzünden canım hemencecik ecelden kurtuldu. Azer de dirildi ama o anda yine öldü.
  • از تو جانم از اجل نک جان ببرد  ** عازر ار شد زنده زان دم باز مرد 
  • Arap o gece Peygambere konuk oldu, bir keçiden sağılan sütün yarısını ancak yiyebildi, ağzını silip çekildi.
  • گشت مهمان رسول آن شب عرب  ** شیر یک بز نیمه خورد و بست لب 
  • Peygamber süt iç, yufka ekmeği ye diye ısrar ettiyse de Vallahi dedi, riyasız doydum.
  • کرد الحاحش بخور شیر و رقاق  ** گفت گشتم سیر والله بی‌نفاق