English    Türkçe    فارسی   

5
2331-2380

  • O zayıflıkla bir müddet avlanamadı, öbür canavarlar da kuşluk yemeği yiyemez oldular.
  • Çünkü aslandan artan artıkları onlar yerlerdi. Aslan hastalanınca onlar da dara düştüler.
  • Aslan, bir tilkiye var git, benim içim bir eşek avla.
  • Çayırlıkta bir eşek bulursan ona maval oku, kandırıp buraya getir.
  • Eşeğin etini yer, kuvvetlenirsem ondan sonra başka bir av tutabilirim. 2335
  • Birazcığını ben yiyeyim, geri kalanını siz yersiniz. Ben de bu suretle sizin gıdalanmanıza sebep olayım.
  • Benim için ya bir eşek ara, ya bir öküz. Ne bulursan ona, o bildiğin afsunlardan oku,
  • Onu afsunlarla, güzel sözlerle aldat, buraya çek, getir diye emir verdi.
  • Tanrı ilhamiyle, mertebelere göre halka yargılanma ve rahmet gıdasından ecir verme bakımından Tanrı'ya vâsıl olan kutup, aslana benzer. Başka canavarlar da onun artıklarını yeyip doyarlar. Fakat onların aslana yakınlıkları, mekân bakımından değil, sıfat bakımındandır. Bunun tafsilleri, çoktur, doğru yola götüren, Tanrı'dır
  • Kutup aslandır, işi de avlanmakdır. Bu halkın artakalanları, onun artıklarını yerler.
  • Kudretin yettikçe kutbun rızasına çalış da o kuvvetlensin, vahşi hayvanları avlasın. 2340
  • Onun, halk gibi kuvvetsiz kalması caiz mi? Bütün boğazlara giren rızık, aklın elinden verilir.
  • Çünkü halkın bulabildiği şey, ancak onun artığıdır. Senden av isterse bunu gözet.
  • O, akıl gibidir. Halksa bedendeki uzuvlara benzer. Bedenin tedbiri, akla bağlıdır.
  • Kutbun zayıflaması, ten cihetinden olur. ruh cihetinden değil. Gemi zayıflar. Nuh zayıflamaz.
  • Kutup, o kimsedir ki kendi etrafında döner dolaşır. Göklerse onun etrafında döner. 2345
  • Gemisini tamir hususunda ona yardım et. has bir kul, tam bir köle olduysan buna çalış.
  • Ona yardım edersen bu yardım sana yarar, ona değil- Tanrı "Tanrıya yardım ederseniz yardıma nail olursunuz" buyurdu.
  • Tilki gibi av avla da ona feda et. Bu suretle o verdiğin avın binlerce mislini karşılık olarak al.
  • Müridin avlanması tilkicesine olur. İnatçı sırtlan, ölü hayvan avlar.
  • Onun önüne ölüyü getirsen o ölü dirilir. Bostana dökülen gübre, mahsulü geliştirir. 2350
  • Tilki, aslana emriniz baş üstüne. Hileler düzeyim, aklını başından alayım, istediğin gibi hizmette bulunayım.
  • Hile ve afsun benim isimdir. İşim gücüm, masal söylemeden, halkı yoldan çıkarmadan ibarettir dedi.
  • Dağ başından dereye doğru koşmaya başladı. Derken o yoksul ve zayıf eşeği buldu.
  • Candan bir selâm verip yanına gitti, o saf yoksulun yanına vardı.
  • Dedi ki: Bu kuru ovada ne âlemdesin? Bu çorak kayalıklarda ne yapıyorsun? 2355
  • Eşek dedi ki: İster gamda olayım, ister cennette. Kısmetimi Tanrı veriyor, ona şükretmedeyim.
  • Dosta hayır zamanında da şükrederim, şer zamanında da. Çünkü kaza ve kaderde beterin beteri var.
  • Mademki rızkı taksim eden o, şikâyet küfürdür. Sabır gerektir. Sabır genişliğe ulaşmanın anahtarıdır.
  • Tanrıdan başka herkes düşmandır, dost odur. Şu halde dosttan düşmana şikâyetlenmek iyi bir şey mi?
  • Bana ayran verirse bal istemem. Çünkü her nimetin bir gamı vardır. 2360
  • Oduncunun eşeği, has ahırdaki arap atlarının şevketini görünce o devleti dilemesi, bu hikâye münasebetiyle de yargılanma ve inayetten başka bir şey istemenin doğru olmadığı. Çünkü yüz çeşit zahmet, yargılanma lezzeti gibi olsa o zahmetlerin hepsi de atlıdır. Fakat denenmiyen devleti istersen o devletin bir de zahmeti vardır, sen onu göremezsin. Nitekim her tuzakta tane görünür, tuzak görünmez. Sense şu bir tek tuzağa tutulmuşsun, o tanelerin hep senin olmasını ister keşke oraya varsam onların hepsini toplasam dersin. Sanırsın ki o taneler, tuzaksızdır.
  • Bir saka vardı. Onun da bir eşeği vardı. Mihnetten çember gibi iki büklüm olmuştu.
  • Sırtında ağır yükten açılmış yüzlerce yara vardı. Ölüm gününe âdeta âşıktı, ölümünü arayıp duruyordu.
  • Arpa nerde? Kuru otu bile bulamıyor, onunla bile karnını doyuramıyordu. Bir yandan sırtında yara vardı, bir yandan da sahibi demir bir şişle onu nodullayıp duruyordu.
  • İmrahor, onu görüp acıdı. Eşeğin sahibiyle dostluğu vardı.
  • Ona selâm verdi, bu eşek neden böyle dal gibi iki kat olmuş diye sordu. 2365
  • Adam, benim yoksulluğumdan, benim taksiratımdan. Bu ağzı dili bağlı mahlûk saman bulamıyor dedi.
  • İmrahor dedi ki: Sen, birkaç gün onu bana ver de padişahın ahırında kuvvetlensin.
  • Adam, eşeği o merhametli kişiye verdi. O da onu padişahın ahırına bağladı.
  • Eşek, her yanda tavlı, semiz, güzel ve taze arap atlarını gördü.
  • Ayak bastıkları yerler süpürülmüş, sulanmıştı. Saman da tam vaktinde geliyordu, arpa da tam vaktinde. 2370
  • Atların tımarını da görünce başını göğe kaldırdı da dedi ki: Ey ulu Tanrı,
  • Tutalım eşeğim, senin mahlûkun değil miyim? Neden böyle perişanım, neden sırtım yaralı, neden zayıfım?
  • Geceleri arkamın acısından, karnımın acılığından her an ölümümü istiyorum,
  • Bu atların halleri böyle mükemmel. Peki, neden azap ve belâ, yalnız bana mahsus?
  • Derken ansızın savaş koptu. Arap atlarına eğerleri vurup savaşa sürdüler. 2375
  • Onlar, düşmandan oklar yediler. Her yanlarına temrenler sapladı.
  • Savaştan geri dönüp hepsi de perişan bir halde ahıra düştüler.
  • Ayakları sağlam iplerle mükemmel bağlandı. Nalbantlar sıra sıra dizildi.
  • Hançerlerle bedenlerini yarıyor, yaralardan temrenleri çıkarıyorlardı.
  • Eşek bunları görünce dedi ki: Yarabbi, ben yoksullukla süregeldiğim şu afiyete razıyım. 2380