Nadir şeyin etrafında dönüp dolaşmak, bilgisizlikten ileri gelir. Herkes, nerden padişahlığa yol bulacak?
گرد نادر گشتن از نادانی است ** هر کسی را کی ره سلطانی است
Peygamber, kanaate hazine demiştir. Gizli hazineyi herkes, elde edebilir mi?2395
چون قناعت را پیمبر گنج گفت ** هر کسی را کی رسد گنج نهفت
Haddini bil de yukarlarda uçma. Uçma da kötülük çukuruna düşme!
حد خود بشناس و بر بالا مپر ** تا نیفتی در نشیب شور و شر
Eşeğin, tilkiye cevap vermesi
جواب گفتن خر روباه را
Eşek, bunu ters söylüyorsun dedi, bil ki kötülük, insana tamahtan gelir.
گفت این معکوس میگویی بدان ** شور و شر از طمع آید سوی جان
Kanaatten hiç kimse ölmedi, hırsla da hiç kimse padişah olmadı.
از قناعت هیچ کس بیجان نشد ** از حریصی هیچ کس سلطان نشد
Tanrı, ekmeği domuzlarla köpeklerden bile esirgemiyor. Şu bulut ve yağmur, insanların kazancı değil ya.
نان ز خوکان و سگان نبود دریغ ** کسپ مردم نیست این باران و میغ
Sen nasıl rızıka düşkün bir âşıksan rızık da rızık yiyene öyle düşkün bir âşıktır.2400
آنچنان که عاشقی بر زرق زار ** هست عاشق رزق هم بر رزقخوار
Tanrı'ya dayanma münasebetiyle bu dayancı denemek istiyen ve sebepleri bırakıp şehirden ve halkın geçeceği yerlerden uzaklaşarak bir dağ eteğine giden, açlıktan basını bir taşa koyan ve içinden Yarabbi, senin sebep yaratmana ve rızık vericiliğine dayandım, sebepleri bıraktım. Bu suretle sana dayanmanın sebep halk etmesini de göreyim diyen zahidin hikâyesi
در تقریر معنی توکل حکایت آن زاهد کی توکل را امتحان میکرد از میان اسباب و شهر برون آمد و از قوارع و رهگذر خلق دور شد و ببن کوهی مهجوری مفقودی در غایت گرسنگی سر بر سر سنگی نهاد و خفت و با خود گفت توکل کردم بر سببسازی و رزاقی تو و از اسباب منقطع شدم تا ببینم سببیت توکل را
Bir zahit, Mustafa'dan "Herkesin rızkı Tanrıdan gelir.
آن یکی زاهد شنود از مصطفی ** که یقین آید به جان رزق از خدا
Dilesen de, dilemesen de rızkın, senin aşkınla koşa koşa gelir, sana ulaşır" sözünü duymuştu.
گر بخواهی ور نخواهی رزق تو ** پیش تو آید دوان از عشق تو
Denemek için sahralara düştü, bir dağın dibine vardı, yatıp uyudu.
از برای امتحان آن مرد رفت ** در بیابان نزد کوهی خفت تفت
Bakalım diyordu, rızkım gelecek mi? Şunu bir göreyim de bu husustaki inancım kuvvetlensin.
که ببینم رزق میآید به من ** تا قوی گردد مرا در رزق ظن
Bir kervan, yolunu kaybetti. Süre süre o adamın bulunduğu yere kadar geldi. Kervan halkı onu uyumuş görünce,2405
کاروانی راه گم کرد و کشید ** سوی کوه آن ممتحن را خفته دید
Birisi bu adam neden böyle çölde yoldan ve şehirden uzak bir yerde çıplak bir halde yatıyor?
گفت این مرد این طرف چونست عور ** در بیابان از ره و از شهر دور
Hiçbir kurttan, hiçbir düşmandan korkmuyor. ölü mü acaba, yoksa diri mi? dedi.
ای عجب مردهست یا زنده که او ** مینترسد هیچ از گرگ و عدو
Kervan halkı gelip onu yakaladılar. O ulu er, mahsustan hiçbir şey söylemedi.
آمدند و دست بر وی میزدند ** قاصدا چیزی نگفت آن ارجمند
Ne vücudunu oynattı, ne başını. Ne de gözünü açtı.
هم نجنبید و نجنبانید سر ** وا نکرد از امتحان هم او بصر
Bunun üzerine bu zavallı zayıf, açlıktan ölüm haline gelmiş dediler.2410
پس بگفتند این ضعیف بیمراد ** از مجاعت سکته اندر اوفتاد
Ekmek ve bir kap içinde yemek getirdiler. Boğazına dökmek istediler.
نان بیاوردند و در دیگی طعام ** تا بریزندش به حلقوم و به کام
Zahit, rızkın, insana çaresiz yetişip geleceği hakkındaki sözü iyice anlamak için inadına dişlerini sıktı.
پس بقاصد مرد دندان سخت کرد ** تا ببیند صدق آن میعاد مرد
Kervan halkı acıdılar. Bu zavallı, tamamiyle bitmiş, açlıktan ölüm haline gelmiş dediler.
رحمشان آمد که این بس بینواست ** وز مجاعت هالک مرگ و فناست
Adam dedi ki: Gönül, susuyorsun ama sırrı biliyorsun da kendini naza çekiyorsun.
گفت ای دل گرچه خود تن میزنی ** راز میدانی و نازی میکنی
Gönlü cevap verdi. Biliyorum ki canıma da rızık veren Tanrıdır, tenime de. Bunu da mahsustan yapıyorum.
گفت دل دانم و قاصد میکنم ** رازق الله است بر جان و تنم
Bundan fazla sınama, deneme olur mu? Rızık, sabredenlere ne güzel yetişiyor bak.
امتحان زین بیشتر خود چون بود ** رزق سوی صابران خوش میرود
Tilkinin eşeğe cevap vermesi ve onu kazanca teşvik etmesi
جواب دادن روبه خر را و تحریض کردن او خر را بر کسب
Tilki dedi ki: Bu hikâyeleri bırak da az bile olsa elini kazanca at!
گفت روبه این حکایت را بهل ** دستها بر کسب زن جهد المقل
Tanrı sana el vermiştir, bir iş yap. Kazan da bir dosta da yardımda bulun.2420
دست دادستت خدا کاری بکن ** مکسبی کن یاری یاری بکن
Herkes, bir kazanca yürümüş, başka dostlarına da, yardım ediyor.
هر کسی در مکسبی پا مینهد ** یاری یاران دیگر میکند
Bütün kazancı bir kişi elde edemez. Bir kişi, hem dülger, hem saka, hem terzi olamaz ya.
زانک جمله کسب ناید از یکی ** هم دروگر هم سقا هم حایکی
Âlemin kararı böyledir. Herkes, yoksulluğundan bir işe sarılmıştır.
این بهنبازیست عالم بر قرار ** هر کسی کاری گزیند ز افتقار
Ortada bedava yemek şart değildir. Sünnet olan yol, iş işlemek ve bir şey kazanmaktır.
طبلخواری در میانه شرط نیست ** راه سنت کار و مکسب کردنیست
Eşeğin, tilkiye Tanrı'ya dayanmak kazançların en iyisidir. Çünkü herkes ona muhtaçtır. Herkes, yarabbi, bana bu işi rasgetir diye dua eder. Duada Tanrı'ya dayanma vardır. Tanrı'ya dayanmak, öyle bir kazançtır ki bu kazancı elde edenin, başka hiç bir kazanca ihtiyacı yoktur ve saire diye cevap vermesi
جواب گفتن خر روباه را کی توکل بهترین کسبهاست کی هر کسبی محتاجست به توکل کی ای خدا این کار مرا راست آر و دعا متضمن توکلست و توکل کسبی است کی به هیچ کسبی دیگر محتاج نیست الی آخره
Eşek dedi ki: Ben Tanrı'ya dayanmadan daha iyi bir kâr bilmiyorum. İki âlemde de en iyi kazanç budur.2425
گفت من به از توکل بر ربی ** میندانم در دو عالم مکسبی
Ona şükretme kazancının eşini göremiyorum. Tanrıya şükür, rızkı artırır.
کسب شکرش را نمیدانم ندید ** تا کشد رزق خدا رزق و مزید
Aralarındaki bahis uzadı. Nihayet sualden de kaldılar, cevaptan da.
بحثشان بسیار شد اندر خطاب ** مانده گشتند از سال و از جواب
Tilki, bundan sonra ona "Nefislerinizi, ellerinizle tehlikeye atmayın" emrini söyledi.
بعد از آن گفتش بدان در مملکه ** نهی لا تلقوا بایدی تهلکه
Kuru ve kayalık bir sahrada sabretmek ahmaklıktır. Tanrı'nın âlemi geniş.
صبر در صحرای خشک و سنگلاخ ** احمقی باشد جهان حق فراخ
Buradan çayırlığa göç. Orada ırmak kenarında yeşil otlar otla.2430
نقل کن زینجا به سوی مرغزار ** میچر آنجا سبزه گرد جویبار
Cennet gibi yemyeşil bir çayırlık. Orada yeşillikler bitmiş, ta bele kadar büyümüş.
مرغزاری سبز مانند جنان ** سبزه رسته اندر آنجا تا میان
Ne mutlu o hayvana ki oraya varır. Deve bile o yeşillikte kaybolur.
خرم آن حیوان که او آنجا شود ** اشتر اندر سبزه ناپیدا شود
Orada her yanda bir kaynak akmada. Orada hayvanlar, amana kavuşmuş, hepsi rahattaydı.
هر طرف در وی یکی چشمهی روان ** اندرو حیوان مرفه در امان
Eşek, eşekliğinden "A melun, sen oradasın da neden böyle zayıfsın?
از خری او را نمیگفت ای لعین ** تو از آنجایی چرا زاری چنین
Nerde neşen, semizliğin, nerde nurun, ferin? Neden bu sıkıntılara düşmüş bedenin böyle zayıf?2435
کو نشاط و فربهی و فر تو ** چیست این لاغر تن مضطر تو
Bu aç gözlülük, bu görmemezlik, senin yoksuzluğundandır, beylerbeyi olduğundan değil.
شرح روضه گر دروغ و زور نیست ** پس چرا چشمت ازو مخمور نیست
Madem kaynaktan geldin, neden kurusun?
این گدا چشمی و این نادیدگی ** از گدایی تست نه از بگلربگی
Madem misk ceylânısın, nerde sende misk kokusu?
چون ز چشمه آمدی چونی تو خشک ** ور تو ناف آهویی کو بوی مشک
Söylediğin, anlattığın şeylerden neden sende bir nişane yok ey yüce kişi?" diyemedi.
زانک میگویی و شرحش میکنی ** چون نشانی در تو نامد ای سنی
Bir devleti haber verende o devletin eserini ve nurunu göremezsen onun mukallit olduğuna hükmetmen lâzımdır. Bu hususta bir deve hikâyesini örnek getiriyoruz.
مثل آوردن اشتر در بیان آنک در مخبر دولتی فر و اثر آن چون نبینی جای متهم داشتن باشد کی او مقلدست در آن
Birisi, deveye "Ey izi kutlu, nerden geliyorsun?" dedi.2440
آن یکی پرسید اشتر را که هی ** از کجا میآیی ای اقبال پی
Deve dedi ki: Senin civarında bulunan sıcacık hamamdan. Adam, evet dedi, zaten dizinden belli!
گفت از حمام گرم کوی تو ** گفت خود پیداست در زانوی تو
İnatçı Firavun, Musa'nın ejderhasını görünce mühlet istedi, yumuşaklık gösterdi.
مار موسی دید فرعون عنود ** مهلتی میخواست نرمی مینمود
Akıllılar dediler ki: Bu, daha fazla sertleşmeliydi. Hani ya Tanrıydı ya!
زیرکان گفتند بایستی که این ** تندتر گشتی چو هست او رب دین