English    Türkçe    فارسی   

5
2426-2475

  • Ona şükretme kazancının eşini göremiyorum. Tanrıya şükür, rızkı artırır.
  • کسب شکرش را نمی‌دانم ندید  ** تا کشد رزق خدا رزق و مزید 
  • Aralarındaki bahis uzadı. Nihayet sualden de kaldılar, cevaptan da.
  • بحثشان بسیار شد اندر خطاب  ** مانده گشتند از سال و از جواب 
  • Tilki, bundan sonra ona "Nefislerinizi, ellerinizle tehlikeye atmayın" emrini söyledi.
  • بعد از آن گفتش بدان در مملکه  ** نهی لا تلقوا بایدی تهلکه 
  • Kuru ve kayalık bir sahrada sabretmek ahmaklıktır. Tanrı'nın âlemi geniş.
  • صبر در صحرای خشک و سنگ‌لاخ  ** احمقی باشد جهان حق فراخ 
  • Buradan çayırlığa göç. Orada ırmak kenarında yeşil otlar otla. 2430
  • نقل کن زینجا به سوی مرغزار  ** می‌چر آنجا سبزه گرد جویبار 
  • Cennet gibi yemyeşil bir çayırlık. Orada yeşillikler bitmiş, ta bele kadar büyümüş.
  • مرغزاری سبز مانند جنان  ** سبزه رسته اندر آنجا تا میان 
  • Ne mutlu o hayvana ki oraya varır. Deve bile o yeşillikte kaybolur.
  • خرم آن حیوان که او آنجا شود  ** اشتر اندر سبزه ناپیدا شود 
  • Orada her yanda bir kaynak akmada. Orada hayvanlar, amana kavuşmuş, hepsi rahattaydı.
  • هر طرف در وی یکی چشمه‌ی روان  ** اندرو حیوان مرفه در امان 
  • Eşek, eşekliğinden "A melun, sen oradasın da neden böyle zayıfsın?
  • از خری او را نمی‌گفت ای لعین  ** تو از آن‌جایی چرا زاری چنین 
  • Nerde neşen, semizliğin, nerde nurun, ferin? Neden bu sıkıntılara düşmüş bedenin böyle zayıf? 2435
  • کو نشاط و فربهی و فر تو  ** چیست این لاغر تن مضطر تو 
  • Bu aç gözlülük, bu görmemezlik, senin yoksuzluğundandır, beylerbeyi olduğundan değil.
  • شرح روضه گر دروغ و زور نیست  ** پس چرا چشمت ازو مخمور نیست 
  • Madem kaynaktan geldin, neden kurusun?
  • این گدا چشمی و این نادیدگی  ** از گدایی تست نه از بگلربگی 
  • Madem misk ceylânısın, nerde sende misk kokusu?
  • چون ز چشمه آمدی چونی تو خشک  ** ور تو ناف آهویی کو بوی مشک 
  • Söylediğin, anlattığın şeylerden neden sende bir nişane yok ey yüce kişi?" diyemedi.
  • زانک می‌گویی و شرحش می‌کنی  ** چون نشانی در تو نامد ای سنی 
  • Bir devleti haber verende o devletin eserini ve nurunu göremezsen onun mukallit olduğuna hükmetmen lâzımdır. Bu hususta bir deve hikâyesini örnek getiriyoruz.
  • مثل آوردن اشتر در بیان آنک در مخبر دولتی فر و اثر آن چون نبینی جای متهم داشتن باشد کی او مقلدست در آن 
  • Birisi, deveye "Ey izi kutlu, nerden geliyorsun?" dedi. 2440
  • آن یکی پرسید اشتر را که هی  ** از کجا می‌آیی ای اقبال پی 
  • Deve dedi ki: Senin civarında bulunan sıcacık hamamdan. Adam, evet dedi, zaten dizinden belli!
  • گفت از حمام گرم کوی تو  ** گفت خود پیداست در زانوی تو 
  • İnatçı Firavun, Musa'nın ejderhasını görünce mühlet istedi, yumuşaklık gösterdi.
  • مار موسی دید فرعون عنود  ** مهلتی می‌خواست نرمی می‌نمود 
  • Akıllılar dediler ki: Bu, daha fazla sertleşmeliydi. Hani ya Tanrıydı ya!
  • زیرکان گفتند بایستی که این  ** تندتر گشتی چو هست او رب دین 
  • Mucize ister ejderha olsun, ister yılan. Onun Tanrılık kibri, Tanrılık hışımı ne oldu?
  • معجزه‌گر اژدها گر مار بد  ** نخوت و خشم خدایی‌اش چه شد 
  • Oturunca "Ben yüce Tanrıyım" diyordu. Bir kurtcağız için bu yaltaklanma neden? 2445
  • رب اعلی گر ویست اندر جلوس  ** بهر یک کرمی چیست این چاپلوس 
  • Senin nefsin, mezeyle, hurma şarabiyle sarhoşsa bil ki gayıp salkımını görmemiştir.
  • نفس تو تا مست نقلست و نبید  ** دانک روحت خوشه‌ی غیبی ندید 
  • Çünkü o nuru görenlerde alâmetler vardır. Onlar, bu gurur yüzünden uzaklaşırlar.
  • که علاماتست زان دیدار نور  ** التجافی منک عن دار الغرور 
  • Acı suyun etrafında dönüp dolaşan kuş, tatlı suyu görmemiştir.
  • مرغ چون بر آب شوری می‌تند  ** آب شیرین را ندیدست او مدد 
  • Onun imanı da taklitten ibarettir. Canı, iman yüzünü görmemiştir.
  • بلک تقلیدست آن ایمان او  ** روی ایمان را ندیده جان او 
  • Mukallide yoldan da büyük bir tehlike vardır" yol kesen taşlanmış Şeytandan da. 2450
  • پس خطر باشد مقلد را عظیم  ** از ره و ره‌زن ز شیطان رجیم 
  • Fakat hak nurunu görünce emin olur. Ondaki şüphe ıstırapları yatışır.
  • چون ببیند نور حق آمن شود  ** ز اضطرابات شک او ساکن شود 
  • Denizin köpüğü, aslı olan toprağa gelmedikçe çalkanır durur.
  • تا کف دریا نیاید سوی خاک  ** که اصل او آمد بود در اصطکاک 
  • O köpük, toprağa aittir, denizde gariptir. Gariplikte de ıstırap çekmesinden başka bir çaresi yoktur.
  • خاکی است آن کف غریبست اندر آب  ** در غریبی چاره نبود ز اضطراب 
  • Bir adamın gözü açıldı da o nakşı okudu mu artık Şeytan, bir daha ona el atamaz.
  • چونک چشمش باز شد و آن نقش خواند  ** دیو را بر وی دگر دستی نماند 
  • Eşek, tilkiye sırlar söyledi ama serserice söyledi, mukallitçe söyledi. 2455
  • گرچه با روباه خر اسرار گفت  ** سرسری گفت و مقلدوار گفت 
  • Suyu övdü, fakat iştiyakı yoktu. Yüzünü, elbisesini yırttı, fakat âşık değildi.
  • آب را بستود و او تایق نبود  ** رخ درید و جامه او عاشق نبود 
  • Münafıkın özrü kabul edilmez. Çünkü o özür, dudağındadır, kalbinde değil.
  • از منافق عذر رد آمد نه خوب  ** زانک در لب بود آن نه در قلوب 
  • Elma kokusuna sahiptir ama elmaya değil. O koku, onda ancak zarar vermek için vardır.
  • بوی سیبش هست جزو سیب نیست  ** بو درو جز از پی آسیب نیست 
  • Bütün kadınlar, savaşta saf yarmazlar, feryat ve figan ederler.
  • حمله‌ی زن در میان کارزار  ** نشکند صف بلک گردد کارزار 
  • Onu saf içinde aslan gibi görürsün, eline kılıcını almıştır ama eli titrer durur. 2460
  • گرچه می‌بینی چو شیر اندر صفش  ** تیغ بگرفته همی‌لرزد کفش 
  • Vay aklı dişi, kötü ve çirkin nefsi erkek ve atılmaya hazır olana!
  • وای آنک عقل او ماده بود  ** نفس زشتش نر و آماده بود 
  • Nihayet onun aklı alt olur. Ziyandan başka bir yere göçemez.
  • لاجرم مغلوب باشد عقل او  ** جز سوی خسران نباشد نقل او 
  • Ne mutlu aklı erkek olana, çirkin nefsi dişi ve âciz bulunana!
  • ای خنک آن کس که عقلش نر بود  ** نفس زشتش ماده و مضطر بود 
  • Cüzi aklı, erkek ve üst olursa dişi nefsini aklı, alt eder.
  • عقل جزوی‌اش نر و غالب بود  ** نفس انثی را خرد سالب بود 
  • Görünüşte dişinin saldırması da kuvvetlidir ama onun ziyanı, o eşek gibi, eşekliğindendir. 2465
  • حمله‌ی ماده به صورت هم جریست  ** آفت او هم‌چو آن خر از خریست 
  • Kadında hayvan sıfatı üstündür. Çünkü kadının renge, kokuya meyli vardır.
  • وصف حیوانی بود بر زن فزون  ** زانک سوی رنگ و بو دارد رکون 
  • O eşek de çayırlığın rengini, kokusunu duyunca elindeki bütün deliller kaçıp gitti.
  • رنگ و بوی سبزه‌زار آن خر شنید  ** جمله حجتها ز طبع او رمید 
  • Yağmura muhtaç bir susuz haline geldi, bulut yoktu, öküz açlığına uğradı, sabrı yoktu.
  • تشنه محتاج مطر شد وابر نه  ** نفس را جوع البقر بد صبر نه 
  • Babam, sabır demir kalkandır. Tanrı, kalkana "Zafer geldi çattı" yazısını yazmıştır.
  • اسپر آهن بود صبر ای پدر  ** حق نبشته بر سپر جاء الظفر 
  • Mukallit, söz arasında yüzlerce delil getirir. Fakat onları kıyas bakımından söyler, açık bir tarzda değil. 2470
  • صد دلیل آرد مقلد در بیان  ** از قیاسی گوید آن را نه از عیان 
  • Misklere bulanmıştır ama misk değildir. Kendisinde misk kokusu vardır ama pis bir şeydir ancak.
  • مشک‌آلودست الا مشک نیست  ** بوی مشکستش ولی جز پشک نیست 
  • Ey mürit, pislik, misk haline gelinceye kadar yıllarca o bahçede otlamak gerek.
  • تا که پشکی مشک گردد ای مرید  ** سالها باید در آن روضه چرید 
  • Evet, arpa yememeli eşekler gibi. Ceylâncasına Huten ülkesinde erguvan otlamak gerek.
  • که نباید خورد و جو هم‌چون خران  ** آهوانه در ختن چر ارغوان 
  • Karanfilden, yaseminden, gülden başka bir şey otlama. O ceylânlarla Huten sahrasına yürü!
  • جز قرنفل یا سمن یا گل مچر  ** رو به صحرای ختن با آن نفر 
  • Mideni o reyhanlara, güllere alıştır da peygamberlerin hikmet ve gıdasını bul. 2475
  • معده را خو کن بدان ریحان و گل  ** تا بیابی حکمت و قوت رسل