- Güzelliğe görülmeye ehemmiyet bile vermez, tekellüflere, canla, başla oynamaya, cömertliklerde bulunmaya aldırış bile etmez.
- شاهدیاش فارغ آمد از شهود ** وز تکلفها و جانبازی و جود
- O incinin nuru dışa vurdu mu artık, o, bu zahitliklerden kurtulmuştur.
- نور آن گوهر چو بیرون تافتست ** زین تسلسها فراغت یافتست
- Artık ondan iş ve söz tanığı arama, iki cihan da gül gibi onun yüzünden açılmıştır. 245
- پس مجو از وی گواه فعل و گفت ** که ازو هر دو جهان چون گل شکفت
- İster söz olsun, ister iş ister başka şey... Bu tanıklık nedir? Gizliyi meydana çıkartmak değil mi?
- این گواهی چیست اظهار نهان ** خواه قول و خواه فعل و غیر آن
- Maksat cevherin sırrını meydana çıkartmaktır. Vasıf bakidir, bu arazsa geçici.
- که عرض اظهار سر جوهرست ** وصف باقی وین عرض بر معبرست
- Altının mihenkte bıraktığı iz kalmaz, fakat şüphe yok ki altın, adı iyi olarak kalır.
- این نشان زر نماند بر محک ** زر بماند نیک نام و بی ز شک
- Bu namaz, bu savaş ve bu oruç da kalmaz. Fakat can, iyi adla iyi sanla kalır.
- این صلات و این جهاد و این صیام ** هم نماند جان بماند نیکنام
- Can böyle işler, böyle sözler gösterdi de cevherini, buyruk mihengine sürdü; 250
- جان چنین افعال و اقوالی نمود ** بر محک امر جوهر را بسود
- İnanışım doğrudur. İşte tanığım da buracıkta dedi. Fakat tanıklar şüphelidir.
- که اعتقادم راستست اینک گواه ** لیک هست اندر گواهان اشتباه
- Bil ki tanıkları tezkiye lazımdır: Senin davanı kabul etmek, tezkiyeye bağlıdır.
- تزکیه باید گواهان را بدان ** تزکیش صدقی که موقوفی بدان
- Sözü doğru söylemek, söze ait tanıktadır, ahdi korumak da işe ait tanıkta.
- حفظ لفظ اندر گواه قولیست ** حفظ عهد اندر گواه فعلیست
- Söz tanığı eğri söylerse reddedilir, iş tanığı da eğri yürür, koşarsa yine reddedilir.
- گر گواه قول کژ گوید ردست ** ور گواه فعل کژ پوید ردست
- Sözde ve işte bir ayrılık olmamalı ki bu tanıklar kabul edilsin. 255
- قول و فعل بیتناقض بایدت ** تا قبول اندر زمان بیش آیدت
- “Çalışmanız ayrı ayrı; aykırılıklar içindesiniz” Gündüz dikiyorsunuz gece söküyorsunuz!
- سعیکم شتی تناقض اندرید ** روز میدوزید شب بر میدرید
- Peki sözleri birbirine uymayan şahidi kim dinler? Meğer ki Allah kendi lütfu ile bir hilim göstere.
- پس گواهی با تناقض کی شنود ** یا مگر حلمی کند از لطف خود
- Söz ve iş, içtekini, sırrı meydana vurmaktadır. Her ikisi, gizli sırrı meydana çıkarır.
- فعل و قول اظهار سرست و ضمیر ** هر دو پیدا میکند سر ستیر
- Tanığın tezkiye edildi mi kabul olunur, yoksa yerinde sayar emekler durur.
- چون گواهت تزکیه شد شد قبول ** ورنه محبوس است اندر مول مول
- A inatçı, sen inat ettikçe onlar da ederler. “Sen onları bekleyedur onlar da bekliyorlar!.. 260
- تا تو بستیزی ستیزند ای حرون ** فانتظرهم انهم منتظرون
- Mustafa aleyhisselam’ın konuğuna şahadeti arzetmesi
- عرضه کردن مصطفی علیهالسلام شهادت را بر مهمان خویش
- Bu söze son yoktur, Mustafa, ona iman etmesini söyledi, o da kabul etti.
- این سخن پایان ندارد مصطفی ** عرضه کرد ایمان و پذرفت آن فتی
- O kutlu şahadet bağlanmış düğümleri çözdü.
- آن شهادت را که فرخ بوده است ** بندهای بسته را بگشوده است
- İmana geldi. Mustafa ona dedi ki: Bu gece de bizim konuğumuz ol.
- گشت مؤمن گفت او را مصطفی ** که امشبان هم باش تو مهمان ما
- Adam vallahi dedi, ebedi olarak senin konuğunum. Nerede olursam olayım, nereye gidersem gideyim sana misafirim.
- گفت والله تا ابد ضیف توم ** هر کجا باشم بهر جا که روم
- Beni dirilttin, senin azatlın, senin kapıcınım. Bu alemde senin sofranın başında, o alem de. 265
- زنده کرده و معتق و دربان تو ** این جهان و آن جهان بر خوان تو
- Bu seçilmiş sofradan başka bir sofra seçen kişinin boğazını, nihayet kemik yırtar deler.
- هر که بگزیند جزین بگزیده خوان ** عاقبت درد گلویش ز استخوان
- Kim senin sofrandan başka bir sofraya giderse bil ki Şeytan, onunla bir kâseden yemek yer.
- هر که سوی خوان غیر تو رود ** دیو با او دان که همکاسه بود
- Kim senin komşuluğundan kaçarsa şüphe yok ki Şeytan, ona komşu olur.
- هر که از همسایگی تو رود ** دیو بیشکی که همسایهش شود
- Kim sensiz uzak bir yola giderse Şeytan onula yoldaş olur, onunla bir sofraya oturur.
- ور رود بیتو سفر او دوردست ** دیو بد همراه و همسفرهی ویست
- Yüce ve güzel bir ata binse aya haset eder; Şeytan da ona arkadaş olur. 270
- ور نشیند بر سر اسپ شریف ** حاسد ماهست دیو او را ردیف
- Nazlı karısı ondan bir çocuk doğursa Şeytan onun soyundan ona ortak kesilir.
- ور بچه گیرد ازو شهناز او ** دیو در نسلش بود انباز او
- Allah Kur’anda “Ey Mümin, Şeytana kafirlerin mallarında, evlatlarında ortak ol” buyurmuştur.
- در نبی شارکهم گفتست حق ** هم در اموال و در اولاد ای شفق
- Peygamber bunu Ali’ye değer biçilmez sözleri arasında açıkça söylemiştir.
- گفت پیغامبر ز غیب این را جلی ** در مقالات نوادر با علی
- Konuk dedi ki: “Ey Allah elçisi, bulutsuz bir güneş gibi peygamberliği sen tamamladın, apaydın bir hale koydun.
- یا رسولالله رسالت را تمام ** تو نمودی همچو شمس بیغمام
- Senin bu yaptığını iki yüz ana yapamaz. İsa bile bunu Azer’e yapmadı. 275
- این که تو کردی دو صد مادر نکرد ** عیسی از افسونش با عازر نکرد
- Senin yüzünden canım hemencecik ecelden kurtuldu. Azer de dirildi ama o anda yine öldü.
- از تو جانم از اجل نک جان ببرد ** عازر ار شد زنده زان دم باز مرد
- Arap o gece Peygambere konuk oldu, bir keçiden sağılan sütün yarısını ancak yiyebildi, ağzını silip çekildi.
- گشت مهمان رسول آن شب عرب ** شیر یک بز نیمه خورد و بست لب
- Peygamber süt iç, yufka ekmeği ye diye ısrar ettiyse de Vallahi dedi, riyasız doydum.
- کرد الحاحش بخور شیر و رقاق ** گفت گشتم سیر والله بینفاق
- Bu, ne tekellüf, ne sıkılma, ne de hile. Dün geceden daha ziyade doydum.
- این تکلف نیست نی ناموس و فن ** سیرتر گشتم از آنک دوش من
- Bütün ev halkı şaştılar. Bu kandil, şu bir kara zeytin yağı ile nasıl doldu diye hayretlere düştüler. 280
- در عجب ماندند جمله اهل بیت ** پر شد این قندیل زین یک قطره زیت
- Bir ebabil kuşunun gıdası, böyle bir fili nasıl doyurdu dediler.
- آنچ قوت مرغ بابیلی بود ** سیری معدهی چنین پیلی شود
- Kadın, erkek, o fil bedenli, bir sineğin yiyeceğini yiyor diye fısıldaşmaya başladılar.
- فجفجه افتاد اندر مرد و زن ** قدر پشه میخورد آن پیلتن
- Kafirliğin hırs ve vehmi baş aşağı düştü, ejderha bir karıncanın gıdası ile doydu.
- حرص و وهم کافری سرزیر شد ** اژدها از قوت موری سیر شد
- Kafirliğin aç gözlülüğü ondan gitti, iman gıdası onu semirtti geliştirdi.
- آن گدا چشمی کفر از وی برفت ** لوت ایمانیش لمتر کرد و زفت
- Öküz açlığı illetine tutunan adam, Meryem gibi cennet meyvesini gördü. 285
- آنک از جوع البقر او میطپید ** همچو مریم میوهی جنت بدید
- Cennet meyvesi, bedenine koştu, ulaştı. Cehennem gibi olan midesi, yatıştı rahatladı.
- میوهی جنت سوی چشمش شتافت ** معدهی چون دوزخش آرام یافت
- Ey imandan yalnız bir lafa kanan, ununla kanaat eden kişi, zaten iman yüce bir nimettir, büyük bir gıdadır.
- ذات ایمان نعمت و لوتیست هول ** ای قناعت کرده از ایمان به قول
- ”Şeytanın, benim elimdem müslüman oldu” hadisine göre can gıdası olan nur, ruha eş ve dost olmak için velilerin cisimlerine gıda olur.
- بیان آنک نور که غذای جانست غذای جسم اولیا میشود تا او هم یار میشود روح را کی اسلم شیطانی علی یدی
- Gerçi ruh gıdası canın ve gözün yediği bir gıdadır; fakat oğul, cismin de ondan nasibi vardır.
- گرچه آن مطعوم جانست و نظر ** جسم را هم زان نصیبست ای پسر
- Şeytana benzeyen beden, onu yemeseydi Resül benim Şeytanım Müslüman olmuştur buyurmazdı.
- گر نگشتی دیو جسم آن را اکول ** اسلم الشیطان نفرمودی رسول
- Ölüyü dirilten o yemekten Şeytan yiyip içmese nasıl olur da Müslüman olur? 290
- دیو زان لوتی که مرده حی شود ** تا نیاشامد مسلمان کی شود
- Şeytan dünyaya aşıktır. Kördür, sağırdır. Bir aşkı başka bir aşk giderebilir.
- دیو بر دنیاست عاشق کور و کر ** عشق را عشقی دگر برد مگر
- Yakıynin gizli evinde yer, içerse yavaş yavaş aşk pılı pırtısını oraya çeker götürür.
- از نهانخانهی یقین چون میچشد ** اندکاندک رخت عشق آنجا کشد