English    Türkçe    فارسی   

5
2477-2526

  • Ten midesi, insanı samanlığa çeker. Gönül midesi reyhanlığa.
  • معده‌ی تن سوی کهدان می‌کشد  ** معده‌ی دل سوی ریحان می‌کشد 
  • Ot ve arpa yiyen kurban olur. Tanrı nuriyle gıdalanan Kuran olur.
  • هر که کاه و جو خورد قربان شود  ** هر که نور حق خورد قرآن شود 
  • Senin yarın pisliktir, yarın misk. Kendine gel de pisliği değil, Çin miskini artır.
  • نیم تو مشکست و نیمی پشک هین  ** هین میفزا پشک افزا مشک چین 
  • O mukallitte yüzlerce delil, yüzlerce söz vardır. Ama dile getirince görürsün ki onlarda can yok. 2480
  • آن مقلد صد دلیل و صد بیان  ** در زبان آرد ندارد هیچ جان 
  • Söyliyende can ve fer olmazsa sözünde yaprak ve meyva nerden olacak? Öyle söz, tesir eder mi hiç?
  • چونک گوینده ندارد جان و فر  ** گفت او را کی بود برگ و ثمر 
  • Küstahçasına insanları yola sokar ama kendisi saman çöpünden fazla titrer.
  • می‌کند گستاخ مردم را به راه  ** او بجان لرزان‌ترست از برگ کاه 
  • Sözü pek parlaktır, fakat sözünde de bir titreyiş gizlidir.
  • پس حدیثش گرچه بس با فر بود  ** در حدیثش لرزه هم مضمر بود 
  • Kâmil ve Tanrı'ya ulaşmış şeyhin davetiyle, okumakla fazilet kazanmış kişilerin sözleri arasındaki fark
  • فرق میان دعوت شیخ کامل واصل و میان سخن ناقصان فاضل فضل تحصیلی بر بسته 
  • Nura ulaşmış şeyh, insana yol bildirir, sözünü nurla yoldaş eder.
  • شیخ نورانی ز ره آگه کند  ** با سخن هم نور را همره کند 
  • Çalış çabala da sarhoş ol, nura ulaş, sözünden Tanrı nuru aksın. 2485
  • جهد کن تا مست و نورانی شوی  ** تا حدیثت را شود نورش روی 
  • Pekmez içinde ne kaynatılırsa pekmez lezzetini alır.
  • هر چه در دوشاب جوشیده شود  ** در عقیده طعم دوشابش بود 
  • Havuç, elma, ayva ve ceviz, pekmezde kayna" tılsa hepsinden de pekmez lezzetini alırsın.
  • از جزر وز سیب و به وز گردگان  ** لذت دوشاب یابی تو از آن 
  • Bilgi de nura karışırsa inatçı ve kötü kişiler bile bilginden nur bulurlar.
  • علم اندر نور چون فرغرده شد  ** پس ز علمت نور یابد قوم لد 
  • Ne söylersen o da nur olur. Çünkü gökten sudan başka bir şey yağmaz.
  • هر چه گویی باشد آن هم نورناک  ** که آسمان هرگز نبارد غیر پاک 
  • Gök ol, bulut ol, yağmur yağdır. Oluk da yağmur yağdırır ama faydası yok. 2490
  • آسمان شو ابر شو باران ببار  ** ناودان بارش کند نبود به کار 
  • Oluktaki su iğretidir, halbuki bulutta ve denizde yaradılıştan vardır.
  • آب اندر ناودان عاریتیست  ** آب اندر ابر و دریا فطرتیست 
  • Düşünce, oluğa benzer. Vahiy ve keşif, bulut ve denizdir.
  • فکر و اندیشه‌ست مثل ناودان  ** وحی و مکشوفست ابر و آسمان 
  • Yağmur suyu, bahçeyi yüz türlü renklerle bezer. Halbuki oluk, komşuları birbirine düşürür, kavga çıkarır.
  • آب باران باغ صد رنگ آورد  ** ناودان همسایه در جنگ آورد 
  • Eşek, tilkiyle iki üç kere bahiste bulundu. Fakat mukallitti, tilkinin hilesine kapıldı.
  • خر دو سه حمله به روبه بحث کرد  ** چون مقلد بد فریب او بخورد 
  • Görgü ve anlayışı olmadığından tilkinin hilesi, onu kandırdı. 2495
  • طنطنه‌ی ادراک بینایی نداشت  ** دمدمه‌ی روبه برو سکته گماشت 
  • Yemek hırsı onu öyle bir alçaktı ki beş yüz delili olmakla beraber tilkiye zebun oldu.
  • حرص خوردن آنچنان کردش ذلیل  ** که زبونش گشت با پانصد دلیل 
  • Adamın biri bir oğlana kötülükte bulunurken oğlanın belindeki hançeri görüp "Bu neden," diye sordu. Çocuk, "Birisi benim hakkımda kötü düşünceye saplanırsa onunla karnını deşerim" dedi. Oğlancı adam, hem işin beceriyor, hem de Şükür Tanrı'ya ki ben sana kötülük düşünmüyorum diyordu. "Benim beytim, beyit değil, bir ülkedir* Alayım, alay değil, bir şey öğretmektir." "Şüphe yok ki Tanrı ne sivrisineği örnek getirmeden utanır, ne ondan üstün olanları." Yani ondan üstün olanların inkâr yüzünden ruhlarının değişmesini, denemiştir. Kâfirler "Tanrı bu örnekle neyi murat ediyor yani?" derler. Bu söze cevap olarak da "Bununla birçoklarını azdırıp sapıtmak, birçoklarını da doğru yola götürmek diler" buyurur. Çünkü her sınama, teraziye benzer. Çoklarının o vasıtayla yüzü kızarır, benizlerine kan gelir, çok kişiler de muratlarına eremez, mahrum olurlar. Bu hususta azıcık düsünsen yüce sonuçlarından çoğunu bulursun
  • حکایت آن مخنث و پرسیدن لوطی ازو در حالت لواطه کی این خنجر از بهر چیست گفت از برای آنک هر کی با من بد اندیشد اشکمش بشکافم لوطی بر سر او آمد شد می‌کرد و می‌گفت الحمدلله کی من بد نمی‌اندیشم با تو «بیت من بیت نیست اقلیمست هزل من هزل نیست تعلیمست» ان الله یستحیی ان یضرب مثلا ما بعوضة فما فوقها ای فما فوقها فی تغییر النفوس بالانکار ان ما ذا ا راد الله بهذا مثلا و آنگه جواب می‌فرماید کی این خواستم یضل به کثیرا و یهدی به کثیرا کی هر فتنه‌ای هم‌چون میزانست بسیاران ازو سرخ‌رو شوند و بسیاران بی‌مراد شوند و لو تاملت فیه قلیلا وجدت من نتایجه الشریفة کثیرا 
  • Bir oğlancı, evine bir oğlan götürdü. Onu baş aşağı edip düzmeye koyuldu.
  • کنده‌ای را لوطیی در خانه برد  ** سرنگون افکندش و در وی فشرد 
  • Bu sırada o mel'un çocuğun belinde bir hançer gördü. Dedi ki: Belindeki ne?
  • بر میانش خنجری دید آن لعین  ** پس بگفتش بر میانت چیست این 
  • Oğlan, kötü düşünceli biri hakkımda kötü bir düşünceye kapılırsa bununla karnını deşeceğim diye cevap verdi.
  • گفت آنک با من ار یک بدمنش  ** بد بیندیشد بدرم اشکمش 
  • Oğlancı, Tanrı'ya hamdolsun dedi, iyi ki ben sana bir hile yapıp kötü bir düşünceye kapılmadım. 2500
  • گفت لوطی حمد لله را که من  ** بد نه اندیشیده‌ام با تو به فن 
  • Sende adamlık olmadıktan sonra hançerlerin ne faydası var? Yürek olmadıktan sonra bunda ne fayda var ki?
  • چون که مردی نیست خنجرها چه سود  ** چون نباشد دل ندارد سود خود 
  • Tutalım Aliden Zülfikar'ı miras aldın, Tanrı aslanındaki kol, sende de varsa göster.
  • از علی میراث داری ذوالفقار  ** بازوی شیر خدا هستت بیار 
  • Mesih'ten bir nefes bellediğini farzedelim, İsa'nın dudağı, dişi nerde ki a çirkin adam?
  • گر فسونی یاد داری از مسیح  ** کو لب و دندان عیسی ای قبیح 
  • Kazanmak, bir şeyler elde etmek için diyelim ki bir gemi yaptın, Nuh gibi bir gemi kaptanı hani?
  • کشتیی سازی ز توزیع و فتوح  ** کو یکی ملاح کشتی هم‌چو نوح 
  • Tutalım ki İbrahim gibi put kırıyorsun, beden putunu onun gibi ateş içine atış nerde? 2505
  • بت شکستی گیرم ابراهیم‌وار  ** کو بت تن را فدی کردن بنار 
  • Delilin varsa meydana çıkar da tahta kılıcı bile o delille Zülfikar haline getir.
  • گر دلیلت هست اندر فعل آر  ** تیغ چوبین را بدان کن ذوالفقار 
  • Bir delil, seni amelden alıkorsa o Tanrının gazabıdır.
  • آن دلیلی که ترا مانع شود  ** از عمل آن نقمت صانع بود 
  • Yolda korkanları kuvvetli bir hale getirdin ama sen hepsinden fazla korkmada, hepsinden ziyade tirtir titremedesin.
  • خایفان راه را کردی دلیر  ** از همه لرزان‌تری تو زیر زیر 
  • Herkese Tanrı'ya dayanma dersi veriyorsun ama hırsından havadaki sivrisineğin damarını sormadasın.
  • بر همه درس توکل می‌کنی  ** در هوا تو پشه را رگ می‌زنی 
  • A oğlan, askerin önünde gidiyorsun ama bıyığının yalancılığına aletin tanıklık vermede. 2510
  • ای مخنث پیش رفته از سپاه  ** بر دروغ ریش تو کیرت گواه 
  • Gönül, namertlikle dolu olduktan sonra sakalınla, bıyığına, ancak gülünür.
  • چون ز نامردی دل آکنده بود  ** ریش و سبلت موجب خنده بود 
  • Yağmur gibi gözyaşları dökerek tövbe et de bıyık ve sakalını, alay mevzuu olmadan kurtar.
  • توبه‌ای کن اشک باران چون مطر  ** ریش و سبلت را ز خنده باز خر 
  • Erlik ilâcını kullan da hamel burcundaki kızgın güneşe dön.
  • داروی مردی بخور اندر عمل  ** تا شوی خورشید گرم اندر حمل 
  • Mideyi bırak, gönül tarafına salın. Salın da Tanrıdan sana perdesiz bir selâm gelsin.
  • معده را بگذار و سوی دل خرام  ** تا که بی‌پرده ز حق آید سلام 
  • Kendine çekidüzen verecek bir iki adım at da aşk, kulağını tutup seni çeksin. 2515
  • یک دو گامی رو تکلف ساز خوش  ** عشق گیرد گوش تو آنگاه کش 
  • Eşek, her ne kadar çekindiyse de nihayet tilki üstün oldu, onu aslanın bulunduğu ormana çekti
  • غالب شدن حیله‌ی روباه بر استعصام و تعفف خر و کشیدن روبه خر را سوی شیر به بیشه 
  • Tilki, hilede ayak diredi. Eşeğin sakalını tutup çekti.
  • روبه اندر حیله پای خود فشرد  ** ریش خر بگرفت و آن خر را ببرد 
  • Nerde o tekkenin ilâhicisi ki hararetle defe vurup "Eşek gitti, eşek gitti" desin?
  • مطرب آن خانقه کو تا که تفت  ** دف زند که خر برفت و خر برفت 
  • Bir tavşan bile aslanı kuyuya sürüklerse bir tilki, eşeği çayırlığa nasıl sürüklemez?
  • چونک خرگوشی برد شیری به چاه  ** چون نیارد روبهی خر تا گیاه 
  • Kulağını tıka da o ihsan ve lütuf sahibi velinin afsunundan başka bir afsun okuma.
  • گوش را بر بند و افسونها مخور  ** جز فسون آن ولی دادگر 
  • Onun afsunu helvadan da tatlıdır. Hattâ o öyle bir erdir ki ayağının bastığı toprak, yüzlerce helvaya değer. 2520
  • آن فسون خوشتر از حلوای او  ** آنک صد حلواست خاک پای او 
  • Şarapla dolu koca küpler, onun dudaklarındaki şaraptan mayalanmıştır.
  • خنبهای خسروانی پر ز می  ** مایه برده از می لبهای وی 
  • Ondan uzakta kalan can, lâ'al dudaklardaki şarabı görmediği için şaraba âşıktır.
  • عاشق می باشد آن جان بعید  ** کو می لبهای لعلش را ندید 
  • Kör kuş, tatlı suyu görmemiş, kara ve acı suyun etrafında dönüp dolaşmasın!
  • آب شیرین چون نبیند مرغ کور  ** چون نگردد گرد چشمه‌ی آب شور 
  • Can Musası, gönlü Sina haline getirir, kör dudu kuşlarının gözlerini açar.
  • موسی جان سینه را سینا کند  ** طوطیان کور را بینا کند 
  • Can Şirininin Hüsrev'i nöbet urmuştur. Şehirde şeker ucuzlamıştır. 2525
  • خسرو شیرین جان نوبت زدست  ** لاجرم در شهر قند ارزان شدست 
  • Gayp Yusufları ordularını çekmede, şeker denklerini getirmede.
  • یوسفان غیب لشکر می‌کشند  ** تنگهای قند و شکر می‌کشند