- Şeyh, eline zembili almış, sokak sokak, kapı kapı dolaşıyor. Ağam Tanrı için bir şey ver, Hak bu hususta sana tevfik verdi mi ki? diyordu.
- شیخ بر میگشت زنبیلی به دست ** شیء لله خواجه توفیقیت هست
- Sırları, arştan da yüceydi, kürsüden de. Öyle olduğu halde işi gücü "Tanrı için, Tanrı için" demekti.
- برتر از کرسی و عرش اسرار او ** شیء لله شیء لله کار او
- Peygamberlerin hepsi, bu çeşit hareket ederler. Halk müflistir, öyle olduğu halde onlar, halktan bir şey isterler. 2700
- انبیا هر یک همین فن میزنند ** خلق مفلس کدیه ایشان میکنند
- "Tanrı'ya ödünç verin, Tanrı'ya ödünç verin" derler, işi tersine yürütürler de "Tanrı'ya yardım ederseniz Tanrı da size yardım eder" derler.
- اقرضوا الله اقرضوا الله میزنند ** بازگون بر انصروا الله میتنند
- Bu şeyh de kapı kapı dolaşıp yalvarmadaydı. Halbuki şeyh için gökyüzünde yüzlerce kapı açıktı.
- در به در این شیخ میآرد نیاز ** بر فلک صد در برای شیخ باز
- O dilenciliği boğazı için değil, Tanrı için yapıyordu. Bu işe iyice sarılmıştı.
- که آن گدایی که آن به جد میکرد او ** بهر یزدان بود نه از بهر گلو
- Hattâ boğazı için bile dilense ne çıkar? O boğaz, Tanrı nuriyle dopdoluydu.
- ور بکردی نیز از بهر گلو ** آن گلو از نور حق دارد غلو
- Onun ekmek, bal ve süt yemesi, yüz yoksulun çilesinden, üç günde bir iftar ederek oruç tutmasından daha hayırlıydı. 2705
- در حق او خورد نان و شهد و شیر ** به ز چله وز سه روزهی صد فقیر
- O, nur yer, ekmek yiyor deme. Görünüşte otlar, fakat hakikatte lâle eker.
- نور مینوشد مگو نان میخورد ** لاله میکارد به صورت میچرد
- Kandilin yağını yiyen alev gibi o da etrafındakileri aydınlatır, onların nurunu artırır.
- چون شراری کو خورد روغن ز شمع ** نور افزاید ز خوردش بهر جمع
- Tanrı, ekmek yiyene "israf etmeyin" dedi, nur yiyene "Artık kâfi" demedi.
- نانخوری را گفت حق لاتسرفوا ** نور خوردن را نگفتست اکتفوا
- O boğaz, iptilâ boğazıdır, buysa israftan da. emin, ileri gidişten de.
- آن گلوی ابتلا بد وین گلو ** فارغ از اسراف و آمن از غلو
- Şeyhin bu hale düşmesi hırsından, tamahından değildi, buyruğa uymasındandı. Öyle can hırsa, tamaha uymaz ki. 2710
- امر و فرمان بود نه حرص و طمع ** آن چنان جان حرص را نبود تبع
- Kimya, bakıra, gel kendini tamamiyle bana ver derse bu sözü tamahından söylemez.
- گر بگوید کیمیا مس را بده ** تو به من خود را طمع نبود فره
- Tanrı, yedinci göğe kadar toprak hazinelerini Şeyhe göstermişti.
- گنجهای خاک تا هفتم طبق ** عرضه کرده بود پیش شیخ حق
- Şeyh dedi ki: Ey beni yaratan! Ben âşıkım. Senden başka bir şey dilersem kötü kişi olayım.
- شیخ گفتا خالقا من عاشقم ** گر بجویم غیر تو من فاسقم
- Sekiz cennet gözüme görünür, yahut sana cehennem korkusundan hizmet edersem,
- هشت جنت گر در آرم در نظر ** ور کنم خدمت من از خوف سقر
- Ancak kendi selâmetini arıyan bir inanmış kul olurum. Çünkü cennet de bedene aittir, cehennem de. 2715
- مومنی باشم سلامتجوی من ** زانک این هر دو بود حظ بدن
- Bir âşık, Tanrı aşkıyle gıdalanırsa yüzlerce beden, onca bir gazel yaprağına değmez.
- عاشقی کز عشق یزدان خورد قوت ** صد بدن پیشش نیرزد ترهتوت
- O ulu Şeyhin bedeni de başka bir şey oldu, artık ona pek beden deme.
- وین بدن که دارد آن شیخ فطن ** چیز دگر گشت کم خوانش بدن
- Hem Tanrı âşıkı olmak, hem de ücret istemek olur mu? Emniyet sahibi Cebrail, hiç hırsızlık eder mi?
- عاشق عشق خدا وانگاه مزد ** جبرئیل متمن وانگاه دزد
- O yaslı leylânın âşıkına bile bu âlem saltanatı bir zerre göründü.
- عاشق آن لیلی کور و کبود ** ملک عالم پیش او یک تره بود
- Önce toprakla altın birdi. Altın da nedir? Canını bile tehlikeden esirgemiyordu. 2720
- پیش او یکسان شده بد خاک و زر ** زر چه باشد که نبد جان را خطر
- Aslan, kurt ve başka yırtıcı canavarlar bile bunu duydular, anladılar da onunla akraba gibi çevresine toplandılar.
- شیر و گرگ و دد ازو واقف شده ** همچو خویشان گرد او گرد آمده
- Çünkü o, hayvan huyundan arındı, temizlendi Aşkla doldu. Yağı, eti de zehirli bir hal aldı.
- کین شدست از خوی حیوان پاک پاک ** پر ز عشق و لحم و شحمش زهرناک
- Aklın şekerler dökmesi, canavarlara zehir olur. Çünkü iyinin iyiliği, kötünün zıddıdır.
- زهر دد باشد شکرریز خرد ** زانک نیک نیک باشد ضد بد
- Asıkın etini canavarlar yiyemez. Aşk iyilerce de bilinir, tanınır, kötülerce de.
- لحم عاشق را نیارد خورد دد ** عشق معروفست پیش نیک و بد
- Faraza âşıkı kurt kuş yese bile eti zehir olur, yiyeni öldürür. 2725
- ور خورد خود فیالمثل دام و ددش ** گوشت عاشق زهر گردد بکشدش
- Aşktan başka ne varsa her şeyi aşk yer, yutar, iki âlem de aşk kuşunun gagası önünde bir taneden ibarettir.
- هر چه جز عشقست شد ماکول عشق ** دو جهان یک دانه پیش نول عشق
- Bir tane, hiç, kuşu yiyebilir mi? Samanlık, hiç atı otlatabilir mi?
- دانهای مر مرغ را هرگز خورد ** کاهدان مر اسپ را هرگز چرد
- Kullukta bulun da belki sen de âşık olursun. Kulluk bir kazançtır ki amelle elde edilir.
- بندگی کن تا شوی عاشق لعل ** بندگی کسبیست آید در عمل
- Kul, kulluktan azat olmayı diler. Âşıksa ebediyen azat olmak istemez.
- بنده آزادی طمع دارد ز جد ** عاشق آزادی نخواهد تا ابد
- Kul, daima elbise, vergi diler. Aşılan elbisesiyse daima sevgilinin cemalidir. 2730
- بنده دایم خلعت و ادرارجوست ** خلعت عاشق همه دیدار دوست
- Aşk, söze sığmaz. Aşk, bir denizdir ki dibi görünmez.
- در نگنجد عشق در گفت و شنید ** عشق دریاییست قعرش ناپدید
- Denizin katralarını saymaya imkân yoktur. Yedi deniz de aşk denizinin önünde küçücük bir göl kalır.
- قطرههای بحر را نتوان شمرد ** هفت دریا پیش آن بحرست خرد
- A canım, bu sözün sonu gelmez. Yine zamane Şeyhinin hikâyesine dön!
- این سخن پایان ندارد ای فلان ** باز رو در قصهی شیخ زمان
- "Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım" hadîsi kutsisinin manası
- در معنی لولاک لما خلقت الافلاک
- Böyle bir Şeyh, sokak sokak dolaşan bir dilenci oldu. Aşk, pervasızca geldi, ne yapsın? Sakının aşktan!
- شد چنین شیخی گدای کو به کو ** عشق آمد لاابالی اتقوا
- Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır. Aşk, dağı kum gibi ezer, eritir. 2735
- عشق جوشد بحر را مانند دیگ ** عشق ساید کوه را مانند ریگ
- Aşk, gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar. Aşk, sebepsiz yeryüzünü titretir.
- عشقبشکافد فلک را صد شکاف ** عشق لرزاند زمین را از گزاف
- Pak, aşk, Muhammed'le eşti. Tanrı aşk yüzünde ona "Sen olmasaydın..." dedi.
- با محمد بود عشق پاک جفت ** بهر عشق او را خدا لولاک گفت
- Hasılı o, aşktan tekti. Onun için Tanrı, onu pevgamberler içinden seçti.
- منتهی در عشق چون او بود فرد ** پس مر او را ز انبیا تخصیص کرد
- Sen, pak aşka mensup olmasaydın, sende aşk olmasaydı dedi, hiç gökleri var eder miydim?
- گر نبودی بهر عشق پاک را ** کی وجودی دادمی افلاک را
- Ben, aşkın yüceliğini anlayasın diye kadri yüce göğü yücelttim. 2740
- من بدان افراشتم چرخ سنی ** تا علو عشق را فهمی کنی
- Gökten daha başka faydalar da gelir. O yumurta gibidir. Bu, civciv gibi ona tabidir.
- منفعتهای دیگر آید ز چرخ ** آن چو بیضه تابع آید این چو فرخ
- Âşıkların horluğundan bir koku alasın diye toprağı tamamiyle hor ettim, ayaklar altına serdim.
- خاک را من خوار کردم یک سری ** تا ز خواری عاشقان بویی بری
- Aşkla bir yoksul nasıl değişir, anlaman için toprağa yeşillik ve tazelik verdim.
- خاک را دادیم سبزی و نوی ** تا ز تبدیل فقیر آگه شوی
- Şu yerinden kımıldamıyan dağlar da sana âşıkların sebatını söyler.
- با تو گویند این جبال راسیات ** وصف حال عاشقان اندر ثبات
- Gerçi oğul, o mânadır, bunlar suret. Fakat anlayışa yaklaştırmak için lâzım bu. 2745
- گرچه آن معنیست و این نقش ای پسر ** تا به فهم تو کند نزدیکتر
- Kederi, dikene benzetirler. Dikenin kendisi değildir, bu benzetiş, ancak uyandırmak, anlatmak içindir.
- غصه را با خار تشبیهی کنند ** آن نباشد لیک تنبیهی کنند
- Katı gönüle taş derler. Gönlün taşla münasebeti yoktur, fakat bir örnektir verirler işte.
- آن دل قاسی که سنگش خواندند ** نامناسب بد مثالی راندند