English    Türkçe    فارسی   

5
2719-2768

  • O yaslı leylânın âşıkına bile bu âlem saltanatı bir zerre göründü.
  • عاشق آن لیلی کور و کبود  ** ملک عالم پیش او یک تره بود 
  • Önce toprakla altın birdi. Altın da nedir? Canını bile tehlikeden esirgemiyordu. 2720
  • پیش او یکسان شده بد خاک و زر  ** زر چه باشد که نبد جان را خطر 
  • Aslan, kurt ve başka yırtıcı canavarlar bile bunu duydular, anladılar da onunla akraba gibi çevresine toplandılar.
  • شیر و گرگ و دد ازو واقف شده  ** هم‌چو خویشان گرد او گرد آمده 
  • Çünkü o, hayvan huyundan arındı, temizlendi Aşkla doldu. Yağı, eti de zehirli bir hal aldı.
  • کین شدست از خوی حیوان پاک پاک  ** پر ز عشق و لحم و شحمش زهرناک 
  • Aklın şekerler dökmesi, canavarlara zehir olur. Çünkü iyinin iyiliği, kötünün zıddıdır.
  • زهر دد باشد شکرریز خرد  ** زانک نیک نیک باشد ضد بد 
  • Asıkın etini canavarlar yiyemez. Aşk iyilerce de bilinir, tanınır, kötülerce de.
  • لحم عاشق را نیارد خورد دد  ** عشق معروفست پیش نیک و بد 
  • Faraza âşıkı kurt kuş yese bile eti zehir olur, yiyeni öldürür. 2725
  • ور خورد خود فی‌المثل دام و ددش  ** گوشت عاشق زهر گردد بکشدش 
  • Aşktan başka ne varsa her şeyi aşk yer, yutar, iki âlem de aşk kuşunun gagası önünde bir taneden ibarettir.
  • هر چه جز عشقست شد ماکول عشق  ** دو جهان یک دانه پیش نول عشق 
  • Bir tane, hiç, kuşu yiyebilir mi? Samanlık, hiç atı otlatabilir mi?
  • دانه‌ای مر مرغ را هرگز خورد  ** کاهدان مر اسپ را هرگز چرد 
  • Kullukta bulun da belki sen de âşık olursun. Kulluk bir kazançtır ki amelle elde edilir.
  • بندگی کن تا شوی عاشق لعل  ** بندگی کسبیست آید در عمل 
  • Kul, kulluktan azat olmayı diler. Âşıksa ebediyen azat olmak istemez.
  • بنده آزادی طمع دارد ز جد  ** عاشق آزادی نخواهد تا ابد 
  • Kul, daima elbise, vergi diler. Aşılan elbisesiyse daima sevgilinin cemalidir. 2730
  • بنده دایم خلعت و ادرارجوست  ** خلعت عاشق همه دیدار دوست 
  • Aşk, söze sığmaz. Aşk, bir denizdir ki dibi görünmez.
  • در نگنجد عشق در گفت و شنید  ** عشق دریاییست قعرش ناپدید 
  • Denizin katralarını saymaya imkân yoktur. Yedi deniz de aşk denizinin önünde küçücük bir göl kalır.
  • قطره‌های بحر را نتوان شمرد  ** هفت دریا پیش آن بحرست خرد 
  • A canım, bu sözün sonu gelmez. Yine zamane Şeyhinin hikâyesine dön!
  • این سخن پایان ندارد ای فلان  ** باز رو در قصه‌ی شیخ زمان 
  • "Sen olmasaydın gökleri yaratmazdım" hadîsi kutsisinin manası
  • در معنی لولاک لما خلقت الافلاک 
  • Böyle bir Şeyh, sokak sokak dolaşan bir dilenci oldu. Aşk, pervasızca geldi, ne yapsın? Sakının aşktan!
  • شد چنین شیخی گدای کو به کو  ** عشق آمد لاابالی اتقوا 
  • Aşk, denizi bir çömlek gibi kaynatır. Aşk, dağı kum gibi ezer, eritir. 2735
  • عشق جوشد بحر را مانند دیگ  ** عشق ساید کوه را مانند ریگ 
  • Aşk, gökyüzünü çatlatır, yüzlerce yarık açar. Aşk, sebepsiz yeryüzünü titretir.
  • عشق‌بشکافد فلک را صد شکاف  ** عشق لرزاند زمین را از گزاف 
  • Pak, aşk, Muhammed'le eşti. Tanrı aşk yüzünde ona "Sen olmasaydın..." dedi.
  • با محمد بود عشق پاک جفت  ** بهر عشق او را خدا لولاک گفت 
  • Hasılı o, aşktan tekti. Onun için Tanrı, onu pevgamberler içinden seçti.
  • منتهی در عشق چون او بود فرد  ** پس مر او را ز انبیا تخصیص کرد 
  • Sen, pak aşka mensup olmasaydın, sende aşk olmasaydı dedi, hiç gökleri var eder miydim?
  • گر نبودی بهر عشق پاک را  ** کی وجودی دادمی افلاک را 
  • Ben, aşkın yüceliğini anlayasın diye kadri yüce göğü yücelttim. 2740
  • من بدان افراشتم چرخ سنی  ** تا علو عشق را فهمی کنی 
  • Gökten daha başka faydalar da gelir. O yumurta gibidir. Bu, civciv gibi ona tabidir.
  • منفعتهای دیگر آید ز چرخ  ** آن چو بیضه تابع آید این چو فرخ 
  • Âşıkların horluğundan bir koku alasın diye toprağı tamamiyle hor ettim, ayaklar altına serdim.
  • خاک را من خوار کردم یک سری  ** تا ز خواری عاشقان بویی بری 
  • Aşkla bir yoksul nasıl değişir, anlaman için toprağa yeşillik ve tazelik verdim.
  • خاک را دادیم سبزی و نوی  ** تا ز تبدیل فقیر آگه شوی 
  • Şu yerinden kımıldamıyan dağlar da sana âşıkların sebatını söyler.
  • با تو گویند این جبال راسیات  ** وصف حال عاشقان اندر ثبات 
  • Gerçi oğul, o mânadır, bunlar suret. Fakat anlayışa yaklaştırmak için lâzım bu. 2745
  • گرچه آن معنیست و این نقش ای پسر  ** تا به فهم تو کند نزدیک‌تر 
  • Kederi, dikene benzetirler. Dikenin kendisi değildir, bu benzetiş, ancak uyandırmak, anlatmak içindir.
  • غصه را با خار تشبیهی کنند  ** آن نباشد لیک تنبیهی کنند 
  • Katı gönüle taş derler. Gönlün taşla münasebeti yoktur, fakat bir örnektir verirler işte.
  • آن دل قاسی که سنگش خواندند  ** نامناسب بد مثالی راندند 
  • Düşünce de onun tıpkısı olmaz. Fakat öyle değildir deme de ayıbı benzetişe, anlatışa ver.
  • در تصور در نیاید عین آن  ** عیب بر تصویر نه نفیش مدان 
  • Şeyhin bir gün içinde dört kere zembille dilenmek üzere Tanrı buyruğiyle bir beyin evine gitmesi, beyin onu azarlayıp kötü söylemesi, Şeyhin de özür dilemesi
  • رفتن این شیخ در خانه‌ی امیری بهر کدیه روزی چهار بار به زنبیل به اشارت غیب و عتاب کردن امیر او را بدان وقاحت و عذر گفتن او امیر را 
  • Şeyh bir günde yoksul gibi dört kere bir beyin köşküne gitti.
  • شیخ روزی چار کرت چون فقیر  ** بهر کدیه رفت در قصر امیر 
  • Zembili elinde, Tanrı için canı yaratan, sizden bir lokma ekmek istiyor sözleri dilindeydi. 2750
  • در کفش زنبیل و شی لله زنان  ** خالق جان می‌بجوید تای نان 
  • Oğul, bunlar, aklı küll'ü bile şaşırtan, sersem eden tersine çakılmış nallardır.
  • نعلهای بازگونه‌ست ای پسر  ** عقل کلی را کند هم خیره‌سر 
  • Bey, onu görünce : Kötü kişi dedi, sana bir şey söyleyeceğim ama bana nekes deme.
  • چون امیرش دید گفتش ای وقیح  ** گویمت چیزی منه نامم شحیح 
  • Bu ne küstahlık, bu ne utanmaz yüz, bu ne çeşit iş? Bir günde tam dört kere geliyorsun.
  • این چه سغری و چه رویست و چه کار  ** که به روزی اندر آیی چار بار 
  • A Şeyh, burada seninle mukayyet olacak kim var ki ? Ben senin gibi küstah bir dilenci görmedim.
  • کیست اینجا شیخ اندر بند تو  ** من ندیدم نر گدا مانند تو 
  • Dilencilerin namusunu berbat ettin. Bu yaptığın, ne çirkin Abbaslık? 2755
  • حرمت و آب گدایان برده‌ای  ** این چه عباسی زشت آورده‌ای 
  • Abbası Debs, senin hizmetkârın olamaz. Bu şom nefis, hiçbir mülhitte olmasın.
  • غاشیه بر دوش تو عباس دبس  ** هیچ ملحد را مباد این نفس نحس 
  • Şeyh dedi ki: Beyim, sus, ben emir kuluyum. İçimdeki ateşi bilmiyorsun, bu kadar coşma.
  • گفت امیرا بنده فرمانم خموش  ** ز آتشم آگه نه‌ای چندین مجوش 
  • Ekmek için kendimde bir hırs görseydim ekmek isteyen karnımı deşerdim.
  • بهر نان در خویش حرصی دیدمی  ** اشکم نان‌خواه را بدریدمی 
  • Yedi yıl bu bedenim, aşk ateşiyle yandı kavruldu. Çöllerde asma yaprağı yedim, onunla geçindim.
  • هفت سال از سوز عشق جسم‌پز  ** در بیابان خورده‌ام من برگ رز 
  • Hattâ taze, yahut kuru yaprak yemeden bu bedenimin rengi yemyeşil oldu. 2760
  • تا ز برگ خشک و تازه خوردنم  ** سبز گشته بود این رنگ تنم 
  • İnsanlar atasının suretinde, perdesinde bulundukça âşıklara öyle pek serserice bakma.
  • تا تو باشی در حجاب بوالبشر  ** سرسری در عاشقان کمتر نگر 
  • Akıllı fikirli kişiler, kılı kırk yardılar. Heyet (kozmoğrafya) bilgisini elde ettiler.
  • زیرکان که مویها بشکافتند  ** علم هیات را به جان دریافتند 
  • Neyrencat, sihir ve felsefeyi, hakkiyle belleyemedilerse de,
  • علم نارنجات و سحر و فلسفه  ** گرچه نشناسند حق المعرفه 
  • Mümkün olduğu kadar çalıştılar, elde ettiler, bütün akranlarını geçtiler.
  • لیک کوشیدند تا امکان خود  ** بر گذشتند از همه اقران خود 
  • Aşk, kıskançlığından kendisini gizledi. Böyle bir güneş, onlardan gizli kaldı. 2765
  • عشق غیرت کرد و زیشان در کشید  ** شد چنین خورشید زیشان ناپدید 
  • Gündüzün yıldızları gören keskin gözden güneş, yüzünü gizledi.
  • نور چشمی کو به روز استاره دید  ** آفتابی چون ازو رو در کشید 
  • Bundan geç de öğütümü dinle. Âşıkları aşk göziyle gör.
  • زین گذر کن پند من بپذیر هین  ** عاشقان را تو به چشم عشق بین 
  • Vakit dar, can da kuşkuda. Artık sana özür getirmesine imkân yok.
  • وقت نازک باشد و جان در رصد  ** با تو نتوان گفت آن دم عذر خود